Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '08

 
Kategori
Öykü
 

Spiral yongalı yaşamlar - 2

Bu kez karşısında "zor kadın" duruyordu.
Başarıyla hazırlanmış nezaket maskesinin
ardında gizlenen alaycı ve aşağılayıcı tavır
zoruna gitmiş ve yeterince kışkırtılmıştı.
O hayasız maske mutlaka düşürülmeliydi...

Evden içeri zor attı kendini. Yol boyunca yaşadıklarını aklından çıkartamamıştı. İçinde gittikçe artan bir öfke birikimi hissediyordu. Bu böyle olmayacaktı. Ne sanıyordu bu adam kendini. Kim oluyordu her şeyden önce. Şiddetli baş ağrısı yaşıyordu. Bir sakinleştirici aldı. Kestirmek istedi ama olmadı. Birazdan oğlu okuldan gelecekti. Bir anda Rezzan ’ı aramalıyım dedi ve hemen telefona sarıldı.

Rezzan çocukluk arkadaşıydı. Otuz seneye yaklaşmıştı dostlukları. Zor zamanlarında hep yanlarında olmuşlardı birbirlerinin. Rezzan ’ın mutlu yürüyen bir evliliği vardı. Hukuk eğitimi almıştı. İstanbul barosunda avukatlık yapıyordu. Kazandığı birkaç alışılmadık tazminat davası neticesinde artık toplumsal duyarlılığı ile bilinen ve aranan medyatik bir avukattı.

Telefonda bir çırpıda yaşadıklarını anlattı. Artık kendini tutması da gerekmiyordu ve bir anda sinirleri boşaldı. Rezzan şaşkındı. Yaşanan durumun müstesnalığı bir tarafa arkadaşının durumu daha öncelikliydi. “Dur sen ben hemen geliyorum” demesiyle, bir anda toparlandı ve “yok canım” dedi. “Birazdan Emre gelecek. Senin de evine gitmen gerekir. Beni merak etme. Oğluşum dağıtır bulutlarımı biliyorsun. Ama ilk fırsatta hatta mümkünse yarın sana geleceğim. Bu işin peşini bırakmaya niyetim yok. O zaman yardımın gerekecek” bir taraftan da dağılan görüntüsünü toparlamaya çalışıyordu. Ertesi güne randevulaşmışlardı. Önce banyoya ardından hemen mutfağa girdi. O gün eve erken geleceği için bakıcı abla izinliydi. Kendine ve oğluna bir şeyler hazırladı. Emre yuvadan gelmişti. Birlikte yemek yediler. Uzun, uzun oynaştılar yaramazca. Yaşadıklarının aklından çıkması mümkün değildi. Üstelik çıkmasını da istemiyordu zaten. Her ikisinin de alışkın olduğu, terapi etkisindeki bu sevimli oynaşmalar sayesinde ise artık sinir bozukluğu yerini güçlü bir kararlılığa bırakmıştı. Her zamanki gibi birlikte yarının hazırlıklarını yaptılar ve artık ufaklığın yatma vakti gelmişti. Oğlunu öptü, kokladı, masalını okumaya henüz başlamıştı ki afacan uykuya daldı.

Kendi ile baş başa dakikalara dalmıştı. Hiç beklenmedik bir biçimde, bir kendini bilmez kişilik haklarına saldırmıştı. Ona mutlaka haddini bildirmek zorundaydı. Bugüne kadar bütün hastalarına bu muameleyi yapmış olabileceğine inanamıyordu. Yaptıysa eğer, nasıl olmuştu da kimse ona haddini bildirmeye kalkışmamıştı. Kalkışılsaydı eğer bu tutumunu sürdüremezdi. Ama bu kez karşısında zor kadın duruyordu. Başarıyla hazırlanmış bir nezaket maskesinin ardına saklanan alaycı ve aşağılayıcı tavır aşırı derecede zoruna gitmiş ve yeterince kışkırtılmıştı. O maskeyi düşürmeden rahat etmeyecekti. Hatta bu, tüm kadınlara karşı yapılmış bir saldırı olarak değerlendirilmeliydi.

Ertesi gün için iş programını ayarlamış ve Rezzan ile sabah randevusuna hazırdı. Karmaşık rüyalarla dolu bölük pörçük bir uykunun sonrasında sabaha karşı kalktı hazırlandı ve oğlunu koklaya, koklaya uyandırdı. Giyinmesine yardımcı olurken oynaştılar birlikte. Hızlı bir kahvaltının arkasından Emre’yi okuluna bıraktı her günkü gibi. Yoğun köprü trafiği içinde seyir ederken günlük iş konuları olurdu genellikle aklında ancak bugün müstesna bir gündü. Bir gün önce yaşadıklarını sürekli sorguluyordu istemsizce. Yolun nasıl tükendiğini anlayamadan Rezzan ’ın ofisine varmıştı bile.

İş güç koşturmacasına yenik düşen dostlukları uzun zaman hasret bırakmıştı iki yaramaz ayrılmazı birbirinden. Önce sımsıkı sarıldılar hayat çalan varlığı malum, kimliği meçhul bir canavara nazire edercesine. Güzel bir gün başlıyordu sanki kahpe felekten çalınıp, makus kadere borçlanılacak…

Oturdular ve Rezzan “Anlat bakalım duygusal arkadaşım nedir şu daldaki durum?” diyerek lümpence daldı mevzuya. Duygusal arkadaş geri kalır mıydı hiç. “Bir dalda iki kiraz Rezzan ’cım. Sana söz bana niyaz” diye yazılıverdi hemen. Mesleği gereği artık konuşma ustası olan Rezzan, bunca yılın ardından o duygusal arkadaşın karşısında çocukluk hezimetlerinden birini daha yaşamaya hiç niyetli değildi. “Sayın Karasaç, marka çağrışımına girmeyelim. Sözleriniz reklam kokuyor, ne kadar aldıysanız deyin bilelim. Biz de bir markayız, bi şekilde telafi ederiz illaki. Lütfen yani…” diye çıkışınca ikisi birden koptular. Soluksuzca yaşanan bir kahkaha tufanının ardından Duygu iyice rahatlamıştı artık.

“Güzelim dün aradığında sesin hiç iyi gelmemişti. Neyse ki, sonra konuştuk da biraz olsun rahatlattın beni. Emre’nin mucize iksiri sayesinde kendini bulmuştun. Ama bil ki, esas şimdi gülücüklerinle kaynağından içime serin sular serpildi. Söyle can dostum ne yapmak istiyorsun. Durumu anladım. Elle tutulur tek materyal diğer zedelerin verebilecekleri ifadeler gibi görünüyor. Heybende başka bir şey var mı? Çevir de bir salla bakalım neler dökülecek içinden…” diye konuyu ısıtmaya kalkışırken Rezzan, soluklanıp baktığında Duygu çoktan dalmıştı geçmişin gizem dolu ibret yıllarına.

 
Toplam blog
: 36
: 1267
Kayıt tarihi
: 25.05.08
 
 

İstanbul'da doğdu. Teknik Lise Elektronik Bölümünde okurken rakamlara olan ilgisini de keşfetti. ..