Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '10

 
Kategori
Bebek - Çocuk
 

Sokak ve Çocuk

Sokak ve Çocuk
 

O sokakta yürümek istediğimde, nedense o isteğimi gemleyen, o isteğime karşı duran gerçekler karşısında, ne yapacağımı bilemez olur ve o gerçeklerin yüzüme doğru vuran haykırışına yenik düşerim. Yolumu değiştirsemde, yönümü başka dalgalara, başka rüzgârlara doğru çevirsemde, zihnimin bir yerlerine, o sokağın gerçeği yerleşmiştir. Aklımdan çıkmaz o sokağın yalın ayaklı, çıplak bedenli çocukları. Bende böyleyim işte. Var olan sorunlara karşı yüzümü sakınmak iradesi vardır bende. Görmek istemem. Ruhumun daralmasından korkarım. Yüreğim kabarır ve içimde inceden inceye bir erime beliriverir. Ne zaman o sokaktan geçsem veya geçecek olsam, bendeki ruh hali yukarıda vurgusunu yapmaya çalıştığım şekli iledir.

Evler döküntüdür o sokakta. Yıkıldı yıkılacak hali vardır evlerin. Bastona ihtiyaç duyan ihtiyar misalidir her bir ev. Öldü ölecekler. Ve içinde yaşayanlarda o evlerin suretini yüzlerinde taşımaktalar. Çocuklarda öyle. Yalın ayak, çıplak beden ve benizin, betin kalmadığı o küçük afacanlar. En çokda yüreğimi burkan bu yanı oluyor o sokağın. Tam girecekken o sokağa, birden her yanımda şimşekler çakmaya başlıyor ve ben gerisin geri adımlarımı başka yöne çeviriyorum. Görmek istemiyorum. Gerçekler karşısındaki zayıflığımın bir eseri mi? Bilemiyorum.

Fıldır fıldır gözleri, çelimsiz bacakları ve usturaya vurulmuş kafası ile atak olduğu her halinden belli o küçük çocuk yanıma gelmiş

-“Amca ya amca, bana para versen ya, çikolata alacam kendime” demişti.

Hafiften başımı yana çevirip, ağır ağır yürümeye devam etmiştim ama nafileydi, o küçük çocuk peşimden ayrılmıyordu.

-“Amca, ne olur bana bir çikolata ısmarlasan?”

Henüz altı yaşında ya var, ya yoktu bu çocuk ve her bir kelimesi yüreğime hançer misali saplanıyordu. Ben devam ediyordum yoluma ve o küçük çocuk laf sokuşturuyordu bana.

-“Hadisene be hadisene. Bir çikolatayı çok mu görüyon amca? Ne olur bana bir çikolata ısmarlasan?”

Elinde küçük bir sopa taşıyordu, asa gibi ve peşimden ayrılmıyordu küçük afacan. Ben ağır aksak yürüyor, çevreyi kolaçan ediyordum ve bir an önce o sokakta görmek istediğimi görüp, işimi bitirip, ayrılmak istiyordum. O etrafı kolaçan vaziyetlerimle, sokaktaki fakirliğin her zerresi gözüme ilişiyordu. Hepsi bir bütündü. Sokak, sokağın evleri, çamuru, ihtiyarları, kadınları, çocukları. Hepsi fakirliğin, yoksulluğun bin bir şeklini yaşıyorlardı. Hayatından bezmiş ve yaşamaktan hiçde hoşlanmadığı her halinden belli olan, orta yaşlı bir adam yanımdan geçerken, gözünün ucu ile beni süzmüş ve “Buda kim olaki?” diye içinden geçirmiş hali ile yoluna devam edip, az ilerideki bir eve girmişti. Çocuk halen arkamdaydı ve bana soruyordu

-“Amca senin çocuğun var mı?”

Nereden karşıma çıkmıştı bu velet? Neden halen peşimden ayrılmıyordu? Neden beni soru yağmuruna tutmuştuki? Ona neydi benim çocuğumun olup olmadığından? Ben hafif hafif içimden sinirlenme emarelerine evirilirken, o küçük afacan yanıma iyice sokulup

-“Hadi be amca, ne olursun bana bir şeker ver?”

Benden gerekli ilgiyi göremeyen çocuk, bu defa üslubunu değiştirerek, tüm saldırı oklarını bana çevirmişti.

-“Amca seninde havandan geçilmiyor.” diye bir laf etmişti ve devamında,

-“Sen kimi arıyon amca buralarda?” diye sormuştu. Mahzun olduğunu düşündüğüm o küçük çocuk, büyük adam kıvamında benimle konuşmaya çalışıyor ve kendisine arkadaş arar gibi “Söylesen ya kimi aradığını, ben herkesi bilirim buralarda.” diyerek sağlı sollu salvolarla bana sırnaşmaya devam ediyordu.

Az ileride bulunan köhne, döküntü ve her tarafı toz içerisinde olan bir bakkal dükkânı gözüme ilişti ve bakkal dükkânına doğru yürümeye başladım. Ufaklık çikolata, şeker umudunu yitirmiş bir halde, halen bana sorular soruyor, sonrasında bir takım tavizler koparmak için fırsat kolluyordu. Ben bakkala doğru yürürken, o soruyordu,

-“Amca senin evin nerde?” diye.

Ben,

-“Sana ne?” diye karşılık verdiğimde, çocuk hiç bozuntuya vermeden ve gayet kendinden emin bir halde,

-“Ne kızıyonki, sordum sadece.”

Bakkal’ın kırık ve dökük, dar kapısından içeri girdim. Orta yaş üstü bir kadın ve kadının yanında oturan hayli ihtiyar, eli bastonlu, gözleri kaykılmış, kamburu çıkmış bir adam, tezgâhın arkasında oturmuşlar, sessizce müşteri bekliyorlar. Önümde duran kavanozun içerisindeki sakızlardan bir miktar aldım ve hemen yan taraftaki tozlu raftan birkaç tane çikolata ve şeker aldıktan sonra, gözüme ilişen birkaç tane daha çikolata misali şeylerden alıp, çantanın içerisine koydum ve dışarı çıktım. Ufaklık bakkalın biraz ilerisinde bulunan birkaç çocukla oyuna dalmıştı. Yanlarına doğru gittim ve poşetin içindekileri çocuklara dağıtmaya başladım. Çocukların o anki mutluluğunun tarifini anlatmak benim açımdan çok zor bir durum. O an sanki o çocukların ilk kez yaşadıklarını anladıkları anlardan birisi oluyordu. Onca tarifsiz yoksullukların sonrasında, bir tutam çikolatanın tadına bakmış olmak, bu çocukları başka gezegenlere alıp götürmüştü. O çocukların, o mutluluk anları hiç gözümün önünden gitmedi. Ben ağır ağır tekrar yürümeye başladım ve ufaklık yüzündeki o afacan hali ile peşime takılmış,

-“Amca ya söylesene sen kimi arıyorsun buralarda?” diye soruyordu.

-“Boyacı İhsan’ı arıyorum, buralarda bir yerde oturuyormuş.”

-“Şurası onların evi, ama köye gittiler.”

-“………”

Evin önünde durdum, yola kenar durumdaki camdan içeriye baktım, içeride kimsecikler yoktu. Geriye döndüm ve geldiğim gibi sokağın tekrar diğer ucuna doğru yürümeye başladım. Ufaklık peşimde. Kuyruk gibi. Bitmek bilmeyen soruları devam ediyor.

-“İhsan amcaya evinimi boyatacan?”

-“Evet.”

-“Ama onların ne zaman geleceği belli olmazki.”

-“………..”

-“Amca senin çocuğun var mı?”

-“Var.”

-“Senin çocuğun şanslıdır.”

-“Nereden biliyorsun.”

-“Ona her gün çikolata alıyorsundur.”

-“………..”

-“Amca senin evin nerde?”

-“Şu tarafta.”

-“O taraf neresi?”

-“……… Sen okula gidiyor musun?”

-“Evet.”

-“Kaçıncı sınıfa gidiyorsun?”

-“Bire gidiyom.”

-“Kaç yaşındasın?”

-“Yedi.”

-“Adın ne senin?”

-“Söylemem.”

-“Neden?”

-“Sen nerde oturduğunu söyledin mi?”

-“Sana ne benim nerede oturduğumdan?”

-“Benim adımdan sana ne?”

-“Haklısın.”

-“Tamam tamam söylim bari. Şehmuz.”

-“Şehmuz bu gün niye okula gitmedin.”

-“Annem göndermedi.”

-“Baban ne iş yapıyor Şehmuz?”

-“İnşaatta çalışıyor.”

Şehmuz’la sohbet ede ede sokağın başına gelmiştim. Arabama bindim. Şehmuz arkada bana bakıyor.

-“Amca bir daha gelecen mi buraya?”

-“Evet.”

-“Geldiğinde görüşürüz. Ben buralardayım hep.”

Ben hafiften gülümsedim ve ağır ağır o sokaktan ayrıldım. Hüzün verici o sokağa ne zaman gitmek gibi bir zorunluluğum olsa, içimde sıkıntı baş göstermeye başlar.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..