Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '17

 
Kategori
Deneme
 

Sürgün Düşler Maviye Akar

Sürgün Düşler Maviye Akar
 

 

Onlar ‘biz’ler değildirler/ ‘öteki’dirler; farklı iklimlerin insan­ları/ biraz küstürülmüş sürgün/ biraz karın tokluğuna gurbetçi/ en çok da boşaltılmış köylerin mülteci gezginidirler/ yoktur vatanları/ kendilerini nereye ait hissederlerse ve nerede doyu­yorsa karınları/ oraya ait olduklarını bilirler.

Yoksuldurlar/ mayaları bu yüzden sürekli acıdır/ yoksulluğun rengi nedense hep mavidir onlar için/ mavi daha çok umudun resmidir oysa.

 

sıradan bir hayatları vardır onların

ve herkes gibi iyimser hayalleri.

öyle büyük ve kalıcı değişimler yaratan,

hırsları yoktur.

 

başkalarının düşleriyle değil,

kendi gerçekliklerinde hayatlarını sürdürürler

ama asla yaşar gibi yapmazlar.

Aynı yaşantının ve benzer öykülerin şöhretsiz figüranlarıyız­dır. İçimizde, bizimle beraberdir onlar. Yürüdüğümüz sokakta ansızın önümüzde belirirler ve yanımızdan seğirtip giderler. Şehrin işlek caddelerinde en çok onların silik silueti seçilir. Sinema çıkışlarında, akşamcıların uğrak yerlerinde öteki ola­bilme duruşlarıyla, karın tokluğuna dururlar. Balıkçı değil­dirler mutlaka, çoğu daha önce denizi görmemiştir ve müm­kündür; yıpranmış ama hırçın dalgalara hala direngen bir tek­neleri de vardır. Fakat denizi ve bereketini iyi bilirler. Kim bilir denizde doğmadılar, ne var ki o boğulası hoş serinlikte ölmeye, o sulara gömülmeye razıdırlar. 

bilmediler balçıktan geldiklerini

her ölümden sonra gördüler

toprağa gömüldüklerini.

 

anladılar hayatları sürgün,

düşleri sürgün,

sürgündü beklentileri.

 

sığ bir deniz yatağı,

bir avuç bereketli yeryüzü parçası diye

terk edilmiş bir bataklık eskisi buldular.

 

gün atımından,

soğuk günbatımına

midyenin çamurunu eşelediler…

eşelediler…

Bu sıkıcı ve tekdüze günlerde ya da daha sonraki geniş za­manlarda ve bir yerlerde deniz hep oldukça; olur ya yolunuz eğer Güzelbahçe taraflarına düşerse, İnciraltı’na yönelin: Deniz kenarında bir banka oturup yosun kokusunu duyumsayın. Canınız temiz havada bir de sigara tellendirmek isterken, bunu yapmaktan vazgeçin, oksijeni bol manzarayı tütün koku­suyla kirletmeyin. Birkaç metre ötenizde, kıyıda yarı bellerine kadar dondurucu suya girmiş, tenleri kavruk gencecik beden­lerin, kum midyeleri için debelendiğini görürseniz şaşırmayın. En fazla beş adım, hala o bankta oturuyor musunuz? Hadi ayaklanın ve o büyük adımları atın. Bakın sahildesiniz. O in­sanlara biraz daha yaklaşınca, durmadan hareket eden, eşele­yen, arayıp bulan ellerine bakışınız kilitlenecek ve gün ışığına gelen kara midyelerin, soğuktan pörsümüş yoksul avuçlarda gülümsediğine tanık olacaksınız.

* * *

Mevsimlerle sınırlı olmayan bu zorlu mücadele, denizin ol­duğu birçok coğrafyada, yurdum insanının saydam yazgısını belirleyen bildik bir fotoğraftır. İklimler değişir, rotalar belir­lenir ve dümenler çevrilir yakın denizlere. Suyun üşümesi büyür, değişmez ancak midyecinin hazin bekleyişi. Sonra su ısınır, doğurganlığı artar ve deniz cömertleşir. Midye bereke­tiyle gelir, sevince vardırır örselenmiş yürekleri. O gün, o kı­yıda, o an çaresizlik ertelenir.

* * *

Denizin tuzlu suyunu emerek beslenen siyah midyelerin ha­sadı, yoğun olarak sığ deniz yatağındaki kumlar arasında veya mercan kuytuluklarında gerçekleşir. Suyun içinde denize rağ­men bir hayat kuran midye, midyeci için bambaşka bir ge­çinme kaynağının öznesi olarak bekler. O sert kabuklu kara görüntüsünün altında, keşfedilmeye hazır yumuşak, lezzetli bir zenginlikle durur midye. ‘Denizden babam çıkarsa yerim.’ anlayışına sahip toplumlarda, her kesimden insanın damak zevkine seslenebilen ve her sofrada yer bulabilen bir su ürünü olma özelliği de taşır.  

* * *

Açlık sınırındaki yaşamların çoğul olduğu bu coğrafyada, midye avcılığıyla uğraşan kesimi hiç düşündünüz mü? Sanı­rım hayır ve midyeyle hayatları kesişen öyküleri önemsediği­niz de söylenemez. Çünkü bu hikâye onların ve ilginç bir yanı da yok üstelik. Genelleyebilirsek, istihdam anlamında vatan­daş; lakin belirgin bir vasfı olmayan, eğitimi eksik yahut eği­timsiz sürü mü? Yurttaş ama bir yere aitliği bulunmayan gur­betçi ya da kimi etnik baskı ve sosyal nedenlerden ötürü göç etmiş dahası kalabalık bireylerin oluşturduğu aileler mi? Doğ­rusu hangisi bilemiyorum, bildiğimi sandığım bir şey varsa o da şudur:

Hayatımı sürdürdüğüm, tarihsel bir doku üzerine kurulu -is­mini amazonların verdiği şehir-  İzmir’de, midyecilikle uğraşan iki yüz tekne ve beş bin öykünün olduğudur. Bu midye avcılarına ailelerini de eklememiz gerektiğini söyledi­ğimde ise onların kaygılarına dokunmuş olmayız, hüzünlerine merhametli bakışımızla teğet geçmiş oluruz.

* * *

Yüksek binalarla kuşatılmış kalabalık sokakların bittiği kıyı çizgisinde, adına ‘deniz’ dediğimiz olağanüstü büyüklükte bir su kütlesi başlıyor, bu saydam, mavi berraklık biraz tuz biraz yosun kokuyor; ara sıra da saçlarınızı okşayıp geçen ılık rüzgârlar gönderiyor ise yaşamı soluduğunuz şehirde deniz vardır. Öyleyse, kentinizde çoğunuzun şu alelade manzarayla karşı­laşması yüksek ihtimallidir: Önünde ahşap bir taburenin üze­rinde, alüminyum bir tepside, büyüklü küçüklü midyelerin dizili; ortalarında da limonların olduğu halde, caddenin sakin bir köşesinde zayıf, sıska ve ezgin birinin sonsuz bir sabırla beklediğine ve tebessümle midye sattığına…

Küçücük midyeler, umudu daha da önemlisi geleceğidir o adamın ve varsa ailesinin. Küçük çocuklarının boncuk gözleri babalarındadır. Midye, oyuncak, okul ve çocukça gülümseme demektir. Özellikle Mardinli vatandaşlarla özdeşleştirilen bu zanaat, metropollerin varoşlarını mesken tutan, aslında denize yabancı olan bu talihsiz insanlar için ilginç, düşündürücü bir var olabilme savaşı ve gelir kaynağıdır. İşte bu nedenle Mardin ve midye ikileminden dolayı, Mardin hep maviye akar… Deni­zin mavisi griye dönmedikçe akacaktır da…

* * *

Her şeyin, kalıcı olan her şeyin değiştiği; hırsların ve taleple­rin kalpleri acımasız kıldığı bir dünyada, yoksulluk kaderi olmamalı bu insanlarımızın. Karın tokluğuna hayatlar ve midye parasına umutlar yeşertmek, geleceği kurmak, bu iyim­ser ve mütevazı insanların işi olsa da toplum olarak parçalan­mış bu yaşamların geleceklerini yaratmalarına katkıda bulun­mamak, uygar ve modern geçinen zavallı toplumun ayrı bir çelişkisidir…

Deniz oldukça ve rengi turkuaz kaldıkça, midye daima olacak. Ve midye olması gerektiği yerde, soğuktan çatlamış elleri sü­rekli bekliyor olacaktır. Çocuklar da babalarının sattığı mid­yelerin parasıyla, kendilerine aldığı oyuncakla eve dönme­sini…

Yaşasın mavi ve bereketli deniz. Mavi eşittir umuda. Ve midye, hep aksın mavi bir geleceğe…

karakusabbas@gmail.com

http://blog.milliyet.com.tr/abbaskarakus

Resim: “Kırık Midyeler” filminden Mardinli Uğur Barış

 
Toplam blog
: 13
: 209
Kayıt tarihi
: 17.07.16
 
 

Abbas KARAKUŞ  Diyarbakır'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Ergani'de tamamladı. İzmir Dokuz..