Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

14 Ocak '08

 
Kategori
Aile
 

Siz olsanız yaşlanmak ister miydiniz?

Siz olsanız yaşlanmak ister miydiniz?
 

Herkes bir gün yaşlanacak...


Geçen hafta yayın organlarında içimizi burkan bir konu vardı. Aslında hayatın içinde daima yaşanan gerçeklerin, arada bir yüzeye vurmasından başka bir şey değildi. Huzurevi gerçekleri.

Huzur evlerinin bakımsızlığı ve orada yaşayan yaşlılarımızın gördüğü muamele. Ülkemizde sadece huzur evlerimi aynı durumdaydı oysa. Miniklerimizin yaşadığı yurtlar nasıldı? Hiç biliyor muyuz ? Hiç merak ettik mi? Hayatın içinde en çok etkilenip en çok zarar görenler çocuklar ve yaşlılar değil mi?

Konum, Huzurevlerinin yönetimi yada yönetimsizliği değil, bunlar artık bilindik manzaralar. Gerçek anlamda denetim, insanlarda vicdan olmadığı sürece de hiç düzelmeyecek.

Benim bahsetmek istediğim yaşlılarımız. Anne, baba, büyükanne, büyükbaba. Hepimizin bir babası var, yada vardı. Hepimizi bir anne, tam dokuz ay karnında taşıdı. Bizi kanıyla canıyla besledi. Peki ne oldu da onlara düşman olduk? Yada ne zaman olduk? Onları huzurevlerine bırakacak ne yapmış olabilirler?

Ben bir anneyim. Belki de anne olana dek annemi anlamadım. Yada anlamak istemedim. Bebeğinizi içinizde ilk hissettiğiniz, yani tekmesiyle buradayım varım dediği andan itibaren anneliği yaşıyorsunuz. Hamilelik sürecinde yaşadığınız sıkıntılar ve duygusal karmaşaların sonunda onunla tanışıyorsunuz. Ve o kucağınıza ilk geldiği andan itibaren ; kendi hayatınızı ikinci plana atıyorsunuz. Onun için nefes alıyor, onunla gülüyor, onunla ağlıyorsunuz..

Hasta olduğunuzda bile iyileşme sebebiniz yalnızca onun için oluyor. Her şeyiniz ona endeksli; yemeğinden, uykusuna kadar an be an onunla planlıyorsunuz hayatınızı. Bu bir seçimdir sizin için , onu istemiş ve doğurmuşsunuzdur. Bu seçim, sizi hayatınızın sonuna dek etkiler.

Bebeklik dönemi bittiğinde sorunların bittiğini düşünenler varsa yanılıyor. Çünkü daha başka sorumluluklar başlıyor. İşte tam o zaman; bir insan, adam gibi bir adam, yetiştirmenin yükünü almaya başlıyorsunuz. Bu koşuşturmaca aslında ölene dek süren bir serüven. Yani ondan, varlığından hiç pişman olmuyorsunuz. Belki de hayat boyu pişmanlık duymadığınız tek olay.

Ama gün geliyor; o ayaklarının üzerinde dururken, siz yardımsız ayakta durmak değil bazen oturamıyorsunuz bile. Yemeyip yedirdiğiniz, sırtınızda bir kambur misali bıkmadan sizden bir parça olarak taşıdığınız evladınız. Sizi taşımaya yanaşmıyor. Kimi zaman yemeğinizi yemekte zorlanabiliyorsunuz. Küçük bir bebek iken mama yediğinde önünü sürekli kirlettiğini unutup, belki de sizi yemeğinizi döktüğünüz için azarlıyor.

İnsan yükünün ne kadar ağır olduğunu o zaman hissetmeye başlıyorsunuz. Yılların omuzlarınıza veremediği yük, işte o an sizi bitiriyor. Susuyorsunuz. Size bakmakta zorlanan ve yerinizin huzur evi olmalı kararını alan çocuğunuza boyun eğiyorsunuz.

Tabi madalyonun diğer bir yüzünü de asla atlamamak gerekiyor. Çocuk mu enik mi doğurduğunu umursamayan anneler, bakmayı bırakın varlığının bile rahatsızlık olduğunu söyleyen babalar, daha doğar doğmaz çöp tenekelerine atılan, bebekliğini, çocukluğunu yurtların soğuk duvarları arasında geçiren insanlar yok mu? Var elbette. O anne ve babalar bir şekilde zaten cezalarını çekiyorlar.

Neyse kaldığımız yere dönelim. Ben, ömrünü evladına adamış ailelerden ve vefasız evlatlardan bahsediyorum. Huzurevleri paralı zaten. Yani bu bakıma muhtaç insanları orada bakılması için bir miktar parayı verenler demek ki bundan kaçmıyorlar. Peki ne o zaman o siz ufacık bir çocukken yüzünüze bakmaya kıyamaz iken siz onun yüzünü görmeye mi tahammül edemiyorsunuz? Siz bakmaya üşeniyorsanız, bakacak birini bulabilirsiniz ama yanınızda gözünüzün önünde.

Ne zaman büyüyüp? Ne zaman düşman oluyorsunuz? Sizi göbek bağı ile birbirinize sarmalayan bağ ne zaman kopuyor da akraba yerine bile koyamıyorsunuz? Her dediği her yaptığı gözünüze batar oluyor? O değil miydi arkanızı toplayan? O değil miydi sizin için çalışan, adeta pamuklara sarmalayıp saran? O değil mi şımarıklıklarınıza göz yuman? Siz neden onun hastalığına belki de çocuklaşmış davranışlarına katlanamıyorsunuz?

Başka bir insan hayatınızı onun yerini alabilecek kadar mı dolduruyor? Biraz vicdan biraz sevgi gerekiyor. Ne çabuk unutuyorsunuz ona verdiğiniz öpücükleri kucak dolusu sevgiyi?

Onu değiştiren yürümekte zorlanan ayakları mı? Sizi saran ama şimdi sürekli titreyen elleri mi? Artık aynada kendi yüzünü bile görmekte zorlanan gözleri mi?Sizi uzaklaştıran çocuksu tavırları mı? Hiç bitmeyen öğütleri mi?Biraz aksi olmak onu hayatınızdan çıkarmaya değer mi?

Bunlara alışık değilsiniz belki de, ama unuttuğunuz; onun hiç değişmeyen yüreği, o son ana dek sizi sevecek bunu asla unutmayalım ve unutturmayalım. Onlar bizim temelimiz onlara sahip çıkmazsak asla huzur bulamayacağız.

Ailelerimizi huzur evlerine onları soğuk duvarların yalnızlığına , bakımsızlığa terk etmeyelim . Bizim bile sevgi göstermediğiniz ailemize bir yabancı sevgi verebilir mi? Kim hatasızdır ki? Her daim yaşanan kuşak farklılıkları bizi canımızdan ayırabilir mi? Aynı düşünmediğimiz aynı yaşamadığımız için onlardan vazgeçebilir miyiz? Evet maalesef geçeriz. Yani geçenler var, ve olacak. Hiç düşünmeden acımadan tek bir hatası ile yada bakım istediği için onları yalnızlığa terk ediyoruz. Çünkü biz toplumca vefasızız olduk galiba. Unutulmamsı gereken diğer bir nokta ise bir gün bizimde yaşlanacağımız.

Sevgiyle Kalın.

 
Toplam blog
: 18
: 920
Kayıt tarihi
: 18.05.07
 
 

1971 İstanbul doğumluyum. Evliyim, dört yaşında bir oğlum var. Her ne kadar şu an ev hanımı olarak g..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara