- Kategori
- Tiyatro
Sultan Kız

Trabzon Lisesi öğrencileri, Şiiir-Öykü Şenliği, 2 Haziran 1992
Düşsüz yaşayan var mı dünyada acaba? Sevgiyi büyütüp beslemeyen için yaşamanın anlamı ne ola! Zorlukları aşan, çileye, acımasızlığa karşı koyan sevgi değil mi?
Ülker Köksal’ın Besleme adlı oyununda Sultan Kız’ın anasını düşlemesi, köyün deresinde yıkanmaları dünde kalan yaşanmışlığın tek güzelliğiydi. Anılarda gezinirken düş kurmasına ne sığındığı evin konken sevdalısı hanımı, - ya da koparıp alan - ne de durmadan omuzlarını, bacaklarını, sırtını ovalattıran büyük hanım engel olabiliyordu.
Sultan Kız, beslemeliğini anımsatmayan sevecen delikanlıya nasıl da içten içe sevdalanıyordu. Kimseler bilmiyordu düşlerini, duygularını onun. Sığındığı eve arasıra gelen yakışıklı delikanlıya duyduğu her görüşünde daha da artıyordu. Kim diyebilir, “ Sevmek nesine Sultan Kız’ın!” Onun yüreğinde duyup sakladığı en büyük güç insanları ayakta tutan sevdaydı. İşte kaybedilmemesi gereken - düşlerde de olsa – insanı insan yapan duygu.
“Hiç düşündünüz mü, bu kız neler duyar, neler ister!”
“Sultancık!”
“Sultanlar, bir gün geldiğinde alınıp satılmayacak
“Bu ev de yıkılmış olacak!”
Sözcükler, tümceler yürek yangını yemiş delikanlının ağzından dökülürken konken sevdalısı halası, “Ev de niye yıkılacakmış?” diye bilinçsizce büyük hanıma sorar. Yıkılacak olanın evin duvarları, çatısı değil; o evlerde yaşayan düşüncenin, acımasızlığın kendisiydi. Konken sevdalısı hanım bunları bilecek, düşünecek durumda değildi şimdi. Onun varı yalnız kumardı. Düşlerini, sevdalarını alıp götürmüştü kumar.
Sultan Kız’ın durmadan, sezdirmeden tarayıp uzattığı saçları belini geçmişti. Anasına duyduğu özlem saçlarını uzatmasına yetiyordu. Çünkü unutamadığı, anılarda yaşattığı tek güzellik anasının saçlarıydı. Evin konken sevdalısı hanımı, anlık kızgınlığıyla bu güzellikleri koparıp aldı Sultan Kız’dan. Sonra kapı önüne kondu!
Apartman kapıcısı Hüseyin’in kapaması olması yaşadığı acıların belki de en büyüğüydü. Umutlarını, sevdalarını bir anda yitirmişti. Yalvarmaları, yakarmaları kapıcı Hüseyin’e geçmedi. Diğer zorluklara katlanıp alıştığı gibi Hüseyin’e de katlanacaktı. Çözümsüzlükler sanki Sultan Kız içindi. Yine de düşlerini durmadan koşturdu: “Oğlum olacak, benim gibi alınıp satılmayacak; beni sevecek.” Sözleri umudunu yitirmediğini gösteriyordu. Sevgiye olan susamışlığı onu yakalamasına yetecek miydi? Tek dayandığı güçtü sevgi.
Sonra...
Çocukluğunda bırakıp kaçan anasıyla buluşan Sultan Kız, kapıcı Hüseyin’in dayağından kaçtığını uzun uzun anlattı mı? Anasının kaçış öyküsünü acaba dinledi mi? Sultan Kız kaldırımların kadını mı olmuştu? Yıllar sonra güzelliği yitip gidince el açıp dilenen bir koca karı mıydı şimdi? Sultan kız’ın düşlerini süsleyen o delikanlı şimdi nerelerdeydi acaba? “Bir gün, yenilmeden çıkıp gelir Sultan Kız!”diyeli kaç yıl olmuştu?
Babası Sultan Kız’ı satmasaydı, konken sevdalısı hanımı kapı önüne koymasaydı, kapıcı Hüseyin dövmeseydi; sizler kovmasaydınız, kovalamasaydınız Sultan Kız böyle mi olurdu!
Ülker Köksal’ın Besleme adlı oyununu Trabzon Devlet Tiyatrosu’nun salonunda izleyen herkes o gece kendisiyle hesaplaştığının ayırdındaydı.
29 Ekim 2012’ye düşen not:
Yaşamımızın her döneminde kendimizle hesaplaşmamız gerekiyor.Hele toplumsal sorumluluğu taşıyorsak, ülkemiz, ulusumuz söz konusuysa kaçınılmaz oluyor yaptıklarımızın hesabın vermek
Cumhuriyetimizi kazandığımız bugünde görevlerimizi yerine getiriyor muyuz diye kendimize soruyor muyuz?!
Yirmi iki yıl sonra sorunlarımız artarken sorumluluklarımız da bizi bekliyor!
(Trabzon Belediyesi gazetesi, 24 Şubat 1992, s. 6)