- Kategori
- Gündelik Yaşam
Sokak Susamları

Susam Sokağı
Siz "Sokak Susamlarını" bilir misiniz? Ben bilirim. Zira küçüklüğüm sokak susamları İle geçti benim! Bazen okulda son derse doğru cebimde kalan son kuruşla aldığım simitten öylece yere düşerlerdi. Ben çok acıktığımdan mideye indirirken simitleri onları hiç farketmezdim. Kim bilir belki de intihar ediyorlardı biçareler. Bunu hiç anlayamadım. Ama hep üzülürdüm sokak susamlarına. Bakakalırdım arkalarından içli gözyaşlarıyla. Hani bazen babalar sabah fırından aldıkları taze simitleri eve doğru getirirler ya. Hani susamlar sıcak sıcak simitlerin üzerinde evlerine doğu yol alırken ansızın kopup sokaklara savruluverir ya! Hatta bazen afacan bir çocuğun ellerinden yerlere dökülüverirler. Bazen de son simit lokmasından ağız kenarlarına bulaşıp kalıverirler. Hani silinip bir peçeteyle öylece garip ve yetim sokaklara atılıverirler. İşte böyle bir şeydir sokak susamı olmak! Çok zordur sokak susamı olmak! Öyle sokak köpüşleriyle; karda, yağmurda ve çamurda dolaşmak.
Aslında benim sokak susamları ile ilk ilişkim daha eskilere dayanır. İlkokulda okul kantinini biz işletiyorduk. Yok yok nazi kampında değilim. Bildiğiniz “Milli Ezberiye Okulunda” okuyordum. Çarpım tablosunun ilk okul sonlarına kadar ezberletildiği dönemlerden bahsediyorum. Şu abeküs-mabaküs olan zamanlardan. Hoş şimdi de pek farkı yok ya, Neyse... İşte bizim söner sermaye ilk okulda çocukları kantinde çalıştırmaya karar vermişti. Ben tabi baş sazan olarak hemen atlayıvermiştim. Hem kantinde çalışanların havası da bir başka oluyordu canim. Çalışma sonucunda her gün üç simit, bir Uludağ gazoz İle ödüllendiriliyorduk. Teneffüse çıkınca hemen kantine koşardın. Herhalde okul yönetimi çocuklar iş hayatına erken yaşta intiba etsin diye bu yolu seçmişti. Yoksa müdürün kapitalist bir hali de yoktu hani. O zamanlar bildiğiniz cebi meteliksiz, ayın sonunu zor getiren namuslu bir devlet memuruydu işte.
Evet be sokak sussamları ile o zamanlarar tanıştım. Gün sonunda simitelerden kalan susamları toplayıp yiyerek arkadaş oldum onlarla. Hem biliyor musunuz yazık oluyordu onlara. Hani simidi yerken susamları dökülür ya, hani sen elinin başparmağı ile basa basa toplarsın da onları mideye İndirirsin ya! Tabi buradan anlatmakla olmuyor. Sokak Susamı olmak lazım. Zordur öyle yuvadan vatandan kopmak! Acıdır hain bir baş parmak tarafından ezile ezile toplanmak! Ama ben anlıyorum onları. Yoksa siz ömrü hayatınızda hiç denemediniz mi bunu! Yok yok geç kalmadınız deneyin bir kez. Tatları acı ama güzeldir. Sabahları ceplerinde beş kuruş parası olmadan sokaklara savrulan sokak çocukları ve biçareler için pirzoladan, hatta kuzu çevirmeden daha iyidir! Zaten sabah sabah kim bulacak kuzuyu da çevirecek canim. Hem kuzu çeviremiyorlarsa simit yesinler aynı hesap!
Bir de "Susam Sokağı" diye bir çocuk programı vardı. Hani kurbağa Kermit bir şarkı söylerdi, "Arada Kaldım Hiç Yok Yere Ara Da Kaldım" diye... İşte Allah sizi inandırsın o beste o arada kalan susamlar için bestelendi. Hani dişlerin arasında kalıp da bir kürdanla yetim sokaklara savrulan sokak susamlar için. Ah ah işe böyle sordur Sokak Susamı olmak, arada kalmak, sokaklarda tek başına yetim kalmak.
Arada kaldım. Hiç yok yere arada kaldım. Bir simit üzerinde çıkmıştım yola. Ansızın düştüm çamurdan sokaklara. Bir baktım ki sokak susamı oluvermişim. Hiç yok yere orda burda arada kalıvermişim!
Kutay Bilgehan
Sokak Susamları ve Sokak Çocuklarına...