Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ocak '18

 
Kategori
Öykü
 

Sözün Sükutu

Sözün Sükutu
 

Yüzü avuçlarının içinde masaya dayanmış, bir binanın teras katındaki mekanda göğe bakıyordu kadın. Telaşlı halinden sıyrılıp, dingin bir mavilikte huzur bulmaya çalıştığı belliydi. Güneş kızıllığa ermiş, yerini karanlığa bırakmaya hazırlanıyordu. Karşı binanın camından yansıyan güneşin ışıltıları yüzünde pırıltılar uçuşturuyor, bir tabloya resmedilip, dekoratif olarak yerleştirilmiş bir hava veriyordu.  Çalışanlar, aşina oldukları kadına ilişmeden ne istese getirip bırakarak çekiliyor, dilediği bir şarkının yeniden çalınmasını talep ettiğinde hemen yerine getiriyorlardı. Ahşap masalarla sonbahar yumuşaklığında dekore edilmiş mekanda, Sezen albümleri istisna olarak 90’lar popu dışında bir şarkı çalınmazdı. Kitap rafları ile çevrelenmiş duvar aralarında soyut tablolar asılı, vazolar kurutulmuş çiçeklerle süslenmiş, şehrin hayhuyu arasında kaçılabilecek sakin, hayatın akışına yön verecek kararlar ( tabi böyle bir şey ne kadar mümkünse) alınırken tercih edilecek nadir mekanlardan biriydi.

Sezen ‘hissedince sana vurulduğumu’ diye söylerken kadın ilk vurulma anına düştü. Kalabalık bir ekiple Akdeniz kentlerinden birine geziye gitmişler, şehrin tarihi mekanları başta, en kalabalık caddelerini gezmiş, şehrin simgesi olan leziz mutfağından tatmışlardı. Gençliğin verdiği enerjiyle yorulmak nedir bilmeden tüm günü gezerek geçirmiş, son durak olarak da sahile inmişlerdi.

 Dönemin tüm gençlerinin dilindeki Akdeniz Akşamlarının bağır çağır hep bir ağızdan söylendiği bir mekanın yanında denizin ılık suyuna ayaklarını sokmuş akşamın nemine bırakmışlardı kendilerini. Gençlerin sevgilerinin duruluğu, havanın nemine, havanın nemi gitar sesine, gitarın sesi kahkahalara karışmıştı. Üniversite planları, meslek seçimleri, yaşamak istedikleri şehir isimleri çınlarken akşamın karanlığında genç kızın sırtında hissettiği bir temasla attığı çığlık tüm dikkatlerin kıza yönelmesini sağlamıştı. Tüm bakışlar aynı anda ıpıslak bir köpek yavrusunun ürkek bakışlarına dönmüş, yardım çığlığı atarcasına kıvranan köpek yavrusu, sarımtırak tüylerinin arasında titreyerek kıza sokulmaya çalışmıştı. İki genç hariç, diğerleri anlık bir ilgi dağılmasından sonra yeniden konuştukları çok mühim gelecek hayallerine dönmüş, kaldıkları yerden, konuştukça gerçekleşeceğine iman etmiş şekilde birbirlerinin ağzından sözcükleri kapıyorlardı.

O iki genç; köpek yavrusuna dönmüş, ortamdan, konuşulanlardan uzaklaşmış, ürkek yavruyu anlamaya çalışıyorlardı. Yavrunun bu sıcakta neden titrediğini anlam veremiyor, profesyonel bir ele ihtiyaç duyulduğuna kanaat getiriyorlardı. Çevreden yardım isteyerek veteriner hekim kliniği bulmuş, ankesörlü bir telefondan veteriner hekimi arayıp, muayenehanesine getirtmiş, yavru köpeğe müdahale ettirmişlerdi.  Yavru köpeği emin bir ele teslim ettikten sonra yeniden arkadaşlarının yanına dönerlerken, sevgi ve merhametleriyle dünyayı kurtarmış bir havaya bürünmüşlerdi. Güçlü olan güçsüz olana yardım ederse dünya iyi bir yer olacak diyen çocuğa, kız gülümseyerek kimin güçlü kimin güçsüz olduğunu bilemezsin diye cevap vermişti. Filozofça konuşmayı ne çok seviyorsun diye çıkışınca çocuk, düşünme yollarını açmanı sağlayan filozoflara saygı duruşu benimkisi demişti kız. Akşamın karanlığında birbirlerine ciddi ciddi bakıp durmuşlardı bir süre, gözlerinden bir mana geçmiş ikisi de anlam verememişlerdi o an. Kız o sıcakta içinin üşüdüğünü hissedip, kaybolacağı duygudan kendini çıkarıp, sevgiye sığınıp, teşekkür ederek arkadaşına, merhametlisin, sevgi dolu kalbin var, tek başıma yapamazdım, iyi ki varsın demişti.

Kadın o anın hatırasıyla ilk vuruluşundan bu zamana geçen vakte şaştı. Kalbinde, sevginin varlığını her hissettiğinde ilk fark ettiğin ana dönersin ya kadın da hayatında her vurulduğunda bu ana giderdi. Bu ilk anın duruluğu, sevginin evrene hükmeden hali taptaze duruyor oluyordu orada. Her daim aynı yerden vurulmaz insan, ama sevgi her daim aynı yerden sarar tüm ruhu. Hayatında tüm kararlarını hissine güvenerek verirdi kadın ve yanılmamıştı hiç. Belki ön yargılı yaklaşmasına sebep oluyordu bu durum ama insan kalbine, varlığını teslim ettiği sevgiye güvenmeyip de neye güvenecekti?

Mekanda şarkı değişmiş, hava daha da kızıllığa ulaşmıştı. Adam içeriği girdiği anda kadını nerede bulacağını bildiğinden aranmadan kitapların önündeki masaya yöneldi. Kadının yüzünde fark ettiği pırıltılı bakış, huzurla ışıldıyordu. Göğün mavisinde başka bir dünyadaydı. Adam emindi; kadın ‘yeter ki benim olmayı dile ben savaşırım senin yerine’ diyen Oya Bora’yı duymuyordu. Duysa başka bakardı, huzur olmazdı gözlerinde o zaman, endişeden, kaybetme korkusundan, mutluluktan mutsuzluğa düşeceğinin telaşıyla; aşkı sevgiye tercih etmenin yenilmişliğiyle kaybolmuş bakardı kadın. Ne çok girdapta kalmıştı sevgileri, ne çok sınanmıştı. Kaç kez kaybedip bulmuşlardı birbirlerini. Yaşama değer katanlar kişi listesinin birincisiydi kadın. Her daim var etmişti varlığını, uzaktayken, yok olduğunu düşündüğü anlarda bile. Hissederdi mutlaka, sevginin tılsımıydı belki bu hal, belki de kadın tılsımlıydı kim bilir? Bildiği tek şey bu kadını asla kaybetmemeliydi!

Usulca masaya yaklaştı, kadını izlemeye başladı adam. Garsonlardan biri yaklaşırken eliyle durdurdu anı bozmasına müsaade edemezdi. Kadının tablo edilmişe benzer halini zihninin en özel yerine resmedecek kadar  izledi. Sonra masaya yaklaştı, kendine has işaret verme şekliyle masayı tıklattı.

Kadın düşüncelerine kendini kaptırmış, ne için orada olduğunu unutacak kadar dalmış, mavilikte başka bir dünyaya ulaşmış iken masaya vurulan parmak tıklatma sesi ile ana döndü. Gözünden geçen heyecanı dizginlemeye çalışarak ayağa kalktı, bir anlık kaybettiği kontrolünü geri kazanarak kendinden emin;

-merhaba, hoş geldin, deyip adama sarıldı.

-Dalmışsın yine derinlere, zor çıkardım, deyip adam kadını kucakladı.

Gülümsedi kadın, gözünden, teninden, nefesinden ışıklar saçarak, güneşin pırıltılarını gözlerine yerleştirerek, şelaleler çağlatarak, durdurup dünyayı gülümsedi kadın.

Gülümsedi adam, aşkın sihriyle tutulmuşça, kadının ışığından gözleri kamaşarak, rüzgara kapılmış yaprak gibi savrularak, durdurup dünyayı gülümsedi adam.

An zamana direndi, zaman kayboldu, sesler sustu, evrende bir zerre iken, evreni zerre ettiler gözlerinde.

Oturdular, konuştular, kahkahalar attılar, edebiyata, şiire, müziğe verdiler dillerini, biraz çevre dedikodusu, biraz ülke gündemi, biraz ailevi meseleler derken geceye sızdı sesleri.

Bir an sonra birbirlerinde durdu, durabildi gözleri. Söze dökülememiş ne varsa o anda gözlerinden aktı. Ya sonrasına gidecekti söz, ya da sözsüz kalacaklardı. Sözsüz kaldılar. Bir kelimeye bin anlam yükleyemedikten sonra sözün hükmü yoktu.

Seni seviyorum demediler birbirlerine!

Güneşi doğarken gördün mü hiç, aydınlığın evreni ele geçirmeye başladığı ana tanıklık ettin mi, ben de etmedim, ama etmek isterim, seninle birlikte dedi adam.

Kara gözlü bir çocuğun ışıltılı gülümsemesiyle, gözünün karasından yayılan ışığıyla yıkandı mı ruhun, benim yıkandı, ruhumun çıplaklığa erişirkenki halinde yanımda ol isterim dedi kadın.

Sokaktan geçerken yayılan nergis kokularında sarhoş olurken, anındaki huzura ortak olan ben olayım isterim dedi adam.

Bir gün senin sesinle ünlenecek diye konulmuş adım bilirim dedi kadın.

Gözünden dökülen yaşta aksim olsun, elindeki nasırda izin, sözünde sözüm, kahkahanda sesim olsun isterim dedi adam.

Söze yükleyemedikleri her anlamı göze yüklediler. Baktılar, konuştular, kalplerinden sevginin bin bir hali gözlerine ulaştı. Dost, arkadaş, yaren, can her bir anlamın vücut bulmuş haliyle baktılar birbirlerine. Suyun derinliği, gökyüzünün sonsuzluğu, toprağın kokusu, sözün sükutu, anın anlamı, nefessizliğin soluğu hal aldı gözlerinde. Düşüp gözlerinden içeri düşe yazdılar düşlerini, sessizliğe düşüp, söze yazdılar dillerini.

Ömürlerinin hikayesini yazacaklardı birbirlerinin sözleriyle. Olmadı, söze değmedi dilleri.

Gözlerinden geçenlerle anlattılar sevgilerini. Sevgilerinin derinliğini, sözcüklerin sığlığına teslim etmediler. Yaşarken kaybedeceklerinin korkusuyla sevgilerine sahip çıkıp, aşktan kaçıp sevgiye teslim ettiler kendilerini.

Anlayışla çarpık bir gülümseme kondurdu dudaklarına adam. Kabullenmişlikle bakışlarına duvar ördü kadın.

Ana döndüler, çantasından bir kitap çıkardı kadın, zoraki bir tebessümle adama uzattı.

-Senin için, tüm savaşlarından kurtulmana yardımcı olur belki.

-Okumadığın bir kitabı hediye etmezsin, sen kurtuldun mu peki savaşlarından?

-İçimdeki savaş kendimle, kendimden kurtulmak istemiyorum ki dedi kadın.

Kumral Ada Mavi Tuna’nın kapağını okşadı. Kitapları hediye paketiyle sarmalamayı sevmezdi kadın, duygu bir kalıba sığmazdı, duyguyla yazılmış bir kitap hediye edenin duygusuyla harmanlanarak verilmeliydi. Ah mabel diye ünledi kadın kitap kahramanım kendisi, sen de seversin dedi ve gülümsedi!

Yeniden gözüne yerleşen sevginin pırıltısıyla adama baktı, hissettiği sevginin gücüyle sırtını dikleştirdi,

İyi ki varsın dedi, dostum, arkadaşım, yarenim, can’ım…

 

 
Toplam blog
: 127
: 820
Kayıt tarihi
: 22.09.07
 
 

Sıcağıyla bilinen memleketimde bir kış gününde geldim dünyaya. Bütün tezatlıklar hayatımda farklı r..