- Kategori
- Tarım / Hayvancılık
Tarımda Kendine Yeterlilik

Ülkemiz bir zamanlar dünyada tarımsal üretim açısından kendine yeterli ülkelerden birisi olarak gösterilirdi. Son yıllarda ülkemizin tarımda kendine yeterlilik özelliğini kaybettiği, beslenme yönünden önem taşıyan birçok tarımsal ürünü ithal ettiği, gelecek nesillerin gıda güvenliğinin alarm verdiği ileri sürülmektedir.
Ekonomik yeterliliği, “ekonomik bir birimde tüketilen her türlü nesnenin yine aynı birimde gerçekleştirilen üretimle karşılanması” şeklinde tanımlamak mümkündür. Bu birim bir aile, bölge ya da ülke olabilir. Buradaki amaç diğer ekonomik birimlere bağımlı olmamaktır. Böyle bir ekonomik yeterliliğin mutlak anlamda gerçekleştirilmesi hiç bir zaman söz konusu olmamaktadır. Bu nedenle ekonomik yeterlilik deyince, diğer birimlere olan bağımlılığın en aza indirilmesini anlamamız daha yerinde olur.
Tarımda kendi kendine yeterliliği, bir tek veriye bakarak söyleyebilmemiz mümkün değildir.
Dünya Bankası verilerine göre, 2014 yılı itibariyle dünya tarımsal katma değeri 3.350.830 Milyon Dolar olarak gerçekleşmiştir. Tarımda en büyük üretici ülkeler Çin, ABD ve Hindistan’dır. Türkiye aynı yıl 56.928 Milyon Dolar tarımsal üretim gerçekleştirmiştir. En büyük üretici olan ilk üç ülke, toplam üretimin yaklaşık %45’ini gerçekleştirmektedir. Dünya tarım ürünleri ticareti verilerine baktığımızda ise, Çin ve ABD’nin aynı zamanda ilk iki sırada yer alan tarım ürünleri ithalatçısı ülke oldukları görülmektedir. Bununla birlikte ABD’nin en büyük tarım ürünleri ihracatçısı ülke olduğunu da özellikle belirtmek gerekmektedir. O halde en büyük üretici ve ihracatçı olan bir ülke tarım ürünü ithalatçısı da olabilmektedir.
Bu nedenle, ülkemizin tarımda yeterliliğinin değerlendirilmesinde ürün bazında yaklaşımda bulunmak daha yerinde olacaktır.
TÜİK tarafından bitkisel ürün denge tabloları yayımlanmaktadır. Yeterlilik oranı, üretim eksi iç tüketim olarak hesaplanıyor. Bu tablolara göre, 2015-2016 döneminde stratejik bir öneme sahip buğdayın yeterlilik oranı %113,6’dır. Aynı dönemde yem sanayinin en önemli girdilerini oluşturan arpanın yeterlilik derecesi %106,5, mısırın ise %105 olarak gerçekleşmiştir. Yeterlilik oranı, yurt içi talebin büyük kısmının ithalat ile karşılandığı yağlı tohumlar ürün grubundan ayçiçeğinde %78,9, soyada %6,9 ve kolzada %26,9 düzeyinde gerçekleşmiştir.
İç tüketimi karşılamakta yetersiz kaldığımız ve ithal etmek zorunda olduğumuz tarımsal ürünlerin başında soya gelmektedir. Yağlı tohumlarda bir üretim yetersizliğimiz olduğu açıktır. Aynı dönemde meyve grubu ürünlerde ise, yüksek yeterlilik oranları gerçekleşmiştir. 2015-2016 döneminde sebze ürünlerinde yurt içi üretimin yurt içi talebi karşılama oranı %106,8 olarak gerçekleşmiştir. TÜİK verilerine göre toplam sebze arzının büyük bir kısmı yurt içinde tüketilirken sadece %6,6’lık bir bölümü ihraç edilmektedir.
Yazılı ve görsel basında bu ürünlerin yeterliliğinden ziyade, üretici eline geçen fiyatlar ile pazar fiyatları arasındaki büyük fark söz konusu edilmektedir. Daha çok et fiyatlarındaki artış ve ardından iç piyasada fiyat istikrarını sağlamak amacıyla yapılan ithalat tarımda yeterlilik konusunu gündeme getirmektedir.
Ülkemizin 2000 yılında 1.040 Bin Dolar tutarındaki et ve yenilen sakatat ithalatı 2016 yılında 42.001 Bin Dolara, 33.458 Bin Dolar olan canlı hayvan ithalatı 603.822 Bin Dolara çıkmıştır. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizin balık ithalatı 37.023 Bin Dolardan 174.616 Bin Dolara yükselirken süt ürünlerinde de ciddi bir artış olmuştur. Bu veriler hayvancılık sektöründe giderek derinleşen bir sorunun olduğunu net olarak ortaya koymaktadır.
TÜİK verilerine göre, 1980 yılında 15.894.000 olan sığır sayısı 2000 yılında epeyce azalmış ve 10.761.000 olmuştur. Ardından sığır varlığı 2010 yılında 11.370.000, 2016 yılında ise besilik ve kasaplık hayvan ithalatıyla birlikte 14.080.155 olarak gerçekleşmiştir. Ancak 1980 yılındaki sığır varlığına ulaşılamamıştır.
2014 yılı FAO verilerine göre; kişi başı et tüketimi dünya ortalaması 34 kg., ülkemizde ise 28 kg.’dır. 28 kg. et tüketimin 16 kg.’ını beyaz et oluşturmaktadır. Kişi başına kırmızı et tüketimimiz 8,3 kg.’dır. Tüm bu verilerin yanında, geçmiş yıllarda kişi başına kırmızı et tüketiminin 20 kg. civarında olduğu dikkate alındığında kırmızı et üretiminde bir sorun olduğu açıktır.
Buğday tarımı insan beslenmesindeki temel besinlerin hammaddesi olması yönüyle stratejik bir ürün olarak kabul edilmektedir. Ülkemizde buğdayın ekim alanları 1990 yılına kadar artmış ve 9.450.000 hektara ulaşmıştır. 2016 yılında buğday ekim alanı 7.671.945 hektar olarak gerçekleşmiştir. Buğday ekim alanları % 23 oranında azalmıştır. Sağlanan verim artışıyla üretim miktarı yaklaşık 20 milyon ton civarında gerçekleşmiştir.
TÜİK verilerine göre ülkemizin buğdayda kendine yeterlilik oranı, özellikle bazı yıllar olumsuz iklim koşullarına bağlı olarak 2005/2015 döneminde % 89 ile % 120 olmuştur. Bu veriler ülkemizde iç tüketimin üretimle karşılanıyor olduğunu göstermekle birlikte buğday ithalatı artmaktadır. TMO 2016 Yılı Hububat Raporu’nda yer alan Uluslararası Hububat Konseyi verilerine göre; ülkemizin 2007/2008 döneminde 2,2 Milyon ton olan buğday ithalatı, 2016/2017 döneminde 4,7 Milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Yapılan ithalatın olumsuz hava koşulları, artan mamul madde üretimi gibi pek çok nedeni bulunmaktadır. Ancak genel olarak değerlendirildiğinde ülkemizde yıllar itibariyle buğday üretim alanlarının daraldığı ve üretimin arttırılamadığı, buğday üretiminin uzun yıllardan bu yana 20 Milyon ton civarında olduğu net olarak görülmektedir.
Birleşmiş Milletler (BM) Ekonomik ve Sosyal İşler Dairesi’nin 2017’de yayınladığı Dünya Nüfus Tahminleri Raporu’na göre, dünya nüfusu son 12 yılda 1 milyar artarak 7,6 milyara ulaştı. Rapora göre, dünya nüfusunun 2030 yılında 8,6 milyara, 2050 yılında 9,8 milyara ve yüzyıl sonunda 11,2 milyara ulaşması bekleniyor.
Birleşmiş Milletler bünyesindeki Gıda ve Tarım Örgütü, Uluslararası Tarımsal Kalkınma Fonu, Çocuklara Yardım Fonu ve Dünya Sağlık Örgütü'nün ortak çalışmaları sonucu olarak yayımlanan Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu 2017 Raporu'na göre, 2016 yılında dünya genelinde yaklaşık 815 milyon kişi çatışmalar ve iklim değişikliğinin yol açtığı doğal afetler nedeniyle yetersiz beslendi.
İnsanoğlu hayatını sürdürebilmesi için bir takım ihtiyaçlarının karşılanması gerekir. Beslenme, barınma ve giyinme temel ihtiyaçlardır. En basit anlatımla, yemeden ve su içmeden yaşayamayız. Sadece bu yönüyle bile tarım sektörü vazgeçilemez bir sektördür. Buna karşılık günümüz dünyasında insanların beslenme sorunu çözülememiş, aksine kronikleşmiştir. Artan nüfus ve iklim değişikliği nedeniyle tarım ürünlerine olan talep giderek artacak ve tarım stratejik bir sektör haline gelecektir. Bu nedenle bugün ve gelecekte tarım sektörünü bu açıdan değerlendirmeli, korumalı ve desteklemeliyiz. 1980’ li yıllarda ortaya atılan dünyada globalleşme rüzgarıyla sadece ticari yönüyle değerlendirilip, alınan kararlarla yönlendirilen tarım sektörümüz ve köylümüz aradan geçen sürede Cumhuriyet döneminde kurulan kurumlarını kaybetmiş, ithal tohum, GDO’ lu ürün, ithal et vb. kavramlarla tanışmıştır. Bugün kırmızı ette karşımıza çıkan çözümsüzlük yarın diğer ürünlerde de karşımıza çıkarsa iş işten geçmiş olacaktır.