Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Kasım '06

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Tekeş(ey)lilik

Tekeş(ey)lilik
 

Aşk kelimesinin geçtiği her yazı hala ilgimizi çekiyor. Hala çünkü, okunan her yazının aslında hayatımızda büyük değişiklikler açmayacağını, ama o yazıyı okumadan da hayatımıza devam etmememiz gerektiği bilgisi ya da inancına sahibiz. Neden bilmeyiz ama aşk konuşmalarını yıllara inat yaparız, onbinlerce içki masasında, evde, yüzbinlerce arkadaş grubunda, milyonlarca insan aşk konuşuyor ve konuşacak. Bu yazı da ilaç olmayacak derdimize, yazı ilaç olmaz, yaşarsak ilacımız olacak ve bu da zaman alacak. Çok yüce, güzel duyguları okumak bir kaç saniye yaşamak ise yıllarımızı alıyor, hayatın matematiği yazınınkine pek uymuyor.

Nasıl oluyor da aşık oluyoruz bilmiyoruz ama nasıl olur da aşk biter az çok biliyoruz hayatımızdan. Kültürler, bu 'meret'in (bu noktadan sonra layığı olduğu üzere bu şekilde anılacak) başlama ve bitme şeklini, eğitim, etkileşim, aktarım, sanat gibi yollarla belirlese de süreçte çok büyük farklılıklar yok gibi. Aşık bir Hintli, ile Finli (soğuk olurlar kendileri) ya da Amerikalı, Avrupalı, süreç söz konusu olduğunda aynı uyuşturucunun etkisi altındadır. Bu meret bir nevi eksik domino taşı gibi yerini alır. Öyle bir domino taşı ki, aradan çekerseniz geçmişiniz gelip bir yerlerde takılır ve geleceğinizi tıkar. Öyle bir domino taşı ki boşluğu doldurursa bir anda o ana kadar düşen bütün domino taşları anlam kazanır, tıpkı başımızı onun omzuna koyduğumuzda, "şu ana kadar hayatımda yaptığım her şeyi iyi ki yapmışım" hissi gibi.Ve o taş yerine oturursa geleceğimizin de yani diğer taşların da yere düşeceği yanılgısı kaplar hayatımızı.Yani geleceğimiz de anlamlanmıştır artık.

Ama nasıl oluyor da insanların hayatında -kendi talepleri olsa dahi- çok sık varlık göstermeyen bu meret, bir anda tür değiştirip başka şekle dönüşüyor ya da azalıyor ya da bedeni terk ediyor.Uzun zaman emek harcanarak sürdürülen ve çok sık kapmızı çalmayan bu meret, nasıl oluyor da o (he or she) başkasının tenini gerek gerçek gerek zımni arzuladığı anda, bizi gözlerini kan bürümüş bir caniye dönüştürüyor; dünyadaki en büyük acıları çektiğimizi sanmamıza ya da çekmemize neden oluyor? Ve bizim o'nda (he or she) aşık olmamızı sağlayan her şey mevcut olmasına rağmen, nasıl oluyor da bir kaç saniyede o kutsal duygular, kumdan kaleler oluyor ve biz kendimizi sanatın kucağına düşmüş yaratmaya ya da tüketmeye mahkum buluyoruz.

Antropsikobiokimyasal açıklamalar var elbet ama söz konusu aşk (burada meret'e gerek yok) olunca yetmiyor bunlar. Aslında o bir kaç saniyede bitmiyor hiç bir şey, o bir kaç saniye (sizi sevmediğini hissettiğiniz, aldatıldığınızı öğrendiğiniz, yada ayrılık ile ilgili imaların yapıldığı anlar olabilir) sonucunda, benliği korumak için bir savaş başlıyor. Bu savaş ki kendimiz ile onun arasında bir ölüm-kalım, çoğu zaman bizim kültürde öldüreyim-kalayım ya da öldüreyim-öleyim formlarına dahi bürünebiliyor. Ve nice savaş yaşandıktan sonra artık insan kötü sorular durağına geliyor.

Yani ben onun kiminle ne yaptığını,
yarın benimle görüşüp görüşmeyeceğini,
sevişir miyiz’i,
benim kişiliğimi acaba yüceltecek mi’yi,
yani günlük olan şeyleri düşünmeden, yolda- okulda- derste- işte onu sevemeyecek, ona aşık olamayacak mıyım?
Yani onun başka kollarda olması benim kafamda ya da kalbimde bir yerlerde olan aşkımı mutlaka sonlandıracak mı?

Bu yazı Akıl’da ve Duygu’da yeni bir yol arayan çılgınlara ithaf olunmuştur.
(İthaflar neden her şeyin başında oluyor bence burası daha rahat)…

 
Toplam blog
: 2
: 2898
Kayıt tarihi
: 18.11.06
 
 

28 yıldır yeryüzündeyim. 21 yıllık zamanımın büyük bir kısmı eğitim kurumlarında öğrenerek ya da anl..