- Kategori
- Edebiyat
Tamavarım

Bir eylül sabahı, sonbaharın kendini hissettirmeye başladığı mevsimin ilk adımı. Hava hafif üşütüyor, yine de tenine değsin istiyorsun mevsimin güzelliği. Birkaç ay önce aradaki çimenlere basmamak için atlayarak gittiğin taşlı yol yavaş yavaş görünmemeye başlamış. Adımlarının altında ezilen yaprakların sesinden tanıyorsun bu iklimi. Her sonbahar düşündüğün gibi yine gelip oturuyor aklına mevsimlerle beraber ruhlarında değiştiği. Bunu her yıl yaşıyorsun çünkü, belki de kendinle beraber tanıyıp bildiğin en iyi şeylerden biri bu ruh hali…
Yeşil yaprakların sarıyla buluşmasına şahit olan bir ormanın kıyısında, sabah akşam yürüyüş yapanların dikkatini çekecek kadar güzel görünen, iki üç merdiven basamağıyla kapıya yaklaşılan bir balkonu olan, dışarıdan bakıldığında içinin sıcaklığını hissettiğiniz, ağaç gövdesinden sanki sanat yaratılmış gibi duran bu eve geldiğinde yaşadığı heyecanı anlatacak kelime yoktu. Şehrin kaosundan kurtulmak istemiş ve 2 ay önce sessizliğine aşık olacağı bir yer aramaya başlamıştı.
Sıcak bir yaz günü şehrin taşlarından yansıyan sıcağa kapılmamak için evde otururken okuduğu bir dergide rastlamıştı fotoğrafına. Derginin üstündeki bölümde “Huzurla tanışmak ister misiniz?” diye yazıyordu büyük harf ve koyu renk tonuyla. Daha fotoğrafı görür görmez kendini o evde, o ormanda hayal etmeye başlamıştı bile. Aradan geçen iki ay içinde bütün resmi işlemleri tamamlamış, bir elinde küçük tekerlekli bavulu diğer elinde bilgisayarıyla evin karşısında duruyordu. Büyüleyici her anı kaydeden aklı yenisini eklemişti bile anılarına.
Uzun zamandır bir kitap yazmak istiyordu. Şehir hayatı, stres, insanlar ismine ne derseniz bütün bu engelleri aşıp buraya gelmişse istediklerini yazmanın tam zamanıydı. Merdivenleri geçip kapıya yaklaştığında kalp atışlarının duyulmamasına imkan yoktu. Kapıyı açtıktan sonra bir süre kıpırdamadan evin içini inceledi. Sol karşı köşede duran şöminenin üzerine asılmış kırmızı çoraplar ve hemen şömine duvarında duran eski gaz lambası dikkatini çekti. Birkaç odun parçası yerde bir maşayla yan yana duruyordu. Hemen karşısında biraz kullanılmış izlenimi veren,rengi soluk kırmızı bir koltuk vardı. Üzerine üçgen şeklini andıran bir biçimde serilmiş gri koltuk örtüsüyle hayal ettiği zamanları yaşayabileceğine olan inancı artıyordu. Hemen sağdaki camın önünde küçük bir masa ve 2 sandalye duruyordu.
İçeri girer girmez masanın üzerine bilgisayarını bırakıp montunu bile çıkarmadan koltuğa uzandı. Ellerini başının altına koyup derin bir nefes aldı ve gülümsedi. Aradığı tam olarak buydu, huzura varan ilk an. Hava kararmak üzereydi, şöminede yanan odunların ateşinin ışığında dizlerini karnına çekip oturdu biraz. Alevlerin ışıltısını izledi. Yaşadıkları geldi aklına ya da zaten aklında buraya da taşımıştı ve kendisini hatırlattığı bir zaman oldu bu an.
Ne kadar güzel sevmişti. Sevmenin tadına vararak, vazgeçilmezliğini iliklerinde hissederek ve her daim onun gözlerinde var olarak. Hep böyle diyordu kendisi için. Sevmenin en güzel halini almıştı bedeni. Ona baktığında yüreğinde taşıdığı kelebeklerin uçuşması bundandı. Yanında olmadığı anlarda hemen telefona sarılıp ona sevdiğini anlatmak istediği zamanlar oluyordu. Yüreğine sığmayan kelimeleri yazdığı zamanlar. Kendi tarihinin şahit olmadığı bir derinlikle seviyordu adamı.
Ondan hiç duymamıştı sevdiğini, olsun o bununla değil onun yüreğinde yarattığı kıvılcımla ilgileniyordu. Mevsimler, iklimler, renkler değişiyordu. Onun aklında hep aynı kalan gölgeydi adamın silueti.
Sonra bir zaman küçük bir karanlık geldi hikayesine. Sağlam bir rüzgarla beraber yerini sabitleştirip tam da yüreğinin aydınlığına yerleşti. Aralarına mesafelerce soğukluk, kilometrelerce uzaklık girdi. Karşısında gözlerine bakarken bile orda olmadığını gördü bir akşam. Orda kırıldı dünya, yırtıldı hayat sayfası. Elinde olsa o günü takvim yaprağı gibi yırtıp atardı. Karşında duran ateşe emanet ederdi ama silinmiyordu. Ne yapsa o an gitmiyordu aklından.
Yazmaya karar verdi. Sözcükler, kağıtlar dolusu yazmaya. Belki de en iyi ilaç buydu. Hemen koşup bilgisayarını açtı, önünde duran boş sayfanın beyazlığına iki kelime kondurdu. Silmek istedi olmadı.
Dışarıda sonbaharın kızıla çalan güzelliği, rüzgarın serinliği, orman ve yüreği. Dar geldi aldığı nefes. Başka cümle de yazamadı, gitti oturdu koltuğa. Ordan bile yazdığı kelimeler net bir şekilde okunuyordu.
“Çok sevdim.” diyebildi. Bu bir kitabın ilk ve son cümlesi oldu...