Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Nisan '14

 
Kategori
Mizah
 

Suç ve marjinal

Suç ve marjinal
 

KAFKA


… Okey taşları ve tavla zarları dışında, bir kaç satır orijinal küfür ile ganyan kuponu yırtma sesi, kahveyi olması gereken mistik havadan uzaklaştırmıştı.. Evlat olsa sevilmez tiplere hamallık eden sandalyelerin gıcırtısı, kitlesel bir isyan çığlığı gibi haklıcaydı.. Ciğerinden çok insanın beynine beynine nüfus eden dumanla bir hâl olan bünyemiz, masamıza sertçe bırakılan kütleyle irkildi.. Kafamızı şöyle bir kaldırdık ve karbonat kokulu çaylarımızı höpürdetme senfonimize kısa bir ara verip, önümüze bıraktığı malı incelemeye başladık.. Oldukça değerli görünüyorlardı.. Nerden bulduğunu sorduk ilk önce.. Sesini çıkarmadı ve bir kütle daha bıraktı.. Kahveye bunları nasıl soktuğunu sordum ardından.. Hiç istifini ve soğukkanlılığını bozmayıp, sadece şöyle bir kaykılarak -kimse görmesin diye- geniş bedenini masamıza siper etti.. Bunlar gerçekten de kolay kolay hiçbir yerde bulunamayacak cinstendi.. "kimbilir nerelere, ne tezgahlar kurmuşlardır bunları satmak için" diye geçirdim içimden.. Ardından fiyat sordum.. "540 tl" dedi.. "oha" dedim refleksel bir çıkışla.. "tamam, bunlar insanda süper kafa yapar ama bu kadar da etmez heralde, katakulle olmasın?" dedim.. "zannetmiyorum" dedi ve "hep ondan alıyorum, daha önce bir yamuğunu görmedim" diye de ekledi.. "peki madem.." deyip, açıp incelemeye, ardından koklamaya başladım.. Çok uzun zamandır kullandığımdan iyi malı kokusundan anlayabiliyordum.. “cık” dedim, “bunlar bu kadar etmez!”.. “tamam da abi 15 ay taksit yaptılar” dedi. “nasıl yani, ne taksiti, bu işlerde taksitte mi oluyormuş?” diye sordum şaşırganca.. “şimdi abi.. bu Kafka setini, Jack London setini ve Karışık Dünya Klasikleri serisini aldım adamdan, yanında da şu önünde duran Attila İlhan – Kendi Sesinden Şiirleri albümünü hediye etti. Ayda 36-36 ödicem işte, süper değil mi?” dedi, onay bekler gözlerini, kazık yemiş oluşuna acıyarak bakan gözlerimize dike dike.. "peki tezgahı nereye kurmuşlardı?" diye sordum, "fakultenin içine" diye cevapladı heyecanla.. “iyiymiş ya, hayırlı olsun..” dedim, zaten geriye kalan iki gram moralini de yitirmemesi için..

Masamıza yayılı vaziyette duran edebiyat şaheserleri, bir zamanlar sadece kendilerinin icrası maksadıyla açılmış “kıraathane”de o kadar yabancı, o kadar sırıtık duruyordu ki, bu tam olarak kendi memleketinde el muamelesi görmek gibi bir şeydi.. Kitapların ruhsal durumuyla ilgilenmekten vazgeçip önümüzdeki plazmada açılmış olan Orduspor – Galatasaray maçına yoğunlaştım.. 90 dakika boyunca bol bol bağırıp, alabildiğine küfür edip, fazlaca sinir krizleri geçirdikten sonra pırıl pırıl, mağlup olmuş bir şekilde masadan kalktık.. Maç süresinceki transımızdan istifade ederek önümüze dayayan çayı, dayayan meyveli sodayı kahve sahibine kamyonla meblağımızı ödedik ve her birimiz birer Dünya Klasiği setini koltuğumuzun altına alarak çıktık oradan, üç yenilmiş, üç itilmiş, üç itelenmiş...

Hiç konuşmadan ilerliyorduk ki biraz ilerdeki marketin önüne yeni dökülmüş olan beton yol dikkatimi celbetti.. “hayır” dedim içimden.. Ben okumuş, kültürlü ve çevresine duyarlı, her şeyden önce emeğe saygılı bir bireydim ve bunu yapmamalıydım. Beton beni kendisine çekiyor, ben geri çekiliyordum. Sonunda taze betonla aramdaki bu sinir harbinden mağlup ayrıldım ve yanımdakilere “hadi lan, şurda bir iz bırakalım, gelip geçtikçe hatırlarız, eşe dosta yıllar sonra gösteririz aha bu bizim ayak izimizdi” diyerek yanıma suç ortağı çekmeye çalıştım. “yok olum, yapmayalım etmeyelim ayıptır etik değildir metik değildir” gibi bir dolu gerekçeyi önüne sunarak çekildiler, ancak “hadi be aağbi, biraz marjinal olun olum, çılgın olun biraz, bu ne kuralcılık, sistemciliktir böyle süt kuzuları?” diyerek can damarlarından vurdum ve üçümüzün de elinde birer Kafka, Jack London, Attila İlhan Seti olduğu halde taze dökülmüş betona tıpkı birer serseri gibi sertçe bastık ve “kaç kaç kaç kaç” diyerek hızla suç mahalinden uzaklaşmaya başladık.. 30 metre koşmuştuk koşmamıştık ki arkamızdan el feneriyle bizi takip eden iki zebellah “şşşşş aliiooo! betona basanlar durun lan, kaçmayın, gelin bakalım” diye bağırdı.. Çaresiz durduk.. Korkar adımlarla yanlarına gittik.. Daha ağızlarını açmamışlardı ki “aağbi yeminlen kötü niyetli yapmadık ya, ordan geçiyorduk, dedik bu sene bu şehirden mezun olup gidecez bari bir izimiz kalsın dedik, işte bastık yani ne bilelim öyle şeyapamadık bir an. Valla yaptık bir yanlış, büyüğümüzsün, özür dileriz, bak istersen gidip kendi ellerimizle düzeltelim, kem küm” diye yalvarırcasına miyavladım.. Güldü.. O güldü, bizim ruhumuzda güller açtı.. “ulan okumuş adamlarsınız, elinizde kitaplar mitaplar, hadi sıradan bir adam yapsa yalatırdım bile orayı ama neyse gidin bakalım” dedi.. "eyvallah abi ya, çok sağol.. gerçekten çok sağol" diye iki büklüm ordan ayrıldık..

Rahat bir nefes alış, Türk Deyimleri Tarihinde bu kadar yerine oturmamıştı.. Böyle bir vak’adan bu kadar kolay yırtmak için kendimizi ödüllendirme maksatlı “hadi lan caddeden gidelim, iki karı kız falan görürüz gözümüz gönlümüz açılır!” diye arkadaşlarımı kalabalık caddeye doğru sürükledim.. “olum gitmeyelim ya, bizim dönerci mönerci görür şimdi beni, adamın yanında bir gün çalıştım, gelmedim bir daha, ayıp olacak şimdi..” dedi Melih.. 

“Olum saçmalama ya, biraz marjinal ol, uçarı ol oğlum, çılgın olsana! Senin caddeden geçmen dönerciye ne, bizi ne kadar bağlar hem moruk?” dedim. Kabul ettiler.

Sadece bir gün yanında çalıştığı eski ustasının dönerci dükkanının önünden geçerken, görünmemek için yüzünü gizledi.. Gizlendiği elinde Franz Kafka Seti vardı…

NAİM KAYA

 
Toplam blog
: 16
: 419
Kayıt tarihi
: 11.12.10
 
 

13 Şubat'ı Sevgililer Günü'ne bağlayan gece Adana'da Dünya'ya burnumu soktum. 2008'den itibaren S..