Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Temmuz '10

 
Kategori
Öykü
 

Şölen

Şölen
 

Taş Devri İnsanı


Selami her sene Çatalhöyük’e bisikleti ile giderdi. Yol kenarındaki bir kanalet fabrikası buna engel oldu. Orayı koruyan köpekler sürü halinde defalarca ona saldırmışlardı. Kimisinde bisikletinden düştü.

Bazen korkarak o fabrikanın önünden geçti. En ilginci köpekler ona saldırmasın diye yol kenarından bulduğum kurbanlık inek kemiklerden birini aldı. Amacı köpekler kemiği sever ve elindekiyle onları kandırmaktı. Ama dönüşte kemik işe yaramadı. Köpekler yine saldırdı. Her zaman olduğu gibi bekçiler geldi. Köpekleri sakinleştirdi.

Az ilerilerde ise bir köpek ona yaklaşıyordu. Durdu. Araba geliyordu. Sürücüsünden yardım istedi. Araba onunla köpeği geçesiye kadar beraber yavaş yavaş gitti. İşte o günkü çatal höyük müzesi gezisinde yeni şeyler keşfetti.

Müzenin duvarındaki höyükten çıkmış insan kemiği resmi asılıydı. Hiyerogliflerin çıkışını biliyordu. O resimde insan kemikleri harf oluşturmuş bilinç altına fısıldıyorlardı. Her şeklin bir harf olduğunu düşündü. Bu aklına gelince duvara yöneldi. Gözünü insan kemiği resmine iyice yaklaştırdı. Kemikte görebildiği en küçük şekli avucuma çizdi. Diğer taraftan müzeye milyonlarca kişi geliyor ve o resme bakıyorlardı. Ama onun avucuna çizdiği o şekli göremezlerdi. O şekil ona özeldi.

Keşfedilecek çok şey vardı. Müzeden dışarıya çıktı. Tepeye baktı. Çalışma alanının üstü çadırlarla örtülmüştü. Güvenlik kulübesinin önünde çeşme var. Oraya gitti. Su içti. Höyüğe geldiğine dair bir kanıtı olmalıydı. Bunlardan biri müze defterine yazdığı notlar. Diğeri çeşmeden içtiği su. Bu izler düşüncesinde höyük ile bağlantı sağlıyor. İlgisini çeken şey karşısında binlerce yıl önce bir höyük yükselmiş. Ama etrafa baktı. Höyük çevresi hiç toprağı toplanmışa benzemiyordu.

İzler binlerce yıl yağan yağmurlar sayesinde görünmez hale gelmişti. Neoletik çağ höyük insanını geyik avlarken düşündü. Silahları mızraktı. Birkaç kişi avlanan geyiği bacaklarından sürükleyip evlerin yanına getiriyordu. Geyik zorlukla evin giriş kapısı olan dama çıkarılıyor. Oradan içeriye alınıyor. Geyik keskin taşlarla parçalara bölünüyor. Sonra eti ya çiğ yeniyor veya ateş yakma becerisi ile geyik pirzola oluyordu. Tabi o zaman tuz yok. Höyük insanı geyiği tatlı ama tuzsuz bir şekilde yiyorlardı.

Onların ekmekleri yoktu. Kahvaltı nedir bilmezlerdi. Televizyonları yoktu. Teker bilinmezdi. O yüzden araba bilinmezdi. Uçak desen yoktu. Onun yerine kuşlar pençelerinde görünmeyen insan hayallerini taşırlardı. Duası kabul olacaklar için tanrılara adak edilmeye hazır kırılmayı bekleyen değerli bir eşya her zamanki yerindeydi.

O an onların varlığından günümüze baktı. Karışımda bir cennet gördü. Sonra bisikletine bindi. Eve dönmek için tekrar yola koyuldu.
Selami evine gelmişti. Odasındaydı. Hayatlar öylesine göründüğü gibi değildi. Doğada bilinmeyen yaşamlarda vardı. Bu yaşamları görmek biraz hayal, biraz metafizik kurgu gerektiriyordu.
Her şey Selami yolda giderken aklına birde gelmesi ile oldu. Selami Çatal höyük müzesine gide gele kazı alanındaki toprak altı hayatlar ona da bulaşmıştı. Bu temasta tarih öncesi insanlara yaklaşmış, hayatlarını öğrenmiş, hatta ne düşündüklerini bilmişti. Ayrıntılardan gitti. Mutlaka günümüze kadar gelen o insanların his türünden bir bağlantıları olmalıydı.

Derinlere inildikçe şekillerin hisleri, binlerce yıl bünyelerinde taşıdığını buldu. O an yolda giderken bir yerlerden çıkarılıp dökülen toprak yığınını gördü. Yığın bir yol inşaatına aitti. Koskoca toprak tepe atılacak yer olmadığı için oraya bırakılıvermişti.
Toprak yığınının arasında ufak tefek taşlarda vardı. Kendi kendine “Neden olmasın. Saklı kalmış varlıkları diriltebilirim” diye düşündü. Toprak yığınının üzerine çıktı. Dikkat çekici bir taş aramaya başladı. Tepede dolaştı durdu. Nihayet tepenin eteğinde beyaz ve kahverengi renklerinde bir taş buldu. Onu eline aldı. Düşündüğü yine olmuştu. O taşa bakınca anlamda birden geliverdi. Taş bir geyiğin toynağına benziyordu. Selami biliyordu. Doğada ki serbest tüm küçük taşlar birer hayvan fosiliydi. Onları bulmak taşa biraz anlam katmakla alakalıydı. Elinde taşı ile evinin yolunu tuttu.
Taşı önce güzelce çeşmede su ile yıkadı. Kuruladı. Artık temiz bir bebeği olmuştu. Şimdi onu inceleme ve keşfetme zamanıydı. Odasındaki masaya oturup Taşı önüne koydu. Bir süre taşa öylece baktı. Sonra taşın üzerindeki şekillere konsantre oldu. Bazı şekillere bulmaya başladı. Şekillerin küçük insancıklar olduğunu gördü. Sanki canlı gibiydiler. Şekiller hiyeroglifler gibi cezp ediciydi.
O an taştaki şekillerin yaşamına konsantre oldu. İnsancıklar ona sesleniyor gibiydi. Kulak kabarttı. İnsancıklar bir kurbandan bahsediyordu. Kurban sonrası şölen oldu. İnsancıkların inancı vardı. Adeta inanç onların hayatlarıydı. Ve kurban ettikleri şey onları hayatta tutuyordu.
Çok vahşiceydi. Selami onların arasına girip konuşmayı denedi. Olmadı. Onlar sadece kendilerinin dinlenilmesine izin veriyordu. İnsancıklar bir ara sustu. Sonra bir araya gelip konuşmaya başladılar.
Selami ürperdi. “Acaba bunlar bana tuzak mı hazırlıyorlar.” Diye düşündü.
Çünkü Selami on binlerce yıl uyuyan bir yaşamı uyandırmıştı. Ve o insancıkların bir hayvan değil insan kurban ettiklerini gördü.
Selami bu sefer taşı eline alıp koklamaya başladı. Tuhaf. Taşta kemik kokusu vardı. Kokuyu daha da belirginleştirmek için onu ateşe tutmayı düşündü. Mutfağa geçti. Ocağı ateşledi. Sonra taşı ateşin üzerine tuttu. Haklı çıkmıştı. Taş mis gibi kızarmış et kokuyordu. Taş alevde siyaha büründü. Bu sefer lavaboya geçip taşı yıkadı. Kuruladı. Sonra yine odasına geçti
Selami taşa baktıkça zevk duyuyordu. Birden aklına şekiller geldi. Yazının metafizik bir yaşamı vardı. Bünyesinde ses dahil hisleri barındırırdı. Neden binlerce yıl önce taşta oluşmuş şekiller böyle bir özelliğe sahip olmasın.
Önüne boş bir kağıt koydu. Eline kalemi aldı. Gözlerini taşa iyice yaklaştırdı. Sonra taştaki görülebilecek en küçük şekilleri çizmeye başladı. Bazen şekli görebilmek için derinlere iniyordu. O zaman konsantrenin verdiği bir ileti ile aklına gelen şekli çiziyordu. Bu ise görülebilenden daha da küçük olanlar içindi.
Nihayet sayfa doldu. Şekillere baktı. Şimdi artık övünebilirdi. Çünkü kimsenin görmediği şekiller kağıdın üzerindeydi. Bu müthiş bir şeydi. Artık çizdiği şekiller hislerinde ve ruhunda işlenecekti. Belki bu başkalarına da etki ederdi. Çünkü binlerce yıllık şekiller yazı kabul edilirse tesiri de o kadar büyük olacaktı. Zaten yazı da böyle bulunmuştu. İnsanoğlu bulduğu bir şekilden etkilenmiş, aynı etki sonrada yaşanınca şeklin ruh taşıdığını düşünmüştü. Daha sonraları ise şekil yazıya dönüşmüş. Yazı da bilgileri avlayan bir avcı olmuştu.

Tuna M. Yaşar


 
Toplam blog
: 18
: 484
Kayıt tarihi
: 19.04.08
 
 

Ortaokul mezunuyum. Müzik dinlemeyi ve gezmeyi severim. Çalışmıyorum..