- Kategori
- Anılar
Son sığınak (Karşı anı)

dostlar da terk ettiler
birer birer
yenilgileri de tatmaya başladım
acılara çoktan alışmıştım ya
en çok ta ihanetler koyuyor
dostum
ellerin neden
kan kokuyor?
pe®sona g®ata
Alıntı:
<ı>"İnsanlık Tarihi'nin en az 2 milyon yılı komünal bir yaşam olarak geçti. Bunun 1 milyon yılı komün gücünün olgunlaşmasıyla, 40 bin yılı komün yaşamının gelişmesi ve güçlenmesiyle geçti. Yani bugünden yola çıkarsak insanlık tarihinin %99'u kömünal bir yaşam biçiminde geçti. Yani bugün bir türlü tanımlayamadığımız "aşk", "sevgi", "vicdan", "din", "onur" gibi artık arkaikleşmiş insani değerlerin temelleri milyonlarca yıllık komünal yaşam döneminde genlerimize kazındı. Geriye kalan insan tarihinin %1'i bile bulmayan tarihinde ise komün anlayışının tam bir zıttı anlayış insanlığa hükmetmeye başladı. Bu sınıflı toplumun başlangıcına tekabül ediyordu. İnsanlığın çözülüşü böyle başladı... Milyonlarca yılda kazandığımız özellikleri bir kaç bin yılda tükettik, yok ettik."ı>
Üniversite yıllarıydı. Rastlantıların (ya da mutlak zorunlulukların ) biraraya getirdiği ilginç bir gruptuk: Ben petrol mühendisliği öğrencisi; Murat, Fizik'ten atılma ilginç, zeki bir kişilik; Ayşe, Murat'ın yüreğinde bir ateş yakan elektrik mühendisliği öğrencisi kız; Selçuk, Murat'ın hareketli geçmişinden bir dostu; Erhan, Murat'ın ağabeyinin askerlik arkadaşı (piyasa koşullarına lanet eden ve bu nedenle muayenehane açmayan, yalnızca hastanede çalışmayı yeğleyen) bir diş hekimi; Ali, Murat'ın geçmişinden, mücadele arkadaşı bir fırın işçisiydi.
Bizi bir araya getiren neydi peki?
Postmodern dünyaya bir başkaldırı; biraraya geldiğimizde oluşturacağımıza inandığımız o saf ve kardeşçe 'Voltron Gücü'.
Evet; bir komünal yaşam denemesiydi yapmaya çalıştığımız.
Murat ile Ayşe'nin nikahı için (mal bulmuş mağribi gibi peşimize muhabir yollayan) sağcı dergi içinse bir haber öznesiydik. Muhabir bizimle röportajında ağzımızdan "Evet biz komünal yaşam tarzını seçtik ve öyle yaşıyoruz" cümlesini alabilmek için binbir taklalar attırıyordu kelimelere. Rakip solcu dergi birkaç hafta önce böyle bir haber yapmıştı İstanbul kaynaklı; bu da Ankara'da keşfetmek istiyordu bizi. Bizse ısrarla etrafından dolaşıyorduk kavramların ve kıvrandırıyorduk kekeme muhabiri.
Süreç, böyle bir deklarasyonu hazmetmeyecek bir süreçti ve dikkatli olmak zorundaydık; şöyle tanımlamıştık çok ısrarlı soruları karşısında: " Biz kafamıza göre yaşıyoruz". Derginin başlığı olmuştu bu ifademiz: 'Kafasına Göre Yaşayanlar'.
Zaman geçtikçe, komündeki herkesin gerçek nedenleri netleşmeye başlamıştı: sanırım en saf hali ile bendim bu ideallere inanan.
Köseleden muhtelif ürünler yapıyorduk; çanta, bileklik, kolye, kemer... Ben tasarım ağırlıklı çalışıyordum, oldukça da özgün tasarımlarım olmuştu, trigonometrik bir çanta bile dizayn etmiştim; masklarım çok güzeldi. Geceleri çalışıyor, gündüzleri uyuyor, zaman zaman da okula gidiyordum. Dersler pek umurumda değildi; okulu bitirince ne olacaktı ki? Sistemin çarkları arasında bir dişli olacaktım yalnızca. Oysa şimdi bu çarka kafam bozulduğunda kendimi sokabileceğim bir çomaktım.
Sabah çok erken saatlerde camın önünde oturup, işine koşturan insancıkları seyredip, onlar adına üzülüyor, kendi adıma seviniyordum.
Komünal yaşam, yaygın bir yaşam tarzı olmadığı için (hatta cesaret edilebilecek bir yaşam tarzı olmadığı için), sistem ile ekonomik ilişkilerimiz kaçınılmazdı; ürünlerimizi mevcut sistem içinde paraya dönüştürebiliyorduk.
Günler inanılmaz güzellikte ve dostlukta geçiyordu. Bir aile gibi olmuştuk. 'Yarin yanağından gayrı' herşeyde heryerde ortaktık (ya da ben öyle sanıyordum !).
Yaz gelince Murat, Ayşe, Selçuk ve Ali güneye indiler turistlere satış yapmak için. Ankara bana kaldı.
Sistem ile hiç para ilişkisine girmemiştim. Yalnızca tasarlar, üretir ve kazanılan paradan ihtiyacıma göre harcama yapardım. Ama yalnız kalınca, satışlardan alınacak parayı almak üzere dükkanların birine gittim. Kendimi tanıttım (satıcı geleceğimden haberliydi) ve ihtiyacım olan miktarı belirttim. Bana söyledikleri ile şoke oldum; " Üzgünüm, size o kadar veremem. Murat bana size ....kadar verebileceğimi söylemişti". Dediği miktarı aldım ve kaçarcasına geri döndüm sığınağıma. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Bütün ideallerim yıkılmıştı. Hani biz bir komündük, hani herşey herkesindi? Bu neydi şimdi?
Akşam Erhan da öğrendi olanları. Benim gibi o da lanet etti herşeye. Sığındığımız limana da korsanlar girmişti. Hiç bir liman güvenli değildi artık.
Eşyalarımı topladım. Erhan ile vedalaştım... ve yurda döndüm.
Aylar sonra, çıktığım seferden mağlup olarak geri dönüyordum terkettiğim topraklara.
Ben artık apoletleri sökülmüş bir generaldim. Düşmanlarca esir alınmış, hakarete uğramıştım. İkinci sığınağımı daha derine kazdım: ruhuma. Ve artık ezilmiş bir çomağım dişlilerin arasında...
pe®sona g®ata