Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

06 Ekim '08

 
Kategori
Resim
 

Tatil Sanatı

Tatil Sanatı
 

"Nike" _ Dağhan Yürürler


Casa Dell'arte - Sanatevi

Kimbilir kaç yıl olmuştu şu Bodrum yollarını arşınlayalı. Senede bir, bazen iki, bazen de üç kez o yılan gibi kıvrılan uzun uzadıya yollara direksiyon sallamıştım. Bizimkisi hep ziyaret için olmuştur, yoksa Bodrum’da çılgınca eğlenmek için hiç değil! Bir kaç yıl önceydi. Yine bir Bodrum dönüşü Muğla’yı geride bırakalı yaklaşık 20 km olmuştu ki, sağ tarafta ‘Belen Kahvesi’ tabelasını görmüştük. Hani şu meşhur ‘Ormancı Türküsü'ne konu olan ‘Belen Kahvesi':

”Çıktım Belen Kahvesi'ne baktım ovaya, baktım ovaya,
Bay Mustafa çağırdı, dama oynamaya,
Ormancı da gelir gelmez, yıkar masayı, yıkar masayı,
Söz dinlemez ormancı, çekmiş kafayı.

Aman ormancı, canım ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı. ...”

Şu Köyceğiz yolları

Bu yaz, tatile Köyceğiz yollarından başladık. Hani

“Şu Köyceğiz yolları
Kaldır Ayşem kolları …”

diye başlayan türküye konu olan yollardan. Elindeki taş, yontu ve seramik tabletleri göstermek için sabırsızlanan kısa boylu, canıtez bir adam hemen her akşam kaldığımız pansiyonun yolunu tutuyor, pansiyon sahibi dostlarına yaptığı işleri gösteriyordu. Ortak yön sanat olunca, aradan birkaç gün geçtikten sonra emekli orman mühendisi olduğunu öğrendiğim Veli İçkin ile oracıkta tanışıvermiştik. Bahardan kışa kadar bu sakin beldedeki yazlık evinde tek başına çalışıyor; deniz kenarından topladığı taşları yontarak çeşit çeşit kolyeler, küçük heykelcikler, son zamanlarda da şömine için memleketi Denizli’den getirdiği ateş tuğlası toprağından seramik tabletler yapıyordu. Özellikle, ilkel aletlerle yaptığı figüratif küçük yontulardaki ifade çok etkileyiciydi. Seramik tabletlerdeki yalın grafiksel anlatım dikkat çekiyordu. Tıpkı türküdeki gibi kollarını kaldırmış oynayan iki figürü resmettiği tablet, kendisine Hollandalı bir turist tarafından hediye edilen Picasso kataloğundaki gibi yalın fakat, bir o kadar da etkileyiciydi. Küçük evindeki duvarda asılı sazı ormancının yalnızlığına yarenlik ediyor, hemi çalıyor, hemi de söylüyordu. Bazen de ‘Kerimoğlu’ gibi zeybek havalarını duyduğunda efelenip oynamaktan kendini alamıyordu.

Köyceğiz sonrası nihayet Bodrum’daydık. Yazın gelişi ile kim bilir kaç sanatçı daha, büyük şehirlerden kaçarak Yarımada’ya sığınmıştı. Cemil Eren’i, Yavuz Tanyeli’yi, mümkün olursa İlhan Berk’i, Torba’daki sevgili Turan Erol hocamızı ziyaret etmek, bir de Murat Balkan tarafından organize edilen ve geleneksel hale gelen Aspat’taki Taş Heykel ve Resim Atölyesi çalışmalarını izlemek istiyordum. Maalesef, fırsat bulup da sayılı birkaç güne bunların hiçbirini sığdıramadım. Ama, yine Torba koyunda bulunan ve aslında bir ‘sanat oteli’ olan “Casa Dell’Arte” isimli butik oteli büyük bir merakla gezdim, gördüm, fakat gözlerime inanamadım. Sanki bir rüya görüyordum…

Her adımda adeta gölge gibi izliyor sizi sanat

Otelin sahipleri de aynı rüyayı görmüş olmalı. Zira, “Biz bir rüya gördük… Sanatın hayatın içine karıştığı, zamanın bir tablonun renklerinde, bir heykelin kıvrımlarında dolaştığı, tüm keyif veren güzelliklerin birarada bulunduğu bir rüya… Ve rüya gerçek oldu…” sözleri oteli en yalın biçimde anlatmaya yetiyordu. İsmi Latince “Sanat Evi” anlamına gelen Casa Dell’Arte, gerçek anlamda sanata ve sanat tutkunlarına adanmış bir otel. Fikret Mualla’dan Nuri İyem’e, Turan Erol’dan (‘Bodrum’ resmi otele yakışmakta) Adnan Çoker’e, Neşet Günal’dan Neşe Erdok’a, Mehmet Güleryüz’den Alaettin Aksoy’a varıncaya dek renk renk, boy boy resimlerle ‘göz göze’ gelmek, Mehmet Aksoy’dan Yunus Tonkuş’a, Maria Kılıçlıoğlu’ndan (‘Cyrius-2’ isimli kalkan balığını betimleyen çalışmasına bayıldım) Ender Güzey’e ait heykellerin gölgesinde dinlenmek, güneşlenmek, üstelik müze görevlisinin “süre bitti, kapatıyoruz” türünden uyarısı ile karşılaşmadan gönlünüzce doyasıya eserleri izlemek, sıcaktan bunaldığınızda havuza dalmak, nefes almak için su yüzüne çıktığınızda yine sanat eserleriyle göz göze gelmek ne büyük bir keyif olsa gerek. Hani rüyanızda görseniz inanmayacağınız türden bir keyif! Güngör Taner’in rengarenk resminin şavkı üç ayaklı kuzguni piyanonun mobilyası üzerinde adeta ışıl ışıl parlamakta. Renk renk kolyeler, dizi dizi dizilmiş püsküllü kehribar tesbihler de kolleksiyonun bir parçası. Otelin her bir köşesinde, lobide, odalarınızda, bahçede, yemek salonlarında, kütüphanede, şöminenin etrafında, kısacası her noktada, her adımda adeta gölge gibi izliyor sizi sanat. Hayatın içine karışıyor sanat. Keşke diyorum, meydanlarda, parklarda, kampüste, duraklarda, yollarda, kısacası günlük yaşamda da sanat ile gerçek sanat eserleriyle iç içe olabilsek. Şehirlerimizin çirkin beton duvarlarla örülü, estetikten yoksun o soğuk yüzünü bir nebze olsun sanat eserleriyle ısıtabilsek. Bu sayede, insan olduğumuzun farkına varabilsek, ruhumuzu aydınlatabilsek. Evet, 1946 Ankara doğumlu Yunus Büyükkuşoğlu’nun yüreği de lise yıllarında, Sirkeci’de babasına ait yedek parça dükkanında çalışırken aydınlanmış. Nasıl mı? Sirkeci’de bulunan çerçevecilerin Fındıklı’dan getirttikleri Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencilerini resim yaparken izleyerek. İlk biriktirdiği parayla da Servet diye bir ressamın tablosunu almış. Hayatında dönüm noktası olan bu resmi yanından hiç, ama hiç ayırmamış. Bu resim tutkusu yıllar sonra ona kolleksiyonerliğin kapılarını aralamış. Rivayete göre kolleksiyonundaki resimlerin sayısı bine yaklaşırken heykellerin sayısı da yüzleri aşmış. Umarım, bir gün bu değerli kolleksiyonu izleme fırsatı bulabilirim. Yıllar boyu yürüyüş bandının üzerinde sanat tarihi ve resimle ilgili kitaplar okumaktan vazgeçmemiş. Kolleksiyonuna kattığı eserleri Gebze’deki fabrikasında sergilemekten hiç geri durmamış. Casa Dell’Arte Otelini gezerken Turan Erol dışındaki Ankara’lı sanatçıların işlerini gördüm desem yalan olur. Ümit ederim ki, Yunus Bey, aradaki mesafeleri aşarak Başkentimizdeki sanatçılara da hakettikleri ilgiyi Kolleksiyonunda göstermiştir.

“Casa Dell’Arte” – “Sanatevi”


Yıldızlı, yıldızsız pek çok otel gördüm. Sanatın ancak tozu bulaşabilmişti en şanslılarına. Lobide en fazla birkaç yağlı boya veya pastel çalışma, belki bir seramik pano, odalarda ise elli ya da yüz baskı yapılmış baskı resimlerden birer örnek. “Casa Dell’Arte” butik otelin sahipleri için “çılgın olmalılar” demek geliyor içimden; yoksa kim, hangi akla hizmetle çağdaş Türk resim ve heykel sanatının paha biçilmez seçkin örneklerini taşıyan yüzlerce parçadan oluşan kolleksiyonunu otel müşterilerine emanet ederdi. Kafamı kurcalayan bu sorunun cevabı Büyükkuşoğlu Ailesi’nde saklı. Yunus Büyükkuşoğlu otomotiv sektöründe tanınmış bir işadamı ve 20 yıldan fazla bir süredir sanat koleksiyoneri. Öyle ki, artık her hafta Çarşamba günü kendisine izin vererek sergileri ve atölyeleri geziyor, beğendiği sanat eserlerini satın alarak kolleksiyonunu gün ve gün zenginleştiriyor. Büyükkuşoğlu ailesi Bodrum’un Torba koyundaki eski evin bulunduğu arazide kendilerine ait, yakın dostlarıyla da paylaşabilecekleri bir ‘rezidans’ yaratmak için kolları sıvıyor. Her taş, her obje özgün ve değerli bir emek ürünü. Tüm aile fertlerinin katılımıyla her şey en ince ayrıntısına kadar planlanıyor, tasarlanıyor. Ailenin fabrikalarında sergiledikleri değerli sanat kolleksiyonunu rezidansta sergilemek işin olmazsa olmazı. Bundan daha büyük ne keyif olabilir ki? Ancak, sonradan rezidansı sanata duyarlı konukları da ağırlayabilecekleri 12 süit odalı butik otele dönüştürme fikri doğmuş ve 12 burçtan esinlenerek yaratılmış ve her biri kendine özgü bir tarzda dekore edilmiş, farklı sanat eserlerinin sergilendiği Boğa Süiti, İkizler Süiti,... gibi odalar doğmuş. Ortak mekanlar konukların bir arada yaşamasına, paylaşmasına uygun yapılmış. Yemek masaları olsun, “beyaz bembeyaz” dinlenme koltukları olsun misafirlerin hep birlikte birarada oturup keyifle sohbet edebilecekleri şekilde tasarlanmış. Rivayete göre gelenlerin birbirlerini görmeden, konuşmadan ayrılması çok zormuş. Böylelikle ülkemizin ilk ve tek sanat oteli “Casa Dell’Arte” 2007 yılında alışılmadık biçimde sanat sevdalısı kononuklarını ağırlamaya başlamış. Otel içerisinde düzenli sergilerin açıldığı müstakil bir sanat galerisinin varlığı da unutulmamış.

Aynı yıl İngiliz ‘The Guardian’ gazetesi tarafından “Avrupa’nın en iyi yeni butik oteli” seçilmiş. Otele tatil için gelen konuklar beğendikleri resimleri, heykelleri satın almak istediklerini belirtmişlerse de gerçekte Büyükkuşoğlu Ailesi’ne ait bu kolleksiyondaki parçalar için ret cevabı almışlar. Öte yandan odalara dahi taşan bu paha biçilmez kolleksiyonun zarar görmemesi için Sanat Oteli’ne 12 yaşından küçük çocuklar da alınamıyormuş. Bu iki hususa bir çözüm bulabilmek, ayrıca konukların ve çocuklarının interaktif bir biçimde sanatçılar eşliğinde resim, heykel ve seramik çalışmalarına da olanak sağlayabilmek maksadıyla Otel’in yanıbaşında bu kez 37 süit odalı, biraz daha bohem tarzdaki Casa Dell’Arte ‘Sanat Köyü’ Temmuz 2008’den itibaren kapılarını sanatseverlere aralamış. Köy’ün deniz kıyısındaki kumsalında yer alan Torba’nın ünlü palmiyesinin de kesilmeksizin aynen korunarak onlarca kişinin etrafında oturabileceği bir bar (nostaljik ‘Palm Bar’) haline getirilmesi Ailenin sanatın yanısıra doğaya gösterdiği saygının bir ifadesi olsa gerek.

‘Sanat Köyü’nün ön bahçesinde, yeşil çimlerin üzerindeki kaidede mitolojideki zafer tanrıçası ‘Nike’ı kollarını açmış biçimde betimleyen Dağhan Yürürler’e ait büyük bronz heykel karşılıyor sizi. Kimilerinde benim de sergilenmeye değer görüldüğüm son birkaç yıldaki yarışmalarda ödüle ve sergilenmeye değer görülen genç sanatçılardan Hayri Ağan, İlke Kutlay ve Ayşegül Sağbaş gibi genç yeteneklerin resimlerine ‘Sanat Köyü’nde rastlamak benim için güzel bir sürpriz oldu. Hatta, Ayşegül Sağbaş da “Casa Dell’Arte”nin davetlisi olarak ‘Sanat Köyü’nde idi. Ressam Ergin İnan ise bir süre önce otelden ayrılmış. “Casa Dell’Arte”nin ‘Sanat Köyü’nde rastlayıp da beğendiğiniz resim ve heykellerden dilediğinizi satın alabilmeniz mümkün. Bu da özellikle genç nesil sanatçılar için uzun soluklu bu maratonda ciddi bir destek anlamına geliyor.

Büyükkuşoğlu Ailesi bununla da yetinmeyerek bir dönem otele konuk olan yine koleksiyoner bir aile olan Zilberman Ailesi ile biraraya gelerek Türkiye’deki ilk sanat yönetim şirketi olan “Casa Dell’Arte Art Management”’ı kurmuş. “Art nouveau” tarzındaki restorasyonuyla birlikte sanat merkezine dönüşen İstiklal Caddesi’ndeki tarihi Mısır Apartmanı’nın 3. katında yer alan Casa Dell’Arte Sanat Galerisi Mayıs 2008’deki görkemli açılışı ile İstanbullu sanatsever ve koleksiyonerlerin uğrak yeri olmuş.

Botero’nun ‘şişman kadın’ı sizi çağırıyor

Bodrum - Torba’daki sanatın rüyalarınıza, rüyalarınızın da sanata karıştığı ülkemizdeki tek sanat ve keyif oteli olan “Casa Dell’Arte”ye (www.casadellartebodrum.com) gittiğinizde sizi bir başka sürpriz daha bekliyor olacak. Kolombiya’nın Picasso’su olarak bilinen Fernando Botero’nun karyola önünde ayağında kırmızı pabucu, bacağında pembe çoraplarıyla yeşil jartiyerini kuşanmış tombul bir kadını resmettiği ‘Yatak Odası’ isimli muhteşem tablosu.
Görüyorsunuz ya sanat tatilde bile yakamı bırakmıyor. Umarım, sizin de yakanıza yapışır ve yakanızdan hiç düşmez. Bu ayki yazımızı iki dilekle bitirelim: İlki, Büyükkuşoğlu Ailesi’nin bu sanat tutkusunun sermaye sahibi diğer ailelere de örnek olması. İkincisi ise tıpkı kolleksiyoner Sema – Barbaros Çağa çiftinin yaptığı gibi Büyükkuşoğlu Ailesi’nin de bu değerli kolleksiyonlarını “Günyüzü”ne çıkarıp bir prestij kitabı ile taçlandırarak belleklere kazımaları. Parola: Sanat paylaşılmak için...

Alaattin Bender
www.alaattinbender.com

Not: “Casa Dell’Arte”yi daha yakından tanıyabilmem için gösterdiği ilgiden dolayı Sn. Saygın İleri’ye teşekkürü borç bilirim.

Fotoğraf: Alaattin Bender

 
Toplam blog
: 26
: 8842
Kayıt tarihi
: 21.11.06
 
 

1990-1994 yılları arasında T.M.O. Plastik Sanatlar Atölyesi'nde Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara