Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Eylül '17

     
    Kategori
    Siyaset
     

    Tayyip Erdoğan Sonrası Türkiye

    Tayyip Erdoğan Sonrası Türkiye; Ülkeyi kim yönetecek? Recep Tayyip Erdoğan’dan sonra ne olacak? Tayyip Erdoğan’dan sonra kim başa geçecek?

    Son yıllarda insanların özellikle cevabını aradığı soruların başında geliyor bu sualler. Elbet tabi bu sorulara bir müneccim edasıyla cevap verme gafletine düşecek değiliz. Ancak dilimiz döndüğünce bu sorulara bir nebze olsun cevap vermeye gayret edeceğiz.

    Bilindiği gibi Türkiye siyasetinin hiç kuşkusuz son 20 yılına damga vurmuş bir isim Tayyip Erdoğan. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde okuduğu bir şiir yüzünden siyasi hayatının bittiği söylenmiş, dönemin gazetelerinde ise  “Artık muhtar bile olamaz.” tarzında manşetlere konu olmuş bir isim. Atılan her manşete rağmen bugün Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı makamına ulaşmış nadir isimlerden biri. Kendisi Milli Görüş geleneğinin bir parçasıyken, ”Biz Milli Görüş gömleğini çıkardık.”  diyerek adeta mazisine bir sünger çekmiş, kendisiyle aynı gelenekten gelen yol arkadaşlarıyla beraber bugünkü partisini kurmuştu.

    Aradan geçen süre zarfında partisiyle beraber girdiği her seçimden mutlak bir farkla ayrılması elbette ciddi bir analizin gerekliliğini arz ediyor. Ancak bu analizi yapması gereken çevrelerin başarısızlığını burada dillendirmenin bir fayda sağlamayacağı da açık bir gerçek. Dönüp Türkiye siyasetinin mazisine baktığımızda merkez sağ partilerin mutlak başarısı gözler önündedir. Gerek Adnan Menderes’in DP’si, gerek Turgut Özal’ın ANAP’ı ve gerekse Tayyip Erdoğan’ın AKP’si, merkez sağda yaşanılan bu başarılarda en büyük pay sahibidir hiç kuşkusuz. Ancak bu partilerin siyasi arenada rakibi olan benzerlerinden en büyük farkı, yukarıda da görüldüğü gibi liderleriyle beraber anılmasıdır. Toplum hafızasında da birer parti olarak anılmaktan ziyade liderlere yüklenen derin anlamların varlığı tartışılmaz bir gerçektir. Nitekim bugün bakıldığında bahsi geçen partilerin lidersiz kalanları bu boşluğu dolduramamış ve siyasi tarihin tozlu raflarındaki yerini almıştır.

    Merkez sağın en büyük handikaplarından bir diğeri ise seçmen profilindeki kemik yapının yetersizliğidir. Burada kemik yapıdan kasıt partiyi destekleyen kitlelerin ezici çoğunluğunun desteğini ilkeler çerçevesinde sürdürmekten kaçınmasıdır. Bugün AKP’yi destekleyen çevrelerin birçoğunun geçmişte kimleri destekledikleri herkesin malumudur. Elbette takım tutar gibi parti desteklemek tutarsızlıktır. Ancak burada vurgulanmak istenilen şey partiye duyulan sadakatin merkez sağ seçmende gereken hassasiyete ulaşmamış olmasıdır. Buna örnek olarak Saadet Partisi’nin halihazırdaki durumunu göstermek yeterli olacaktır. Bugün Saadet Partisi’nin neredeyse %1 oranında olan oyu bahsi geçen kemik yapının desteğidir. Aynı Saadet, daha merhum Necmettin Erbakan hayattayken bile merkez sağ seçmenin oyunu kaybetmiş ve baraj altında kalmıştır. Buna benzer her partide kendine yer bulan bu akışkan seçmen kitlesi, bugün ekseriyetle AKP çatısı altında kendisine yer bulmuş ve  başta kendi çıkarları olmak üzere desteğini sürdürmeye devam etmiştir.

    Özellikle 15 Temmuz’da yaşanılan darbe girişiminden sonra, bazı çevreler halkın göstermiş olduğu duygusal reaksiyonu kemik yapının katlanması şeklinde yorumlasalar da gerçek bambaşkaydı. Başta da belirttiğim gibi merkez sağ seçmende lidere sadakat, partiye sadakatten önce gelir. Çünkü kazanımların sahibi partinin varlığı değil liderin kendisidir. Özellikle sol seçmende bu durum tam tersi şekilde kendine yer bulmaktadır. Her ne kadar lidere saygı söz konusu olsa da esasında ilkeler çerçevesinde bir bağlılık ön plandadır. Bugün Kemal Kılıçdaroğlu’na rağmen CHP’ye verilen desteğin özünde de bu yatmaktadır. Sol seçmenin ise bu noktada en büyük hatalarından biri parti içi eleştiriyi hak ettiği seviyeye taşıyamamasıdır.

    Günümüz Türkiye siyasetinde derin bir kutuplaşmanın olduğu acı bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Kamuoyunda da bu ayrışmalara şahit olmak mümkün. Bazı çevreler bu durumu doğrudan doğruya liderlerin tutumuna bağlasa da esasında zihniyet noktasında bir rönesansın gerekliliği kaçınılmazdır. Sorunun çözümünü Tayyip Erdoğan’ın gidişine bağlayan ciddi bir kesimin varlığı söz konusu. Ancak aslında bunun bir birey meselesi olmaktan ziyade, bir zihniyet meselesi olduğunu hatırlatmak yanlış olmaz.

    Aynı şekilde mevcut durumu kazanımlara yoran çevreler, yine bu kazanımları Tayyip Erdoğan eksenli değerlendirerek bu durumun sonlanacağı tarihi Tayyip Erdoğan’ın gidişine bağlamaktadır.

    Her iki kanadın haklı ve haksız olduğu taraflar vardır elbet. Ancak gerek sorunları ve gerekse kazanımları kişilere bağlamak her iki kesimin de sorunu olarak varlığını sürdürmekte kararlı görünüyor. Bir anlığını da olsa meseleyi toplumun düşünce dünyasında ele almak en doğru yaklaşım olarak kalacaktır. Kişilerin gelip geçici olduğunu bilmek yarınlara daha umutlu bakmamıza yarar sağlayacaktır.

    Sahip olduğu potansiyeli duygusal reflekslere kurban eden ülkem insanı, değerinin çok altında bir yaşam kalitesiyle hayatını sürdürmenin derdine düşmektedir. Tabi bu durumu bağlayabileceğimiz birçok etmen söz konusu. Önemli olan bu unsurları tartışırken suçlayıcı bir sen dili kullanmak yerine yapıcı olan bir ben dili kullanmak. Herkesin gelip geçici olduğunu bildiği şu dünya hayatında, kişilerin özünde bu durumu kavrayamaması acı bir gerçek.

    Dönüp insanlık tarihine baktığımızda yapılan savaşların, ödenen bedellerin ve verilen diyetlerin haddi hesabı yoktur. Biraz hümanist bir yaklaşım olacak ancak, bugün uğruna nice şeyleri harcadığımız değerlerin bir çoğunun ilerde bir gün manasını yitireceğini bilmekte fayda var. Zira değerleri değer kılan şey bizlerin yükledikleri anlamlardır. Buna en büyük örnek daha yakın bir zamanda insanların Fethullah Gülen’e yükledikleri derin mananın geldiği noktadır. Lise yıllarımın ilk günlerinde çokça saldırısına maruz kaldığım bu kirli yapının, o dönem milyonların sevgilisi niteliğinde bir haldeyken, bugün insanlığın düşmanı şeklinde bir halde olması, insanı hem gülümsetiyor hem de düşündürüyor.

    Daha uzak bir zamana gittiğimizde, bugün ülkemizde ciddi bir kesim tarafından hor görülen alevilerin, yine bu kesimin öve öve bitiremediği Osmanlı’da en elit askeri birlik olduğunu bilmek insanı hem üzüyor hem de düşündürüyor. Düşünün ki Osmanlı’nın kazandığı zaferlerde en büyük paya sahip yeniçeri ocağının tamamı alevilerden oluşuyor. İnsan biraz durup düşününce garip geliyor değil mi? Aslında garip olan tek şey insanların anlamsız tutum ve davranışları, gerisi zaten doğal seleksiyonun yapısı gereği kendiliğinden gerçekleşiyor.

    Bu ve buna benzer daha nice anlamsızlığın arasında yarın ülkeyi kimin yöneteceği çokta önemli değil aslında. Ama illa ki bu sorunun cevabını arıyorsanız eğer, yarın ülkeyi yönetecek olan kişi toplumun bu yapısını en iyi şekilde analiz edip lehine çevirecek olan kişidir. Bahsi geçen 3 parti ve liderleri bunu en iyi şekilde yaptı. Kısacası arz-talep meselesi. Bu ülkede Kenan Evren’i destekleyen bir %91 vardı. Bugün sorsanız ”mecburduk” derler. Kimisi ise aslında desteğin o kadar olmadığını söyleyerek güya vicdanını rahatlamanın derdine düşmüştür. Sahi o %91’e ne oldu?

    Sözün özü kişiler gelip geçicidir. Fikirler gelip geçicidir. Değerler gelip geçicidir. Dünya var olduğu müddet kalıcı olan tek şey insan denilen varlığın acizliğidir.

    Uğruna bedeller ödediğiniz değerlerin, sevdikleriniz olması dileğiyle…

    Daha fazlası için; http://heybeden.net

     

     
    Toplam blog
    : 1
    : 317
    Kayıt tarihi
    : 02.09.17
     
     

    Blog Yazarı ..