Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Mart '10

 
Kategori
Deneme
 

Siz neler kaybettiğinizin farkında oldunuz mu..? Bölüm-3

Siz neler kaybettiğinizin farkında oldunuz mu..? Bölüm-3
 

Öner Samanlı cesaret hakkındaki yazılarını, İnsan Mühendisliği yapıtında anlatıyor.


(Bu başlık altındaki yazımız, Goethe’nin güzel sözünün içeriğinden hareketle, üç bölüm halinde yayına hazırlanmıştır)

“Mal kaybeden bir şey kaybetmemiştir. Onurunu kaybeden çok şey kaybetmiştir. Cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmiştir” GOETHE

BÖLÜM 3 CESARETİNİ KAYBEDENLER;

Siz ne kadar cesaretinizi kaybettiniz..?

Bu soru size sorulduğunda yaşınız yirmi ise, müthişsinizdir. Kanınızın damarlarınıza sığmadığı, sanki fışkırarak engelleri aşmak istediğiniz bir dönemdesiniz.

Yanı sıra da, öğrenme okulunun, yanlışlık derslerinin, en başarılı öğrencileri arasındasınız.

Her şeyi bilen, en doğru kararı verebilecek kadar (sözde) deneyimli olduğunu sanan, esasında koca bir aslan olan hayata karşı kükreyen sanki bir fare yada çekirgesiniz.

Siz ne kadar cesaretinizi kaybettiniz..?

Bu soru size sorulduğunda yaşınız otuz civarında ise, yinede sizden daha önceki yaştaki insanlara göre şanslısınız…

Unutma şansınız çok yüksek olmasa da, onarabilme olasılığınız mevcut.

Attığınız doğru adımları bilen, yanlış cesaretinizi yönlendirme uğraşında olan bir süreçtesiniz.

Olgunluğun merdiveninin basamaklarına çıkmaya başladınız. Hatta üçbeş basamak da çıkmış durumdasınız. Kaybettiğiniz cesaretiniz olmasın istemindesiniz.

Siz ne kadar cesaretinizi kaybettiniz…?

Sorusunun sorulduğunda, yaşınız elli ise, durum oldukça farklı boyut sergilemektedir

Hem düşünen, hem düşündürebilen. Hem öğrenen, hem öğreten. Hem paylaşan, hem paylaşmayan. Sorumluluğun bilincinin tavan yaptığı bir süreçtesiniz. Bir yerlerden sizinde kulağınıza çalınmış bir sözün etkisinde olabilirsiniz.

Fransız Atasözü ne diyordu, bir takvimin yaprağından okumuş, belleğinize kaydetmiştiniz. “Cesaret ve Çalışmak

Bu ikilinin mutlaka bir arada olması gerektiği yönünde hemfikir olduğunuz kesin.

Ama insan doğasının gereğince yanlış cesaret modeli sergileyebilir, çalışmadan kopabilir, yürekli şekilde korkusuz bir yüreklenme modelini beyninizde, yüreciğinizde yoğunlaştırabilirsiniz.

“Yaş otuzbeş, yolun yarısı eder” şiirini defalarca okudunuz.. Vay anasına beeee, diyenlerden misiniz..? Otuzdan sonrasını nasıl geçirdim, bir türlü anlayamadım, “Nasıl geçti o güzelim yıllarım..?” da diyebilirsiniz….

Yıllara baktığımızda, yüzünüzde çizgiler kalınlaştı, derinleşti….

Saçlarınız ister boyatın, ister kına yakın, kırlaştı, döküldü. Kimileriniz ak saçlı, kimileriniz kel…

Cesaret akıllı bir yol arkadaşınız ise, şimdilik idare ederdesiniz. Aksinde ise çok yazık. Çok kayıptasınız.

Siz ne kadar cesaretinizi kaybettiniz..?

Sorusunun muhatabı olduğunuzda yaşınız seksen, doksan olduğunda gözleriniz boğazın mavi bulanığı sularına odaklanıp ta, derin bir ah çektiniz. Neydi bu ahı çektiren size. Ne cevvaldiniz. Ne çalışmaktı o. Ne güçlüydünüz. Şimdikiler genç mi yahu diye iç çekiyorsunuz, yaşaran gözlerinizin buğularını silerken burun çekiyorsunuz.

Ah yıllar, ah yıllar diyorsunuz. Evden çıkabiliyor, istediğinizi alabiliyor, istediğinizi sevebiliyor, istediğinizi görebiliyor, istediğinizle olabiliyor ve paylaşabiliyor iseniz bundan güzel cesaretiniz olabilir mi..? Sevginin esirisiniz ama, o sevgi çıkarsız ve ödünsüz bir sevgi ise, yerli yerinde ise. Anaya anneninki gibi, ataya atanın ki gibi, aşığa maşuk, maşuka aşık gibi, namusa bekçi gibi….

O sevgide paylaşımınız var da, tasada ve yücelişte birlikteliklerde iseniz, cesaretin seçkinisiniz.

Fakat; Hala dünya malından, gönül sevdasından ötelememişsiniz arsız nefsinizi.

Onurunuza karşın sizin yada başkalarının vereceği zarar karşısında ne yazık ki ister fark ediniz, isterseniz fark etmeyiniz öz çıkarcı bencilliğinizin tutsağısınız, işte siz o yaşlıların uğrak yeri olan parkların birkaç bankında oturup da güneşten söğüşlenen aymaz ihtiyarlardansınız.

Hala gözleriniz çerde çöpte. Kuş uçmaz kervan geçmez sözlerini duymayı istemezsiniz.

Gazetenin bir köşesinde, genç bir erkek merakını köşenin yöneticisi uzmana soruyor.

“Sayın uzman, yaşım 24 bekarım, geçenlerde geneleve gittim. Burada çalışan kadınlar arasında on kadarının yaşlarının altmışın üzerinde olduğunu görünce çok şaşırdım. Bunların böyle bir yerde çalışmalarının nedeni nedir, bunlara kim giderde para verir, devlet bunlara neden sahip çıkmaz, sorumu yanıtlarsanız sevinirim…

” Uzmanın yanıtı kısa ve öz. “Evladım bitli baklanın kör alıcısı bulunur, sen yaşıtlarınla ilgilen, sağlığına da dikkat et, bulaşıcı bir hastalığa yakalanmamak için tıbbi önlemlerini almayı ihmal etme.”

Soranda, yanıt verende, gayet kısa öz cesaretle sormuş ve yanıtını almış.

Demek ki, bitli baklanın kör alıcısı olabilmek ile bu konudaki merak saikimiz de, geçiştirilebiliyor.

İnsan yaşının dönemleri içerisinde yapabilecekleri önemli şeyler vardır. Bu dönemlerde yapılamayanları ötelerseniz, ileride aynı cesaretle aynı bulgulara ulaşmanız olası olmayabilir.

GOETHE SÖZÜNDEN HAREKETLE DEĞERLENDİRME

Yukarıdaki açıklanan istisnaların dışındaki arenada, yaşınızın otuz, elli veya seksen, doksan olması fark etmiyor. Hangi yaşta olursanız olun cesaretinizi kaybetmiş olursanız olun, Goethe’nin de betimlediği gibi her şeyinizi kaybetmiş durumdasınız. Ne kadar acı…

YAŞANILAN SÜREÇTEN BİR KESİTDEN HAREKETLE DEĞERLENDİRME

Bilinmelidir ki; Cesurlar sonsuza kadar yaşamazlar, ama korkaklar hiç yaşamazlar.

Otuzlu yıllarımda yaşadığım ve asla unutamadığım, ölümlü bir trafik kazası ve öyküsü bu.

Genç bir yöneticiyim, eğitimciliğim yanı sıra yetinmemişim cesaretle uğraşlar vermişim ve mali müşavir muhasebeci de olmuşum.

Büyük birkaç şirketin büromda muhasebeleri tutulurken, cesaretimle okullardan okullara, ders vermelere gidiyor, şirketlerin mali sorunları ile ilgileniyorum.

Tabiî ki insanın doğası dinlenmeye eğlenmeye de ihtiyacı var.

O yıllardaki emsallerimin en az on katı maddi imkan elde ediyorum.

O yıllarımda, birçok çıkar karşılıksız olan camia ve cemiyetin üyesiyim ve yönetimlerinde yer almaktayım.

Ankara’da, o yıllarda, şimdiki Ankara Ticaret Odasının bulunduğu mevkii bölgesinde, birkaç içkili müzikli restoran bulunmakta.

Fakülte yıllarımda uzun bir dönem lisanslı olarak uzak doğu sporları yapmışım, lisanslı boks müsabakalarında dereceler almışım.

Bir ara sayfa açıp, birkaç samimi arkadaşım ve birlikte çalıştığım firmalardan birkaç yönetici arkadaş ile tabirimi uygun görünüz, felekten bir gün çalalım, eğlenelim istemişiz.

Gecenin ilerleyen bir bölümünde, o zaman gsm telefonlar olmadığı için evimi arayım, bir sorun olup olmadığını bileyim ki gönlümde rahat olsun düşüncesiyle işletmenin telefonunu kullanmak üzere yerimden ayrıldım.

Masaya döndüğümde ilerleyen gece, şişedeki gibi durmayan alkol, masamızdaki tüm arkadaşları yüreklendirmiş, biraz siyasi, biraz içtimai yüksek sesli konuşmalar yapılmaktaydı.

Masaya oturmama an kalmıştı ki, masadaki iki misafirim birbirleri ile yaka paça oluverdiler.

İkisini de sert bir tavırla ayırdıktan sonra uyararak, birer de tokat attım. Bu bir cesaret miydi, otorite miydi…?

İlerleyen zaman içerisinde sorguladığımda yanlış cesaret modeli olduğunu tespit ettiğim bir yanlış davranıştı.

Eğlenmeye feleğin gününü çalmaya geldik derken felek bizim günümüzü çalmak üzereydi.

Uzatmayalım, sakinleşildi, dinlenilen şarkılarla, anlatılan fıkralarla ve sağlanan barışla, gecenin ertesi güne sarkan sürecini yakaladık.

Araçlarımıza binerek evlerimize gideceğiz. O zaman bir bankerlik kurumunun müdürü olan misafirim zat, bana “siz bu kavgayı ayırırken adil olmadınız, bana çok sert vurdunuz, ama diğer arkadaşa sadece okşar gibi vurdunuz” dedi”

Bende onun bu müthiş cesaretini şaka ile ödüllendirmek istedim ve “ gözlüğümü elime alıp istersen sende bana vur ve o düşüncenden vazgeçerek, mutlu ol..” dediğimi, sonrasında da, sağ gözümün üzerine aniden o iri kıyım arkadaşın, yumruğunu anımsıyorum.

O yıllarda, Ankara’da ya iki ya üç kişide olduğunu bildiğim, Admiral Salon model aracımın anahtarı elimden düşmüş ve bana yumruk atan arkadaşımızca anahtar alınıp, arabam da kaçırılmıştı.

Hayatımı gerçek potansiyeli ile yaşamam her zaman için söz konusu olamazdı ki. Yaşamımız süreçlerinde, birçoğumuz içimizdeki kafesleri parçalayıp, büyük ve gerçek üstü kahramanlar olmayı istemedik mi…

Süpermen’lere, Zagor’lara, Çelik Blek’lere özenip de büyük kavgalara yada büyük kaçışlara aktörler olmadık mı..?

Çevremize istemeyerek verdiğimiz zararı paramızla da telafi ederek, cesaretimizin aynasına bakmaksızın, bindiğimiz bir taksi ile evimize geldik.

Olanlar o an olmuştu, yüzümü yıkadığımda aniden sağ gözüm balon gibi şişip, iki göz kapağım sanki Viyana surlarının açılmaz kapısı gibi, birbirine kenetlenmişti.

Ayna ile hayatımdaki ilk kavgamdı belki de bu.

Üstelik sağ gözümün yaşadığı haksızlığa sol gözüm tanıktı.

Bu haksız davranışı sergileyen kişi hem ekmeğimi yemiş, masamızda eğlenmiş, üstüne de, arabamızı alıp kaçmış, birde sağ gözümün kapanışına, üstün cesaretiyle sebep olmuştu.

Ertesi gün duyduğum en acıklı haber ise, aşırı süratle ve alkollü olarak araç kullanan birisinin kent içerisinde aracı ile karşı şeride geçerek takla attığıydı. Araç içerisinden, emniyet kemerini de takmadığı için yola fırlayarak ölüme gittiğinin haberiydi, yaşanılan olan, keşke yaşanılmasaydı dediğimiz bir acı kahroluştu.

Aracın yenisi alınabilse de, o arkadaşımızın aynısı bir daha gelemedi. Çılgın cesaretinin kurbanı oldu rahmetli. İlginç olan o trafik kazasına karışmış aracın sahibi bendim.

Sağ gözümü aynada sol gözüm görebiliyor ve ayıplıyordu, utanıyordu.

Felek bize gününü çaldırmamış aksine bizim yaşamımızdan bir günü hem de büyük bir kararlılıkla almıştı.

Buna kader diyenlere katılmak yerine, “Azrail’in bak akıllı olun, gelirim üzerinize” dediği bilinen cesaretinin, uygulamalı dersiydi. Kendimize olan saygıları yitirdiğimize dair üstün cesaretimizle, alkolün dostluğuna yanlışlıkla sığınarak eğleneceğimizi sandığımız bir vicdani yanlışın kaderimizmiş tesellisiydi. Cesaretimiz, yanlış yerde yanlış insanlarla olmaktan başka ne olabilirdi ki…

Üstelik karındaşınızı seçebilme şansınızın olmadığı, kardeşim diyebilecekleri ise seçebilme şanslarınızın olduğu bu yaşam olgusu içerisindeki, tatlar ve acılarıyla…

BÖLÜM–3’ün SONUCU:

ORMANLAR KRALI ASLAN İLE FARE ARASINDAKİ CESARET TARTIŞMASINDAN HAREKETLE DEĞERLENDİRME

Ormanlar kralı aslanın, fare ailesinin lideri erkek fare ile ormanla ilgili memleket meselelerini görüşmesi gerekmektedir.

Tilki ile özel ulak bu çağrısını fare beye ilettirir.

Aslan birkaç saat bekler ama ne gelen, nede giden var.

Büyük bir kızgınlıkla tekrar tilki ile haber ulaştırır.

“Bir de sor bakalım, , gelmek istemiyor mu..?”

Fare, kapısının önüne çıkıp elini beline doğru alarak, hışımla tilkiye bağırır…

“Defol lan, o aslana da söyle gelirsem onun sülalesini öperim…”

Tilki çok şaşkın olarak, aslanın huzuruna çıkar ve farenin söylediklerini ezile sıkıla korkarak anlatır.

Aslan güler ve tilkiye sorar, “Yanında karısı mı vardı..?”

Hayatla başa çıkabilmek zor bir olgu.

Birçoğumuzun hayatında ama bir ama birkaç kez ölmek isteği oluşur. İntihar etmek istemişizdir.

Bu husustaki cesaret başlangıcı acı yada mutlu sonu ile ilgilidir.

Yaşam bitmiş ise, başlangıcından sonucuna kadar yanlış bir cesaretin korkunç intikamının yengisi kazanmıştır.

Şairin dediği gibi ; yaşadıklarımızdan öğreneceğimiz o kadar çok şeyimiz var ki.

Kimi zaman birilerine zevk alsın diye eski tabirle müsamaha gösterirsiniz.

Kimisi tacınız, onurunuz olur, kimisi ise, var siz tahmin edin, esasen rezildir, rüsva olur.

“Büyüksün büyük adamsın dedik,

Eğdik başımızı otur buyur,

Saltanatın olsun diye,

Ne bilirdik ki, behey densiz,

Böyle yapacağını senin,

Keşke altına, bez bağlasaydık”

Dileğimiz odur ki; küçük veya büyük “Cesareti” iyi kullanmak zorunda olduğumuzu asla unutmayalım.

Bir fili bile, karıncaların, çok kısa süreçte bitirebileceğini de, asla unutmayalım.

Öner SAMANLI

19.03.2009 ÜSKÜDAR

( “ HAYATIM ACI BİR ROMAN - ANILAR VE BELGELER “ BETİĞİMDEN ALINTI OLUP DİĞER BÖLÜMLERİ İLE OKUYUCULARIMIZA SUNUMU DEVAM EDECEKTİR)

 
Toplam blog
: 295
: 3087
Kayıt tarihi
: 22.08.08
 
 

Prof.Dr. Öner Samanlı, yıllarını eğitim ve öğretim faaliyetlerine adamış, birçok bilimsel makalen..