Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

09 Mayıs '12

 
Kategori
Güncel
 

Sosyalistleri ''içerden'' vurmak kolay mı?

Sosyalistleri ''içerden'' vurmak kolay mı?
 

Kapitalizmin, emperyalizmin kucağına oturmuş, ekonomisinden dış politikasına kadar hemen her siyasi kararda bu kan emicilerin isteklerine boyun eğmiş bir ülkede yaşıyoruz.

Yaşanan haksızlıklara, baskı ve zulme bayrak kaldırmış nice değerli insan, topluma yazgı diye yutturulan bu düzenin değirmeninde acımasızca öğütüldü.

Ülkemizin bağımsızlığı, insanlarımızın eşitliği ve sömürülmemesi için mücadele başlatan, yürüten muhalifler, sosyalistler, devrimciler, öğrenciler, sendikacılar, aydınlar dayaktan işkenceye, hapishaneden infaza çeşitli yöntemlerle zulme uğratıldı.

Uyuşturulan, aldatılan toplumun vicdanı uzun yıllar sonra bu gerçekliği keşfediyor.

Buna karşın kendisine “sosyalist” etiketi yapıştıran bazı akademisyenlerin Türkiye’de emperyalizmi ve sonuçlarını deşifre etmek yerine, bedel ödemiş yiğit insanların mücadelesini küçümseyen, itibarsızlaşmasına çanak tutan tutumlarına tanıklık ediyoruz.

Sözde “solun söyleyemediğini veya inkâr ettiğini solun içinden” dile getirerek tarihe karşı sorumluluklarının gereğini yapıyorlar.

Yazılanlar insanın midesini bulandırıyor.

En son İstanbul’da 1 Mayıs 1977’deki kanlı saldırıyı, o dönemki devlet ağzıyla  “sol gruplar arasındaki düello”ya bağlamaları bardağı taşıran son damla oldu.

Taraf Gazetesi pek çok “operasyon”daolduğu gibi, bu konuda da işin bayraktarlığına yapıyor.

Bazı gerçeklerin altını çizmek gerek.

Dünyanın hiçbir yerinde tekdüze, sadece tek merkezden yönetilen, liderine biat eden bir sol/sosyalist düşünce ve örgüt yoktur.

Ezilenler ve emekçiler adına siyaset yapan yığınla siyasi yapı, düşünce insanı, emek örgütü, dindeki tarikatlar misali zengin bir ideoloji havuzunun damlalarını oluştururlar.

Sosyalist örgütlerdeki “eleştiri-özeleştiri“ mekanizması, aynı zamanda siyasal bölünmenin genetik sorunsalını içinde taşır.

Sosyalist kültürde bilim ve akıl öncelikli olsa da, emek adına kabul gören “kutsal” değerler tartışılamaz.

Hemen hepsi emekçiler, yoksullar, ezilenler için vardır.

Hemen hepsi ezilenler adına ölümü göze aldıklarını vurgulamaktan kaçınmazlar.

Hemen hepsi işçi sınıfı için otoriter bir partiye ihtiyaç duyduklarını gizlemezler.

Hemen hepsi içinde işçilerin, yoksul köylülerin, işsizlerin, berber, manav, bakkal gibi küçük burjuva tabakaların yeraldığı  “birleşik bir emek mücadelesi”nden yanadırlar.

Hemen hepsi kapitalizme ve emperyalizme temelden karşıdırlar.

Hemen hepsi devletin sistematik şiddetine karşı “devrimci bir şiddeti” meşru görür hatta savunurlar.

Hemen hepsi özgürlükçü, bağımsızlıkçı, eşitlikçidir ve sömürüye karşıdır.

Hemen hepsi gerçekleştirilecek devrimin mutlak öznesi olduğuna inanır.

Bütün bu ortak paydalara rağmen “solda birlik” en az konuşulan, en az gerçekleştirilebilen, doğal olarak en sorunlu alandır.

Emekçilerin birliğini savunan her sosyalist yapı, bu birliğin önündeki en büyük engelin bir başka sosyalist yapı olduğunu savunur.

Barış, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik konularında iddia sahibi olan sosyalistler, nedense bu kavramları farklı kulvarlardaki sosyalistler için kullanmaktan ısrarla kaçınırlar.

Bütün bu dağınıklığa,  karmaşaya, hoşgörüsüzlüğe rağmen sosyalistlerin kendi arasındaki “şiddet”in fazla örneği yoktur.

1980 öncesinde, toplam 5 bin kişinin öldürüldüğü bir şiddet ikliminde, devletin bazı odaklarınca tertip edilen kışkırtmalar sonucu beş on kişiyle sınırlı sol içi cinayetler yaşanmıştı.

Emperyalizmin bütün çabalara rağmen, bu ülkenin sosyalistleri “sol içi” kanlı bir çatışma yaşamadı

Hal böyle iken kapitalizme, emperyalizme, onun emrindeki siyasi iktidara ve uygulamalarına ses çıkartmayan bazı sözde sosyalistlerin, başka sorun yokmuş gibi sol içi çatışmaları dillerine dolamaları, 1 Mayıs 1977 katliamını bu sahte çözümler ışığında sunmaları salt “eleştiri” bağlamında ele alınabilir mi?

Dönemin yargı kararlarında bile böyle bir olasılıktan bahsedilmezken, emekçilerin uzun menzilli tüfeklerle tarandığı açıkça tanımlanmışken, korteji miting alanına bile girememiş sol gruplarla DİSK arasındaki bir silahlı çatışmayı senaryolaştırıp yazabilmek bırakın “bilim namusunu” asla bir ahlakla açıklanamaz.

Yaşanan tarihsel gerçekliği değiştirerek, sola ve bu yolda ölenlere yeni bir “tarih yazarak”(!) hakaret etmek kimsenin haddine değildir.

Elbette, “özeleştiri yapıyorum”, “solun tarihini irdeliyorum” diyerek çeşitli gerekçelerle sol ideolojiler üzerinde karalama kampanyaları yürütmek mümkündür.

Ne olursa olsun, sırça köşkü korumak,  egemenlerden nemalanmak, takdir görmek adına bu kadar alçalmamak gerekir.

 
Toplam blog
: 152
: 700
Kayıt tarihi
: 17.07.08
 
 

Trabzonluyum ve bu kentte yaşıyorum. Kamuda inşaat mühendisi olarak çalışıyorum. Resmi görevimin..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara