- Kategori
- Mizah
Tanrı öldü mü?

Bazen, ukalaca ahkam kestiğim halde; içinde, dişe dokunur hiç bir fikir bulunmayan eski yazılarımı okuduğum zamanlar kendi kendime kızıyorum. Bunun tersi olduğu zamanlar da olmuyor değil. Bir nebze fikir bulunan ama bu sefer de kesin hüküm içermeyen yazılarımla karşılaşınca da, fena halde dalga geçesim geliyor .
Leyli meccani talebesi gibi, fasulyeden yazar olmanın dayanılmaz hafifliği bu olsa gerek. Ne kadar gayret edersem edeyim; aynı yazı içinde, hem fikri hem de ahkam kesmeyi bir türlü denk düşüremiyorum. Sallamakla da olmuyor. Tipik bir son damla sendromu .
Hele birde; gazetelerde, mecmualarda, televizyonlarda sabah akşam ahkam kesen ve her konuda kesin fikirli, çok bilmiş " ba'şörtmenleri " görünce; bir anda kendimi, yüzlerce Sadettin Teksoy parmağı saldırısına maruz kalmış zavallı bir mücrim gibi hissediyor; ezildikçe eziliyor, büzüldükçe büzülüyorum. Galiba, bu durum karşısında yapılabilecek en doğru şey; Abuzer Kadayıf'ın dediği gibi: "Boş ver abi dalgana bak ! " olmalıdır.
Maalesef, asri zamanlarda; " gülelim , eğlenelim, kam alalım dünyadan" demek de o kadar kolay değil. Meşhur grafitinin yazdığı gibi, hayatta ne kadar zevkli ve keyifli şey varsa; ya ayıp, ya günah, ya da şişmanlatıyor. Yahut da, böyle olduğu konusunda genel kabul görmüş kesin yargılar var.
Yeri geldiğinde, ortalık yerde sunturlu bir küfür sallamak ayıp sayılıyor. Bazen de; açık saçık güzelim fıkraları anlatırken sansürleyeceğiz diye rezil ediyoruz. Hem evli olup, hem de işvebaz bir tazeyle gizlice bir otele kapanıp bir kaç zevkli saat geçirmeye kalkmaksa ayıp ve günahlar listesinin en başında bulunuyor nedense...Çukulata, dondurma ve kremalı pastadan söz etmeye gerek bile yok. Şişmanlarsınız.
Belki de bütün bu olup bitenlerin nedeni; hayır ve şer konusundaki kafa karışıklığımızdır. Yani, objektif 'İyilik ve Kötülük' konusunda hiç kimsenin ortak ve kesin bir fikri yok. Biraz oportünist biraz da pragmatik davranarak; iyiliğin ve kötülüğün ölçüsü, bizim ikiyüzlü ve sübjektif menfatimizdir diye düşünmekteyiz.
Hem kendimiz, hem başkaları, hem toplum, hem de devlet; bizim iyi bir insan ve de iyi bir yurttaş olmamızı ister. Bu yüzden kime sorarsanız sorun, mutlaka kendisinin iyi bir insan olduğunu söyler. Hatta, musalla taşındayken bile; imamın, "merhumu nasıl bilirdiniz" sorusuna cemaatten hiç kimse "hıyarın tekiydi" diyemez. Hep bir ağızdan; "İyi bilirdik" derler.
Bir de; kötülük ve kader kavramlarını yan yana getirince beyinlerimiz iyice sulanır. Gerçek kötülüğün var olduğu bir dünyada; asırlardır, hem filozofların hem de ilahiyatçıların içinden çıkamadıkları netameli bir mesele olmuştur bu konu. 1300 Sene önce, Cebriyeci ve Kaderiyeci diye ikiye ayrılan İslam alimleri de bu konularda epeyce kafa yormuşlar. Mesela Mutezile, Allah'ın sadece iyiliği yarattığını, kötülüğü ise reddedip yaratmadığını savunmuştur. O zaman da : "Peki, bu kötülüğü kim yarattı ulan!" Sorusu çıkmaktadır karşımıza. Kader'e, yani bütün hayır ve şer'lerin Allah'tan geldiğine inanmak insanın özgür iradesini ortadan kaldırıp günah ve sevap kavramlarını anlamsız hale getirmekte; İslam amentüsündeki, imanın altı şartından biri olan Kader'i reddedince de; iman, zedelenmiş olmaktadır.
Kötülüğün Allah'a ait olmadığını savunan Mutezile'ye inandığınızda; kainattaki herşeyin yaratıcısının Allah olduğu inancına gölge düşmektedir. Tersi ise; başka sorunları beraberinde getirmektedir. Herşeye gücü yeten Allah'ın kötülüğü neden ortadan kaldıramadığını düşünmek gücünü inkar etmek, bunu yapabileceği halde yapmadığını düşünmek ise; O'nun iyiliğini inkar etmek anlamına gelmektedir. Şimdi diyeceksiniz ki; bunları nereden uyduruyorsun? Hiç birini uydurmuyorum. Kaynaklarda yazıyor.
Galiba işin doğrusu; hidayete erdirme fantazilerinden vazgeçip, diyalektik düşünme rahle-i tedrisinden geçmiş eski Marksistleri bu din olayına pek bulaştırmamaktır. Bırakın kendi düşünce cehennemlerinde yanıp kavrulsunlar, özeleştirinin dipsiz kuyularında debelenip dursunlar.(!)
Hele bir de Nitchze'yi, Hegel'i , Sartre'yi, Brecht'i falan okumuşlarsa; binlerce yıldır açlığın, yoksulluğun, sefaletin, haksızlığın ve adaletsizliğin ve en nihayetinde savaşların hüküm sürdüğü; yani, KÖTÜLÜĞÜN EGEMEN OLDUĞU bir dünyada TANRI ÖLDÜ MÜ diye sormaya ve bütün dinleri kökten sorgulamaya kalkışırlar.
Mesela , siz bu satırları okurken; işgal altındaki komşu Irak topraklarında, yüzlerce masum kadın, çocuk ve genç insan; Hıristiyan veya Yahudi olmadıkları için, Evangelist rahiplerin kutsadığı katil Amerikan sskerleri tarafından PETROL TANRISI adına kurban ediliyorlar...
Yıllardır, üniversitelerinde türbanın serbest bırakılması için olmadık nümayişler yapıp ortalığı ayağa kaldıran Türkiyeli müslümanlar; ya öldürülen insanlar Türk olmadıkları için ya da siyasal İslamcılığın banisi AMERİKAN TANRILARININ gazabından korktukları için bu duruma seslerini çıkartmıyorlar.
En babalarından bir tanesi de, misafiri (!) olduğu Amerika'da işgale destek toplantılar düzenliyor.
Aslında fazla söze gerek yok. Malum şair Nazım Hikmet elli sene evvel söylemiş söyleyeceklerini.
" Ömür gelip geçiyor, vakti ganimet bil uyanılmaz uykulara varmadan/
Yakut şarabı, billur kadehe doldur, seher vaktidir ey delikanlı uyan"
Fikirle hükmü bir araya getirmekten aciz biri olarak başka ne diyebilirim ki?
A. Mesut Tatlıpınar