- Kategori
- Tarih
Sultan Fatih, “liberal” miydi, “solcu” muydu, “üçüncü yolcu” muydu?

Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer!
Birkaç ay kadar önceydi…
MÜSİAD’ın sabık başkanlarından <ı>Erol Yararı> ile şimdiki başkan <ı>Ömer Cihad Vardarı> arasında <ı>“Asıl Burjuva Kim?”ı> temalı bir atışma gerçekleşti. Bendeniz de bu münazara üzerine <ı>“Asıl Burjuva”ı>nın kim olduğunu açıklamaya yönelik bir yazı kaleme aldım…
Söz konusu yazımda, muhafazakâr camianın, modernitenin sunduğu <ı>“tüketim”ı> imkânlarından, özellikle de ithal ürün tüketiminden sonuna kadar yararlanmada adeta yarış içerisinde olmasına, daha da ötesi <ı>“tüketim düzeyine”ı> dayalı bir toplumsal ayrışmayı sonuna kadar benimsemesine karşılık, <ı>“üretim” ı>mentalitesini temsil eden <ı>“burjuva”ı> kavramına mesafeli yaklaşmasının ironisine, hatta absürtlüğüne dikkat çekmeye çalıştım.
Bu absürtlük sonucunda <ı>“iktidardan özgürleşmeyi”ı> sağlayabilecek anlamlı ve tutarlı bir <ı>“sosyal kimlik”ı> geliştirmede yetersiz kalındığına, bu yetersizliğin <ı>“uzun dönem”ı>de yol açabileceği bazı sorunlara işaret ettim.
Son dönemde <ı>Saadet Partisiı> bünyesinde meydana gelen olaylara baktıkça, bu tespitlerimde ne kadar haklı olduğumu bir kez daha gözledim.
Otoriteye mutlak <ı>“itaat”ı> i yücelten totaliter bir “kült”ün <ı>İslamı> adına dayatılmasının <ı>Milli Görüşı> gibi bir dönem toplumun derinliklerine kök salmış bir sosyo-politik organizasyonun canlılığını, coşkusunu, heyecanını, aklını ve ruhunu nasıl tükettiğini, iğdiş ettiğini, katlettiğini, canlılık emaresi gösteren bütün sağlıklı hücreleri, <ı>“ı>sürü”leşmeye direnenleri bünyesinden söküp atmak için debelendiğini, adım adım intihara doğru nasıl koştuğunu emin olun ibretle ve dehşetle izliyorum.
Ancak beni asıl rahatsız eden, bu köhneleşen organizmanın tepesine çöreklenmeye çabalayan eski politbüronun kendince bir meşruiyet edinebilmek için halâ “sürüden ayrılanı kurt kapar, diğer partilere benzemeye çalışmak helâk eder, itaat ve sadakat şarttır, Avrupalı tuvalete girdiği gibi çıkar, yüzünü yıkamayı bilmez… Ne liberali, ne ortanın solu… Sultan Fatih, liberal miydi, solcu muydu?” jargonunu sürdürerek kendi çıkarlarına muhalif gördüklerini gûya Avrupa’yı taklit etmekle, liberallikle, solculukla itham ederek kirletmeye çalışmaları…
İyi kötü bu çatı altında yetişmiş insanların <ı>“lider”ı>in ağzına baktıkları, başkaca bir bilgi kaynağına ulaşamadıkları ve buna da ihtiyaç duymadıkları, henüz para ekonomisini ve dünyayı yeterince tanımadıkları, yurtdışına çıkmadıkları, ihracat ve ithalat yapmadıkları, iktisadî ve siyasal terimlere aşina olmadıkları, <ı>“liberal”ı> nedir, <ı>“solculuk-totaliterlik”ı> nedir kavrayamadıkları dönemlerde belki tabanı tutmak uğruna mazur görülebilecek bu zayıf ve içeriksiz söylemin, bilgiye ulaşma ve uluslararasılaşma kanallarının son derece açık olduğu günümüz dünyasında halâ geçer akçe olabileceğine inanmak kanaatimce olsa olsa <ı>“basiretsizlik”ı>tir.
Zira, günümüzde azıcık mürekkep yalamış, tarih okumuş, azıcık internet başına oturmuş herkes bilir ki <ı>“liberallik”ı> ve <ı>“solculuk-totaliterlik”ı>, öyle birilerinin iddia ettiği gibi, tak-çıkar türünden kullanılabilecek, biri tutmazsa diğeri devreye sokulabilecek, olmadı <ı>“din uğruna”ı> pervasızca elin tersiyle itilebilecek ithal <ı>“dünyevî”ı> ideolojik kategorilerden ibaret değildir. Zira, insan her yerde insandır. Bu iki farklı dünya görüşü de insanlık tarihi boyunca insana ve düzene dair sorulan her şeye verilen cevaplar çerçevesinde evrilen iki farklı dünya tasarımıdır. Tasnif etmede kullanılan kavramların kalıpları parçalanıp öze nüfuz edildiğinde, bugün Batı dünyasında dile gelen <ı>“liberal-totaliter”ı> ayrımının, tarih boyunca farklı toplumlarda, Arabistan’da, Mısır’da, Çin’de, Hindistan’da, Yunan’da, Roma’da, velhasıl insanın varolduğu her zaman ve mekânda farklı isimler alarak varlığını sürdürdüğü görülecektir. Bu tasarımlar öncelikle bilginin doğasına ve kaynağına getirilen açıklamalar ile bilgi”yi geliştirmede kullandıkları metodolojiler çerçevesinde birbirinden ayrılır. Öyle ki <ı>İslamı>, <ı>Hristiyanlıkı> ve <ı>Yahudilikı>’teki mezhep ayrışmalarının, <ı>Ibn Rüşd ı>ve <ı>Gazalîı> arasındaki ihtilafın gerisinde dahi bu temel sorulara verilen farklı cevaplar vardır. Yani, mezhepler de içerik olarak liberalliğe ya da totaliterliğe yakındır.
Liberallik, bilginin deneyimler ve eylemler aracılığıyla edinildiğini, dolayısıyla eylemin özgür bırakılması, insanın eylem potansiyelinin ve çeşitliliğinin artırılması gerektiğini öngörür. “İtaat” yerine “seçim”i, zorlayıcılık yerine gönüllülüğü, <ı>“kurtuluş”ı> yerine <ı>“kardeşliği”ı>, “faydacılık” yerine “hak”kı, <ı>“gelecek ve yeni bir insan ve toplum ideali”ı> yerine <ı>“şimdiki haliyle insanı ve toplumu”ı>, <ı>“kapalı toplumı>” yerine <ı>“açık toplum”ı>u, <ı>“tektiplilik”ı> yerine <ı>“çeşitliliği”ı> yüceltir. Bu <ı>“şimdi”ı>ki bilgi içinde yer alıyorsa, <ı>“geçmiş”ı>e ait olan deneyimler de meşrudur. Örneğin <ı>“başörtüsü ya da türban”ı>, geçmişin bir mirası da olsa, varolduğu sürece en yeni bilgiler kadar meşrudur; herhangi bir <ı>“ideal insan, devlet ya da toplum”ı> adına yasaklanamaz. Aynı şekilde başörtüsü takmamak da meşru bir haktır.
Buna karşılık <ı>solculukı> ve <ı>totaliterlikı>, mevhum bir gelecek adına, bir <ı>“ideal”ı> adına hayatın yukarıdan aşağıya tektipleştirilmesini hedefler. İnsana ve topluma sanal ve maddi sınırlar çizer. Bu kapalı sistem içinde <ı>“herkes”ı>, giyimden kuşama, sözden öze kadar tektipleşmeye mahkumdur. Herkes sistemin kapalı sınırları içinde aynı tip “eylemde bulunur”, aynı şeyi söyler ve itaat etmek zorundadır. Neşenin, coşkunun ve <ı>“saadet”ı>in katili olan bu totaliter sistemler için en büyük tehdit, farklılık ve çeşitliliktir.
Bu açıdan değerlendirildiğinde, lüks tutkunu zamane müsveddelerini bilemem ama, evet <ı>Sultan Fatih, ı> liberaldir. İstanbul’u fethettiğinde bütün farklılıklara ve çeşitliliklere saygı duymuş, “can, mal ve inanç” haklarını tanımıştır. Sultan Fatih dönemi incelendiğinde İslam’ın liberal bir perspektiften anlaşılabileceğiyle ilgili çok sayıda veriye ulaşılabilecektir. Buna karşılık bilerek ya da bilmeyerek <ı>“saadet”ı>i katledenler, itaati, <ı>“sürü”ı>yü” yüceltenler ise kendileri farkında olmasa da <ı>“solcudur-totaliterdir”ı>. Muhtemelen Sultan Fatih’i yanlış okumuş ve çocuklarına da bu yanlışlıkla <ı>“Fatih”ı> ismini koymuşlardır.
Bu ikisi arasında yer aldığı iddia edilen <ı>Blairı>, <ı>Clintonı> ve <ı>Schröderı> tipi <ı>“Üçüncü Yol”ı> ise, bırakın Sultan Fatih’i, artık <ı>İngiliz İşçi Partisiı> tarafından terk edilme noktasına gelmiş “imkânsız” bir hayaldir. İlgi duyanlar için, <ı>Üçüncü Yol’un İmkansızlığı’nın Nedenleriı>, yıllar önce yazdığım aynı adlı bir makalede derinlemesine analiz edilmiştir.