Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ekim '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Solgun yürekler (Huzurevi)

Solgun yürekler (Huzurevi)
 

Ramazan ayıydı….

Hani yüreklerin merhametle dolduğu, yardımseverliğin arttığı, kinden, nefretten, kıskançlıktan, yobazlıktan uzak durulup , daha çok maneviyata ve huzura ağırlık verildiği ay var ya ! İşte ; o aylardan biriydi…

Olması gereken ; bir aya sığdırmamak ve yürekleri hep böyle bir ayın getirdiği temizlikle ayakta tutabilmekti ama insanız işte…

Kavgalarda, kıskançlıklarda , kötülüklerde , iyilikler ve güzelliklerde bizi sarmalayan duygu karmaşalığıydı.

Yaradandan hatıraydı bu duyguların hepsi. Bizim görevimiz ; iyileri fazlalaştırıp , kötülükleri aza indirebilmekti yaşamımızdan…

Ramazan ayının verdiği , yüreğimi her zamankinden daha çok maneviyata yönelttiğim bir dönemimdi , huzurevine ziyaretim…

Meğer ; ne yalnız , ne çaresiz insanımız varmışta ben bi haber yaşıyormuşum… “ Evet biliyorsundur “ve “Farkındasındır bunların”…Fakat ; içinde bulunmak bambaşka bir duygu…

Oraya giderken amacım sıcak bir yürekle , sıcak bir tebessümle kendini itilmiş ve yalnız hisseden insanların toplanmış olduğu yerde , kendi yalnızlığımıda onlarla kapatmaktı…Çünkü onlar orda olmanın hüznünü taşıyorlardı oysa bilmiyorlardı ki ; kalabalığın , gerçek yuvaların içinde bile , sessiz yalnızlık çığlıklarının varlığını…

Kendilerine bir ad vermişlerdi…

Onlara göre onlar istenmeyen ve terk edilenlerdi…

Her birinin gözlerine bakınca bu manayı çıkarmak zor değildi…

Gerek buruk cümleleriyle , gerek bakışlarıyla ifade etmişlerdi kendilerini sohbet ederken…

Duygularım , gel git yaşıyordu her biriyle tek tek sohbet ederken , her birinde farklı bir yaşam , farklı bir hüzün, farklı bir tad vardı… Kimi an hüzne boğuldum , kimi an yüreğime , ılık bir meltem havası esiyormuş gibi hissettim , kimi zaman da kızdım yarınlar için , emek verip , koklayarak büyütülen evlatlara kızdım… Yaşam kavgasına düşüp yada kendi kurdukları yuvayı ayakta tutma sevdasına , onları özenerek , itinayla , titreyerek büyüten canlarına yaptıkları ihanetten duyduğum kızgınlık sarıyordu bütün benliğimi…

Her birinin yüreğinden gelip , uzun değil , kısacık ama can yakıcı cümleleri ; bana bizi , biz insanoğlunu aslında ne nankör varlıklar ve ne yaralı , hastalıklı yüreklere sahip olan yaratıklar olduğumuzu hissettiriyordu…

Bir kez daha anlıyordum ; aslında ne kadar yalnız olduğumuzu… Yalnızlık insan alınyazısıydı belki ; eğer öyle olmasaydı , yalnız doğup , yalnız terk etmezdik bu sükutü hayal dünyayı…

Ama yinede insanız ve nefese ihtiyacımız var. Bu gerçeği bilmek bile , yalnızlığımızı kapatıp , onu gözümüzde şirinleştirmiyor… Bir sese , sıcak bir sese , sıcacık bir yüreğe , uzatılan samimi bir ele ya da sevgiyle bakan bir çift göze” İHTİYACIMIZ VAR İŞTE” !....

Bütün katları tek tek gezmiş , her biriyle ayrı ayrı vakit geçirmiştim. Üç katlıydı gittiğim huzurevi , en son kat kalmıştı ziyaret etmediğim , orda yatalak olan yaşlılar kalıyordu… Üçüncü kata çıktım , kalabalık değildi , diğer katlar gibi. Onlarında yanına gidip , her biriyle azda olsa sohbet ettim , son bir oda kalmıştı kapı kapalıydı , sadece bir kişi vardı ve yatağındaydı . Kapının camından bakınca , görebiliyordum onu.

Oda kocamandı , birkaç boş yatakta vardı. Fakat içerde bir nefes vardı yalnız ve hasta bir nefes ….

İçeri girdim ve yanına , yatağının başına yaklaştım. Yüzünde yaşlılığın ve yaşanmış yılların oluşturduğu çizgiler var fakat ilginç olan gözlerinde sıcak bir tebessüm vardı acıdan ziyade…

Uzanıp yatağına elini tuttum aynı sıcaklıkla karşılık verdi çok hoşuma gitmişti bu hali…

Halinde , diğerlerinden farklı birşeyler vardı , bulmaya çalışıyordum fark nedir ? diye ….sonra çözdüm gözlerindeki ışıltıydı onu bana farklı kılan , belki güzel geçmiş yılların birikintisiydi gözündeki ışık saçan fer... O yüzden bugününe taşımamıştı hüznü , gözleri geçmişini sevgiyle geçirmiş , koca bir geçmişin doyumsamasıyla bu kadar can verici ve ışıltılı bakıyordu…

Sonra sohbet etmeye başladık…

Bana neden burada olduğunu , bundan sonra neyi beklediğini anlattı…Hikayesi en az diğerleri kadar acıklıydı aslında…

Hayatta o ve çok sevdiği eşi varmış... Çocukları olmamış ve eşini kaybettikten sonra yapayalnz kalmış o yüzden bu huzurevindeymiş…Bir an önce , o çok sevdiği eşine kavuşmanın özlemiyle yanıp tutuştuğunu hissettim ya da hisettirdi…

“Ben yapayalnızım , hayatta nefese dair hiç kimsem kalmadı , benden öte”…dedi.

Bu cümle yüreğime sıkılmış bir kurşun acısı gibi işlemişti…

Ve ona “HAYIR YALNIZ DEĞİLSİN” dedim , buna ben bile inanmasamda…

“Bak ben geldim , beni hiç olmayan evladının yerine koyabilirsin “dedim..

“Olmaz , elden can olmaz can , candan gelmişse yanar adama “dedi…

Bende “İşte teyzeciğim burada yanılıyorsun” dedim..

“Bazen can , candan gelmişsede vefasız olabiliyor “

“O yüzden kendini şanslı gör , can dediğin yüzünü çevirip giderse işte! O acıtır adamı.”

“En azından biliyorsun ki ; emek verdiğin , titreyip dualarla büyüttüğün , nankör cana sahip değilsin.” “Bunu bilerek yaşamak daha çok yakar adamı ve sen buradaki en şanslı bireylerden birisin. Ne seni hayal kırıklığına uğratan , ne yalnız değilken sana yalnız olduğunu hissettiren bir varlık var bilincinde , kimsem yok deyip sineye çekmek en güzeli”…dedim.

Durdu uzunca bir süre…

“Haklısın kızım “dedi sadece gülen gözleriyle…

Bana göre o şanslıydı “evet “şanslıydı. Vefasızlığına şahit olduğu , yalnız değilken kendini yalnız ve sahipsiz hissettiren bir nefesi yoktu onun…

Umarım hepimiz onun kadar şanslı oluruz …

Şu yaşanası yalan dünyada , umarım yüreklerimiz pas tutmaz , umarım duyarsız ve sevgisiz insan yığıntısı halini almaz bedenlerimiz .

Ve umarım ; insanlığı unutturup bizi robotlaştıran dürtüler , beden ve yüreklerimizden uzak durur…

 
Toplam blog
: 73
: 717
Kayıt tarihi
: 17.10.07
 
 

1979 D.bakır doğumluyum. AÖF bankacılık bölümü okumaktayım. Yazmayı çok seviyorum, hayata bağlayıcıl..