Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Haziran '08

 
Kategori
Öykü
 

Sonsuz evlilik

Sonsuz evlilik
 

"Son kavgamız benim suçumdu..."


Akif, çaydanlığı ocağa koymak istediğinde etrafında yakacak bir şey bulamadığına sinirlendi. Salonda, çakmağı söylenerek aradı. Gazetenin altında kalan çakmağı bulduğuna çok sevindi. Buzdolabından çıkardığı kahvaltılıkları mutfak masasına özenle koydu. Çayını demleyip markete yöneldi. Gazete ve taze ekmek ile döndüğünde çayda demini çoktan almıştı.

Gazetenin eklerini bir kenara bırakıp sayfalara göz gezdirdiğinde, her okuduğu haberin ardından mırıldanarak yorum yapmayı da ihmal etmedi. ‘ Bak şunlara yahu, birbirleriyle kavga etmekten, memleketin sorunlarını ve insanların refahını düşünen kalmadı. Her gün kötüye gidiyoruz. Bakalım sonumuz ne olacak? İnsanın içini açacak hiç mi iyi bir haber olmayacak bu gazetelerde? Sorusuyla ikinci sayfayı çevirmeyi denedi. Manşetin altındaki ‘ yüz milyon lira olsa ölmezdi’ başlığı ve yanında iki oğlu ile ağlayan babanın acılı haline çok üzüldü. ‘ Karnesiyle donan Atalay’ın ölümünde yoksulluk başroldeydi. Satırları karnının guruldamasına rağmen okumaya devam etti. ‘ İstanbul Ümraniye’de oturan sekiz yaşındaki Atalay Kemaloğlu, bu yıl okula başladı. Ama evinin yakınındaki okula gidemedi. Çünkü okul, kayıt için yüz milyon lira istedi. Dört kilometre uzaktaki okul ise kayıt parası almıyordu. Üçkardeş üç yüz milyon. Atalay, öğretmen olmak istiyor, her gün kilometrelerce yol yürüyor, dere aşıyordu. Ancak, önceki gün İstanbul’da birçok felaketi beraberinde getiren kar, karne sevinciyle hemen evine dönmek isteyen Atalay’ı derede yakaladı. Dereyi geçemediği için donarak öldü. Atalay’ın cesedini şans eseri bulan Reis Han ise, sabah erken saatlerde aramaya başladıklarını belirterek, ‘Dere yatağına geldiğimde ayaklarıma bir şey takıldı. Eğilip yere baktığımda, ayağıma takılan çantanın yanında…’ yüreğinin hızla çarptığını, elini göğsüne koyduğunda daha fazla anladı. Haberin devamını okumaya tahammül edemedi. Çaydanlığın fokurdamasıyla, mutfağa koşarak gitti. ‘Şuna bak yahu, insanın hayatı bu kadar ucuz mu? Kış gelir, soba zehirlenmesinden, soğuktan donarak ölenler ve daha nice olayların ardından giden yok olan onlarca insanlarımız. Neden insanlar çocuklarını okula yazdırmak için bu kadar eziyet çekerler? İyi bir nesil ve mutlu bir gelecek için, neyimiz var neyimiz yok, eğitime yatırım yapmamız lazım yorumuyla, kahvaltısın başında, gazete sayfalarını çevirip, büyük puntoları okumaya devam etti. Köşe yazarlarını pek okumayı sevmezdi. Genelde magazin sayfaları ilgisini daha çok çekerdi. Bu kez öyle yapmadı, ‘ Evliliği Sonsuza Kadar Sürdürmenin Sırları’ başlığında kendisini bulmak istedi.

“ Karım ve ben, evliliğimizi sonsuza kadar sürdürmenin sırlarını keşfettik ‘Haftada iki kez, güzel bir restorana gideriz. Biraz şarap, biraz güzel yemek. Salı günleri o gider, cumaları da ben.’ Akif, kafasını bir sağa bir sola sallayıp, ‘ Bu kadarı da çok fazla, kadının yeri kocasının yanıdır. Ben de hep onun yanındayım, ama beynim onunla beraber değil ki, yorumundan sonra okumaya devam etti. ‘ Ayrı yataklarda yatarız. Onunki İzmir’de benimki İstanbul’da ‘ Çüüşşş bee!… o kadar da değil !…’ Bizim ki yine bunlardan iyi ‘ Bizde de çoğunlukla ben salonda, o da yatak odasında, bazen de haftayım yapıyoruz ama Allah’tan bir çatı altındayız.’ alaylı sırıtmasını artırdı. ‘ Karımı her yere götürürüm. Ama her seferinde dönüş yolunu bulur.’ Sözcüklerinin ardından, kendi kendine gülmeye başladığında, bıyıklarını da ardı ardınca sıvazlamayı ihmal etmedi. ‘ Evlilik yıldönümümüz için karıma nereye gitmek istediğini sordum. O da; uzun zamandır gitmediğim bir yer olsun, dedi. Ben de mutfağı önerdim.’ ‘ Nah işte! Burası bizimkine tam uydu.’ ‘Her zaman el ele tutuşuruz. Eğer elini bırakırsam, hemen alışverişe başlar.’ ‘ Nerde o günler?’yorumundan sonra, son satırdaki sözcükleri de irdelemeye başladı. ‘ Son kavgamız benim suçumdu. Karım, bana ‘ Televizyonda ne var?” diye sordu. Bende, ‘ Toz ‘ dedim. Buna kahkahalarla gülmenin karısını ve çocuğunu uyandıracağını düşünerek sırıtmayı tercih ettiğinde, iç dünyasındaki kahkaha tufanı her tarafını sarmıştı. Ocaktaki çaydanlık aklına geldiğinde, altında su kalmamıştır telaşıyla yerinden fırladığında, son damlacıkların da buhar olmasını engelledi. Çaydanlığın suyunu tamamlayıp, gazetesine tekrar göz gezdirmeye başladı. İki kadın karşılıklı oturmuş sohbet ediyorlar. Birinci kadın anlatıyor; ‘Her günümü en iyi şekilde değerlendirmeye çalışırım. Pazartesi sabahları berbere giderim. Öğleden sonraları da arkadaşlardan birinde toplanırız. Salıları mutlaka Salı Pazarı’na giderim. Çarşamba günleri sinema günüm. Perşembe ise oyun günümüz. Cuma günleri de tahta boyama kursuna gidiyorum.’ İkinci kadın soruyor, ‘ Cumartesi, Pazar ?’ Kadın bir suratla yanıtlıyor; ‘ Cumartesi, Pazar, Ahmet evde’ bölümüne Akif, çok sevinmişti. Bizim avradın da bu kadınlardan ne farkı var ki? Tek ayrıldığı nokta da, haftanın altı günü de anasının k..çı dibinde… Esas sorunun artık paylaşılacak bir şeylerin kalmamasıydı. Evde kullandıkları alanların gittikçe daralmasıydı, Elin kadını, haftanın hiç olmazsa bir günü tahta boyama kursuna gidiyor. Bizimki ne yapıyor? Onunsa en büyük hobisi, televizyon karşısında mantar gibi çoğalan dizileri takip etmek. Ne çabuk bitiverdi duygularımız? Şunun şurasında kaç yıllık evliyiz ki? Çayını yudumladığında servis arabasının kornası da susmak bilmiyordu.

<ı>Ertuğrul Erdoğan

<ı>2003 – BURSA

 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..