- Kategori
- Siyaset
Tarih bilincine ermeden bugünü anlayamayız

Bize okul çağlarındayken tarihi böyle öğretmediler.
Bellettiler ki, Osmanlı padişahları haremlerinde yaşadıkları zevki sefadan kendilerini sıyırarak elde kılıç ordularının önüne geçip, Tuna boylarından Sina çöllerine kadar at oynattılar mı, memleket ilerler... Osmanlı “ilerleme devri”ndedir…
Tam tersine hareme kapanıp kendilerini şehzade üretimine adadılar mı, memleket geriler... Osmanlı “gerileme devri”ndedir…
Böyle ezberledik Fatih’i, Süleyman’ı, Deli İbrahim’i, Vahdettin’i...
Böyle belledik ilerlemeyi, duraklamayı ve gerilemeyi...
Ve bize [doğal olarak] dünyada, “Aydınlanma Devrimi” denen büyük bir insani ve kültürel atılımın yaşandığını… Ve bizler [yine doğal olarak] Batı'nın gerçek bir ilerleme süreci içine girip, bu nedenle geliştiğini göremedik, anlayamadık...
Ve yine bizlere, bu sürecin anlamından, değerlerinden, kültür kaynaklarından, düşünce biçiminden ve akılcı düşünmenin yönteminden hiç mi hiç söz etmediler…
İlerlemenin kılıç şakırdatmakla olamayacağını ve gerilemenin, şakırdayan kılıcı kılıfına yerleştirmekten çok başka bir şey olduğunu... Anlatmadılar!
Bu büyük gerçekler "Milli[!] Eğitim müfredatında mevcut değildi...
Aydınlanma Devrimi’nin büyük düşünürlerinin sadece isimlerini ezberledik ders kitaplarında. Bir de doğum ve ölüm tarihlerini… Ama neyi düşündükleri ve nasıl düşündüklerini bilmedik, bilemedik.
Bu ulu kişilerin düşüncelerinin ışığı ile günümüzü, gönlümüzü ve bilinçlerimizi aydınlatamadık…
Aydınlanma devriminden bihaber ezberledik bir yığın safra sözde bilgiyi.
Soluğunu ve hele hele aydınlığını hiçbir zaman hissedemedik rasyonel düşüncenin…
1789’da Fransa’da İnsan Hakları Bildirisi yayınlandığında, atalarımızın derin bir uyku içinde olduğunu fark etmedik, işitmedik, anlamadık…
Biz toplumsal onurumuzu, öncelikle Baltacı Mehmet Paşa öyküleri ile onarmak yolunu tuttuk.
Çünkü bize tarih okutmadılar.
Bize okutulan tarih, “bir varmış, bir yokmuş” söylemi ile başlayan ıslatılmış/parlatılmış bir magazin külliyatı idi.
Nedensellik bağlarından kopartılmış sıradan bir tele-tarih belgeseliydi...
Oysa “Aydınlanma Devrimi” ile insanoğlu, doğa, toplum ve kendisi ile ilgili her türlü düşüncenin nedenlerini ve kaynağını gökten yere indirmiş oluyordu.
Yasak sorular, tarihteki karanlık zindanlarına geri gönderiliyordu.
Artık her türlü soru sorulabiliyordu. Her şey sorgulanabilirdi.
Soruların ortaya koyacağı yanıtlardan korkulmuyordu.
Bilim, aydınlanma süreci sonrasında dünyaya ışık saçmaya başlıyordu.
Artık insan aklı, gündemine her konuyu alabilir; her konuyu düşünebilir; her soruyu sorabilir ve yanıtlarını özgürce tartışabilirdi.
İnsanların cehaletlerini kullanarak ve din duygularını istismar ederek onları gütmeyi meslek haline getirmiş olanların tezgâhları bozulmuştu...
Egemenlik, [artık] gökten yere inmişti.
Ancak, işte tam da bu tarihlerde Osmanlı ümmeti hala, şeriatla yönetilmekte, bilimsel düşünce Osmanlı gümrüğünde “tehlikeli madde” olarak tanımlanmakta ve ülkeye –asla- sokulmamaktaydı.
İşte Cumhuriyet, bu bilimsel düşünceyi getirmiştir ülkemize...
Aydınlanma devrimini getirmiştir.
Bağımsızlığı getirmiştir.
Milli Devlet’i getirmiştir.
Çoğulcu, demokratik, çağdaş, hukuk devletini getirmiştir.
Günümüzde çeşitli kisveler altında Cumhuriyet’e yapılan saldırılar, işte bütün bu değerleri geri göndermek içindir. Egemenliği halkın elinden alıp, gasp etmek içindir…
Dini siyasete alet eden zihniyetin elinden bu önemli silahın alınmasıdır tepki gören asıl gelişme… İstenmeyen ve değiştirilmek istenen, intikamı güdülen "şey", gerçekte budur...
İşte bunun içindir “tarih bilinci”ne duyulan tepki, gösterilen düşmanlık.
Ve işte yine bunun içindir, kara-sakallı ve entel sosyete yobazının bugün aynı gazetelerde, aynı tv kanallarında, aynı şirketlerde ve aynı çıkmaz sokaklarda kurmuş oldukları çıkar ortaklıkları…
farukhaksal.didim@gmail.com