Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '18

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Stajyer Filmi, Sadakatsizlik ve Yeni Dünya’nın Değerleri

Stajyer Filmi, Sadakatsizlik ve Yeni Dünya’nın Değerleri
 

Geçen gün uzun zamandır, izlemeyi düşündüğüm, ama bir türlü fırsat bulamadığım “Stajyer” filmini izledim. Film, 2015'in Ekim ayında vizyona girmiş. IMDB puanı 7.2 olan filmin başrollerini Anne Hathaway ve Robert De Niro paylaşıyor.

Filmi izlemeyi bana öneren dostlarım, içeriğindeki aile, evlilik ve daha da önemlisi “aldatma/sadakatsizlik olgularına dikkat çekmişlerdi. Ben de bundan dolayı merak ettim ve inceledim.

“Stajyer”, evlik ve aldatma dışında günümüz modern toplumlarının birçok temel sorununa da parmak basıyor.Başta aile olmak üzere kaybolmaya yüz tutan değerleri ele alıyor. Geçmişi inkâr etmeden geleceği sahiplenmeyi, günü ve geleceği geçmişle zenginleştirmeyi beyaz perdeye başarıyla aktarıyor. Ayrıca emeklilerin psikolojik sorunlarını, maddi refah içindeki can sıkıntılarını başarılı bir şekilde gösteriyor. Tecrübenin önemine vurgu yaparak, 72 yaşında birisinin firmada genç ve dolayısıyla tecrübesiz birisine sunduğu katkıları çok güzel dile getiriyor.

Filim, bu ve benzer çok sayıdaki toplumsal konuyu can damarından ele alarak seyirciye aktarıyor. Ancak benim burada ele almak istediğim konu filimin evlilik kurumundaki aldatma olgusuna bakışıdır. Çünkü aldatma, bir diğer adıyla sadakatsizlik maalesef, boşanmalarda en önemli nedenlerin başında geliyor. Her adatma boşanma ile sonuçlanırsa batı toplumunda neredeyse aile diye bir kurum kalmayacak. Aldatmaların önüne geçemeyen günümüz Batı toplumu, çareyi aldatmayı normalleştirmekte bulmaktadır. Şimdi Hollywood’in normalleştirmeye çalıştığı da işte budur.

Stajyer filmine dönersek. Filimde, uyumsuz entelektüel bir anne-babanın tek kızı olan Jules Ostin, erkek dünyasında kendini ispatlamak isteyen başarılı ve hırslı biridir. Bir şirketin de sahibidir. Jules, kendisini öylesine işine kaptırmıştır ki, ne çocuğuna ne de kocasına zaman ayıramamaktadır. Kocası ise, karısının yoğun çalışmalarından dolayı, çocuğu ile daha yakından ilgilenmek için işini bırakmak zorunda kalmış, tüm gününü çocuğu ile geçirmektedir.

İşte her şey de burada başlar. Koca, bu süre zarfında karısını aldatmaya başlar. Bunu fark eden kadın, ciddi bir iç çatışma yaşar. Ya kocasının bu ihanetini kabullenmeyip, boşanacak ya da affedecektir. Her ikisi de ona zor gelmektedir. Çünkü hala çok sevdiği eşinden boşansa, bir daha asla kimseye güvenemeyeceğini bildiği için ikinci bir evlilik yapmayacaktır.

Jules Ostin’in öncelikli olarak huzursuz, çatışan, kavga eden, şiddetin hakim olduğu bir aileden gelen birisi olduğu için güçlü “terk edilme” şeması var. Çünkü böyle bir aile ortamında temel ihtiyaç olan “güven” ihtiyacını karşılayamamıştır.Bu tarz olumsuz şemalar bir kez meydana geldikten sonra, kişi için mutlak gerçek olarak algılanırlar ve kolay kolay değişmezler. Örneğin ebeveynlerinden sevgi veya kollanma görmeyen bir çocuk “Duygusal Yoksunluk Şeması” geliştirip ve kendisini sürekli olarak yalnız hissedebilir ve başkalarına bağımlı hale gelebilir. Jules Ostin de eşini çok sevmekle beraber, “Duygusal Yoksunluk Şeması”ndan dolayı ona da bağımlıdır. Ömür boyu yalnızlık kalmaktan çok korkar. Bu duygusunu tecrübeli çalışanı BEN’e (Robert De Niro) anlatırken: “En büyük korkum nedir biliyor musun BEN? Bir daha evlenmemek, yalnız kalmak ve ölünce de bekârlar mezarlığına gömülmek”.

Hollywood ’in toplumun bilinçaltına yerleştirmeye çalıştığı yeni anlayışın bir gereği olarak Jules, bir şekilde eşiyle konuşarak anlaşır, eşi özür diledikten sonra yeniden barışırlar.

Kocanın hatasını kabul edip, eşine dönmesi ve evliliğini kurtarmak istemesi, Jules’in de evliliğine önem verip, gerekirse işinin bir kısmını bir CEO’ya bırakmak istemesi temel de güzel davranışlardır. Ayrıca Jules’in, bu aldatma da kendi sorumluluğunun da olduğu bilincinde olması da önemlidir.  Onun için de “beni nasıl aldatır? sorusundan ziyade “beni neden aldattı?” sorusuna cevap arar.

Bu bunlar, evlilik kurumunun devamı açısından olumlu mesajlardır Ancak bu durumun aynı zamanda sadakatsizliği basitleştirme ve normalleştirme riski de vardır ki, evliliği koruma adına aslında evlilik kurumunu baltalamak demektir.

Eğer sadakatsizlik yapan eş, gerçek anlamda pişman olmuşsa, karşı taraf da bunu kabullenebiliyorsa evlilik devam edebilir. Ancak burada aldatan tarafın bu süreçte hiç zarar görmemesi, sadece “pişmanlıkla” eski hale devam etmesi aldatma eğiliminde olanları yanlış yönlendirebilir.

Filimde, keşke Jules’in kocasının sadakatsizliğinden dolayı biraz acı çektiği gösterilseydi; biraz kıvrandığı, aynı lezzet içinde çektiği elemi seyirciye iyice duyumsatılsaydı, çok daha etkili olurdu.

Yoksa beyinlerde kalacak olan Jules ve eşinin evliliği değil, sadakatsizliğin hemen affedilebilir bir olgu olduğu olacaktır.

 

 
Toplam blog
: 81
: 623
Kayıt tarihi
: 18.10.17
 
 

1963 yılında dünyaya geldim. 1985 yılında Atatürk Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde..