Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Aralık '17

 
Kategori
Güncel
 

Suriyeli Mültecilerin Nüfus Sorunu

Suriyeli Mültecilerin Nüfus Sorunu
 

Suriyeli mültecilerin nüfusu


Suriye iç savaşı ile ilgili uzun uzadıya siyasal bir analiz yapmak niyetinde değilim. Suriyeli milyonlarca göçmenin neden ülkemize geldiği hepimizce malum. Ben yine hepinizin bildiği bir konuya dikkat çekmek istiyorum.  Nüfus artışı. Dünya ölçüsünde nüfus artışını ya da azalmasını iki öğe; ölümler ve doğumlar etkilemektedir. Özellikle ırkının devamını sağlamak güdüsü ile ölüm sonrasında ve savaşlarda cinsel isteğin arttığını bilimsel bir makalede okumuştum. BM verilerine göre Ülkemizde 2 milyon 900 bin Suriyeli mülteci var ancak bu rakam gerçeği yansıtmıyor, Türkiye’de toplam 4 milyona yakın mülteci olduğu tahmin ediliyor.

Nüfus sorununa sağlık açısından bakarken aşırı doğurganlık terimini kullanılmaktadır. Nüfusun sayısal büyümesine nüfus artışı denir. Genel olarak insanlık tarihi boyunca dünya nüfusu artmıştır. Artış oranı başlangıçta yavaş iken son bir kaç asırda katlanarak artmıştır. Sanayi devrimiyle birlikte tıp alanındaki ilerlemeler, beslenme ve sağlık koşullarında gelişmeler; ölüm oranının düşmesine, dünya nüfusunun hızla artmasına neden olmuştur. Sanayi devriminden sonra dünya nüfusu yaklaşık 7,5 kat artarak 800 milyondan 6 milyara ulaşmıştır.

Genellikle sanayileşmiş ülkelerde nüfus artışı az, geri kalmış ülkelerde fazladır. Bir ülkede nüfus artış hızı ne kadar yüksek olursa kalkınma hızı o derece azalmakta, nüfus artış hızının sorun haline gelmesi, o ülke insanlarının temel ihtiyaçlarının karşılanamaması ile ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de mülteci göçünden sonra 300 bine yakın Suriyeli bebek doğmuş, 2017’de Türkiye’de doğan Suriyeli bebek sayısının 90 bini bulacağı, sığınmacı nüfusunun 10 yıl içinde 1 milyon artacağı öngörülmektedir. Mültecilerin % 30’dan fazlası ülkesine kesinlikle geri dönmeyeceğini söylemektedir. Mültecilerin en önemli problemleri bizim problemlerimizi ile eş değer; eğitim, iş, barınma ve sağlık...

Suriyelilerin kontrolsüz nüfus artışı; tüketici durumda olan çocuk yaştaki nüfusun ve tüketimin artmasına,  kişi başına düşen ulusal gelir payımızın azalmasına, ulusal gelirin büyük bölümünün artan nüfus tarafından tüketilmesine bağlı olarak ekonomik kalkınma hızının yavaşlamasına, artan nüfusu beslemek için toprağın aşırı kullanılması toprak erozyonunu hızlandırmasına, ekonomik bağımlılık oranının yükselmesine, çeşitli sağlık ve çevre sorunları ile yetersiz beslenme sorunlarının ortaya çıkmasına, kentlere doğru olan göçlerin yoğunluk kazanmasına, kırsal alanlarda ve kentlerde işsizliğin ve geçim sıkıntısının başlamasına, çarpık kentleşmeye neden olacaktır. Ulusal güvenlik sorunu yanında ileride bu denli nüfus artış hızı ile ülkedeki demografik yapı değişimi yeni sorunların doğmasını tetikleyecektir.

Yaşam salt biyolojik bir olgu değildir. Böyle görülmemelidir. İnsanın toplumsal esenlik ve refah içinde yaşaması en az bedensel sağlık içinde bulunması kadar önemlidir. WHO kuruluş belgesindeki “sağlık” tanımını hatırlatmak gerekir; “Sağlık, sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, bireylerin bedensel ruhsal ve toplumsal yönden tam iyilik halidir.”

Giderek kalabalıklaşan kaynakları kısıtlı ülkemizde karşılıklı olarak birbirine dayanan daha çok sayıda insan daha uzun süre yaşadığına göre toplam nüfus artışı herkesin hayatını bir şekilde olumsuz etkileyecektir Suriyeliler hangi ilde nerede yaşarlarsa yaşasınlar. Etkiler sınır tanımayacaktır. Bu bir fedakarlık konusu değildir. Bu bir siyasi projeksiyoner çerçeve yaratma ve öz savunma yöntemlerini ve proaktif önlemleri uygulamaya koyma konusudur.

Ülkeyi yönetenlerin ya da ülkenin geleceğini planlamakla görevli DPT gibi kuruluşların elinde, ailelerimizin, çocuklarına nasıl bir gelecek “hazırlama”, veya “hazırlayamama” kapasitesine sahip olduklarıyla ilgili bilimsel bir çalışması var mı? bilmiyorum. Ancak birçok siyasetçi üst düzey bürokrat, aydın kişilere göre, Türkiye’nin AB üyeliği yolundaki en önemli kozlarından birinin AB Ülkelerinin yaşlı nüfusuna karşılık sahip olduğumuz “genç nüfus”tur. “Genç nüfus” avantajı tezini savunanların unuttuğu ise öncelikle; Türkiye’nin, AB’nin genç nüfus ihtiyacını karşılama gibi basit ve onur kırıcı bir görevi (misyonu) yoktur ve olamaz, böyle bir görevi bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde savunan kişilerin unuttuğu veya gözden kaçırdığı en önemli konulardan biri, genç nüfusun sahip olduğu nitelik düzeyidir.

Geleneksel, kültürel değerler nüfus artışı sorununda önemli rol oynamaktadır. Örneğin, Türkiye’de nüfus artış hızının düşürülmesi önerisine gelen en yoğun tepkilerden biri, “Hıristiyanlar veya kafirlerin, Müslüman nüfusun artmasını istemediği” görüşüdür. Bu tür tepkilere, nüfusun çoğunluğunun Müslüman olduğu hemen hemen bütün ülkelerde rastlamak mümkündür. Aslında bu tür görüş sahiplerinin, Müslümanların sayısal, nicelik artışından önce, nasıl bir yaşam kalitesine sahip olduklarını ön plana çıkarmaları daha akılcı olmaz mı?

80 milyonluk ülkemizde, eğitimsiz ve düşük gelirli ailelerin çocuklarına neleri verebilecekleri, daha doğrusu neleri veremeyecekleri bellidir. Dünyanın ilk nüfus planlamacılarından olan İngiliz Papaz Mallthus’un nüfus planlamasına yönelik, büyük felaketler, savaşlar olmalı önerisi bilimsel ve hümanist değildir. Yönetenlerin, aileleri, ancak çağdaş anlamda “bakabilecekleri” kadar çocuk sahibi olmaları konusunda bilinçlendirilmeleri, gerekirse çeşitli yaptırımlarla buna zorlamaları gerekir.

Ancak, kendi nüfusunu kontrol altına alamayan ülkemizde görünen odur ki kontrolsüz bir şekilde Suriye mülteci nüfusunun artışı, konu ile ilgili sorunları daha da katmerleştirecektir.

Nizamettin Biber

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..