Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Eylül '19

 
Kategori
Edebiyat
 

Söğüt Ağacı (3)

Çetin’de koka yiyecekti; ancak, kokayı nerde, nasıl yapacağını bilmiyordu. Hacer yengesinden yardım istemeye karar verdi. Damdan düşer gibi bana koka hazırlar mısın diyemezdi. Yengesi avluyu temizlerken, yakınında volta atmaya, avluyu çevreleyen duvarlar arasında gidip gelmeye başladı. Volta atarken önüne bakacağına, dalgın gözlerle, yengesine bakıyordu. O kadar çok dalmış olacak ki dördüncü turda duvara tosladığında acıyla “anam” dedi. Hacer, başını kaldırıp baktığında Çetin’in burnunu tuttuğunu gördü. Süpürgeyi elinden bırakarak Çetin’e doğru dört adım attı:

-Ne oldu yengem?

-Sana bakarken duvara tosladım.

-Elini çek bakayım. Önemli bir şey yok gibi. Bana ne diye bakıyordun?

-Şey…

-Şey ne?

-Diyeceğim vallahi. Bana koka yapar mısın?

Yengesi gözlerini Çetin’in gözlerine dikti. Aşk parıltısı olabilir mi diye düşündü:

-Kardeşim büyümüşte koka istiyor. Yeter ki sen iste; ama bana doğruyu söyle. Gönlünde biri var mı?

Var diyerek soru yağmuruna tutulmak istemedi:

 -Yok. Kim su verecek, merak ediyorum.

-İyi, dediğin gibi olsun. Sen şimdi nereye gideceksen git. Akşam geldiğinde kokan hazır olur; ama bir şartla. Kimin elinden su içtiğini bana söyleyeceksin. Kokayı dama ben koyacağım.

Akşam yer sofrası kuruldu. Gariban sofrasında türlü türlü yemekler olacak değildi ya. Ortada, kocaman bir tabakta bulgur pilavı, birkaç tanede şor balık vardı. Hacer, o akşam için şor balığı özellikle seçmişti. Şor balıktan sonra beş on bardak çay içmemek olmazdı. Sıra çaya geldiğinde ortaya bir bardak eksik geldi. Çay, bardaklara konulup dağıtılıncaya kadar kimse eksik bardağın farkında değildi. Çetin’e çay verilmediğinin farkına varan abisi oldu. Fikri abisi bir Çetin’e bir hanımı Hacer’e baktı. Hacer’im diyecek olduğunda kelime boğazında düğümlendi. Babasının yanında Hacer’im diye hitap etmesi ayıp olurdu. Anasına seslendi:

-Bardak yok mu? Gelinin Çetin’e çay vermedi.

Anası deryalara dalmıştı. Oğlunun ne dediğini duymadı. Babasının kulağı, radyoda seslendirilen odam kireç tutmuyor türküsündeydi. Bu türküyü dinlediğinde kendinden geçerdi. O anda da kendinden geçmişti. Her evde radyo yoktu. Daha çok gelir düzeyi yüksek olanlarda bulunurdu. Nahırcı Musa, türküleri çok sevdiğinden borçlanarak bir radyo almıştı. Çetin, babamın yanında ortalığı karıştırma der gibi başını öne eğdi. Hacer, kocasına, “Çetin çay içmeyecekmiş” dedi. Fikri’nin, neden diye sormasına fırsat vermeden eliyle sus işareti yaptı. Sonrasında çay veriyormuş bahanesiyle yanına yaklaşarak kulağına fısıldadı:

-Hıdırnebi’deyiz. Anla işte, kardeşini utandırma.

Zamanında Fikri’de koka yemiş, Hacer’ini görmüştü. Elini dudağına dokundurarak sustum işareti yaptı. Odalarına çekildiklerinde Hacer’i uyardı:

-Çocuğun aklına şimdiden evlenmeyi sokma; askerliğini yapmadan olmaz.

-Ne evliliği be Fikri… Heveslenmiş, hevesini kırmadım, koka yaptım. Sen sanki koka yemedin mi? Koka yedikten sonra, hemen beni istemeye mi geldin?

-Ben söyleyeceğimi söyleyeyim de.

Şor balığın üstüne kokanın yarısını yiyen Çetin’in dili damağı kurudu. Tükürmeye kalkışsa ağzında tükürük yoktu. Ne var ki gece su veren olmadı. Sabahın ışıklarıyla uyandığında susuzluktan bitkin haldeydi. Yataktan kalktığı gibi mutfağa gitti. Sürahideki ılık suyun yarısını bir defada içti. Nefes almadan, suyu midesine nasıl indirdiğini kendisi bile anlayamadı.

Hacer, su veren kızı ve suyu veriş şeklini çok merak ediyordu. Çetin, su veren olmadı diyemedi. Yengesine verdiği söz aklına gelince bir şeyler uydurdu:

-Avluda bağdaş kurmuş, gözümü duvara dikmiş, oturuyordum. Duvarın, yavaş yavaş yere doğru yayıldığını, upuzun kırmızı halıya dönüştüğünü gördüm. Halının bir ucunda ben bir ucunda kız vardı. Sırtını söğüt ağacına dayamış bana bakıyordu. Bir süre baktıktan sonra bana doğru yürüdüğünü görünce ayağa kalktım. Ayağa kalkınca söğüt ağacının da bana doğru yürüdüğünü fark ettim. Sanki güneşten korumak için gölgesini kızın üzerine salıyordu. İlk anda yüzü belirsizdi. Yaklaştıkça netleşti. Simsiyah, omuzlarından aşağı inen uzun saçları vardı. Kaşları kapkaraydı. Mavi gözlerinin içi güneş gibi parlıyordu. Sağ yanağında gamzesi vardı. Bir ara, utandığından olacak, yanaklarının kızardığını gördüm. Dudaklarına bir şey sürmemişti; ama kiraz renginde görünüyordu. Boyu boyuma denk, kumral biriydi. Beli incecikti. Bana doğru yürüdüğünde ellinde hiçbir şey yoktu. Birden bire sağ elinde bir demet çiçek beliriverdi. Nasıl olduğunu anlayamadım. Çiçeği bana doğru uzattığında bardağa dönüştü. Elimi uzatıp alacakken “olmaz” dedi. Suyu vermeyecek sandım; ama kendi eliyle içirdi. Olmaz dedikten sonra tek kelime konuşmadı. Ben konuşmak istediğimde sanki dilim tutuldu. Suyu içirdikten sonra aniden kayboldu. Ne kırmızı halı vardı; ne söğüt ağacı. Duvar eski haline geldi.

Hacer hafızasını yokladı. Köydeki kızları gözünün önüne getirdi. Hemen hemen hepsi karakaşlı esmer veya kumraldı.Sarışın, beyaz tenli yok denecek kadar azdı. Uzun siyah saçlı, sağ yanağında gamzesi olan birkaç kız vardı; ama gözleri mavi değildi. Gözleri mavi olan kızların biri haricinde gamzeli olan yoktu. Bu kızın gamzesi sol yanağındaydı. Uzun saçlı, mavi gözlü, iki kızın, iki yanağında gamzeleri vardı. Kiraz dudaklıları hayal bile edemiyordu. Hacer’e göre her kız, en azından köydeki kızlar utandığında yanakları kızarırdı. “Bu kız bizim köyden değil” dedi.

Tarif ettiği kız köyden değildi. Çetin, su vereni değil ki su veren olmamıştı, yüreğine ateş düşüreni tarif etmişti. Yüreğine ateş düşüren Aysel’den başkası değildi.

Hacer, kokayı dama bıraktıktan sonra takip edecek, karganın götüreceği yönü Çetin’e anlatacaktı. Bu şekilde anlaşmışlardı. Kendi kaderini kendi görsün düşüncesiyle bu anlaşmadan vaz geçen Hacer, “kokayı dama sen bırak” dedi. Bu teklif Çetin’in hoşuna gitmedi. Su veren olmamıştı ki kokayı takip etsin. Hayal kırıklığı yaşamak, yengesine anlatacak yeni bir hikâye uydurmak istemiyordu. Bir hikâye uydurulacaksa yengesi uydursun istiyordu. “Oyunbozanlık yok” dedi. Yengesini, kokayı dama bırakmaya, göreceklerini anlatmaya razı etti.

Hacer, kokayı yerden görebileceği bir şekilde dama bıraktıktan sonra eğri büğrü ağaçlardan yapılan merdiven basamaklarından bir, bir aşağı inerken gözü damdaydı. Aşağı inmeye iki basamak kala bir karganın yaklaştığını görünce olduğu yerden gözetledi. Dama konan karga kokaya gagasıyla bir defa dokunduktan sonra havalandı. Havada iki tur attıktan sonra komşunun damına kondu. Damına konduğu evde gelinlik çağında kız yoktu. Bir an için kaderinde sekiz yaşındaki küçük Nuran mı var diye düşündü. Bugün için anlamsız gibi gelse de on sene sonra on sekizinde bir kızla yirmi sekizinde bir erkek evlenebilirdi. Çetin evlenmek için on yıl bekleyecek miydi?

Karganın gagasında koka yoktu. Ne olduğuna bakmak için tekrar dama çıkmayı düşündü. Hatta bir basamak çıktı. O esnada bir karganın daha yaklaştığını görünce, merdiven basamaklarını inmeden aşağı atladı. Aşağı atladığında gözleri karganın hareketlerindeydi. Bu karga bir önceki karganın gagasıyla bir defa dokunup bıraktığı kokayı yedikten sonra havalandı. Komşu dama doğru uçunca Hacer içinden “buda Nuran’ı gösteriyor” dedi. Karga, Nuran’ın oturduğu evin damına konmadan döndü, kokayı yediği yere kondu. 

Çetin’in anlattıkları ile Hacer’in gördükleri farklıydı. Kargalar; mavi gözlü, uzun saçlı, gamzeli, kumral kızın oturduğu evi işaret etmemişlerdi.

Hacer, Çetin’i üzmek istemediği için karganın kokayı damda yediğini söylemedi. Kendince Çetin’e su veren kıza yön tayın etti. “Karga kokayı alarak kuzeye doğru uçtu. Gördüğüm kadarıyla köyden bir dama konmadı” dedi. Yengesinden bu sözleri duyan Çetin’in gözlerinin içi parladı. Karga, Çetin’in istediği yöne uçmuştu. “Konacağı damı görmeyeceğini biliyordum” dedi. Bu kez şaşıran Hacer oldu:

-Nasıl yani?

-Aysel bizim köyden değil.

-Aysel mi dedin?

-Aysel mi dedim? Yok, kız köyden değil demek istedim. Köyden olsaydı su verirken tanırdım.

-Lafı eveleyip geveleme. Belli ki gönlünde Aysel diye biri var. Sevginden haberi var mı? Seni seviyor mu? Aysel’in kim olduğunu anlat bakayım.

Söz ağızdan çıkmıştı. Kaçışı yoktu. Yengesi peşini bırakacak gibi değildi. Anlatmak zorunda kaldı:

-Aysel Purul köyünden Hüsam’ın Hüseyin’in kızıdır. Geçen sene Cezo’nun Reco’nun düğününde gördüm. Gerçi sen bu kişileri tanımazsın. Neyse… Gözlerim hep üstündeydi. Bir ara göz göze geldik. O anda göz attım. Karşılık vermeden başını eğdi. Eve geldikten sonra gece boyunca hep Aysel’i düşündüm. Aklımdan çıkmıyordu. Evi Erciş yolunun üstündedir. İki defada evinin önünde gördüm. Aklımdan çıkmayınca Erciş’e her gidişimde evine baktım. Sanki kayıplara karışmıştı. Beni görünce gizleniyor gibi geldi. Vaz geçmedim. Tekrar gördüğümde göz attım. Aysel’de bana göz attı. Daha sonra Şakir’in Şeko’nun düğünde karşılaştık. Bir ara yanından geçer gibi yaparak eline mektup tutuşturdum. Of be yenge, hepsini anlattırma.

-Ben sana teferruatlı anlat demedim ki. Madem anlattın bir şey sorayım. Purmaklılar üç yoldan Erciş’e giderler. Aysel Purullu olduğuna göre Hergin yolu üzerinde değildir. Purul’un içinden Erciş’e giderken kullandığımız iki yol var. Biri kanal yolu, biri de nahır yoludur. Aysel’in evi hangi yolun üzerinde?

-Nahır yolunun üzerindedir.

Hacer; sevinse mi, üzülse mi bilemedi. Karga kokayı Purul’a doğru götürmemişti. Aysel’in hali vaktini de bilmiyordu. Ekonomik olarak denkse mesele yoktu. Ya değilse…

Çetin, ilkokuldan sonra okumadığı gibi mesleği de yoktu. Gündelik iş bulursa çalışır, bulamazsa boş gezerdi. Hali vakti yerinde olan kızı işsiz birine verirler miydi? Gerçi kocasının da işi yoktu. Zaman zaman tarlalarda zaman zaman inşaatlarda çalışırdı. Kıt kanaat geçinip gidiyorlardı. Hacer çocukluğundan beri kıt kanaat geçinmeye alışıktı. Aysel kıt kanat geçinmeye alışık değilse evlenseler bile geçinebilecekler miydi? Belki de bu sebeple karga kokayı Purul’a doğru götürmemişti.

Çetin ile Hacer, Aysel’i konuşurken bir ses duyuldu. Sese ilk kulak kabartan Hacer oldu. Kokayı dama bıraktıktan sonra evin bahçesinden ayrılmamıştı. Konuşan her kim ise hangi arada dama çıktığına mana veremeyince Çetin’e sordu:

-Sende duydun mu?

Çetin kulak kabarttı:

-Tandır evinin damından geliyor.

-Damda kimin ne işi var.

-Yenge, dünden beri ne konuşuyoruz. Hıdırnebi olduğunu ne çabuk unuttun. Git torbaya bir şeyler koy.

-Of be! Neyimiz var, ne koyayım.

-Bir avuç den koyarsın.

-Denimiz mi kaldı. Neyse bir avuçta olsa koyayım.

Hacer deni torbaya koyarken söylendi:

-Fakirin damında ne işiniz var. Osman ağanın, Bekir ağanın damına gidinde torbanız dolsun.

 
Toplam blog
: 45
: 180
Kayıt tarihi
: 17.04.13
 
 

1961 Erciş doğumluyum. İlk öğrenimimi Erciş Emrah ilkokulunda tamamladım. Konya Ereğli İvriz Öğre..