- Kategori
- İnançlar
Tevekkül Nedir, Nasıl Olmalıdır?

Sebepler, Sonuçlar ve Tevekkül
Hep karıştırılır veya bazen de kasten çarpıtılır. Tevekkül etmek deyince tembellik anlaşılır. Oysa ikisi birbirinden çok farklı şeyler.
Hakiki tevekkül eden insan sebeplere sarılır, sonucu Allah’a bırakır. Tembel insan ise sebeplere de sarılmaz.
Bir de günümüzün hırslı insan tipi var ki sonucu bizzat sebeplerden bilir ve sonucu sanki sebepler yaratıyormuş gibi sebeplere hırsla sarılır ve sonrasında da rahat etmez, kafayı sonuçlara takar, düşünür, düşünür, kaygılanır durur…
Konuyu tam olarak kavramak için sebeplerin sonuçlar üzerindeki etkisini kavramak gerekir. Şöyle ki:
Allah (c.c.) kâinatı sayısız kanunlar ile donatmış ve neticeleri sebeplere bu kanunlar vasıtası ile bağlamıştır. Her hâdisede belli sonuçların alınması için belli sebeplere riayet edilmesi gerekir. Örneğin yağmurun yağması, suyun kaynaması, çiçeklerin açması, başarılı olmak, çocuk sahibi olmak ve benzeri tüm hadiseler için belli sebepler tayin edilmiştir. Bu sebepler bir araya geldiğinde, Allah dilerse iradesi ve kudreti ile tecelli edip neticeyi halk eder yani yaratır. İnsanların çoğu işte tam bu noktada yanılırlar. Sebeplerin bir araya gelmesi ile neticenin alınması arasında bir bağlantı ve aynı anda bulunma durumu olduğu için insanlar zanneder ki: “Sonuçları meydana getiren sebeplerdir.” Oysa bu çok hatalı bir çıkarsamadır. Sebepler ile sonuçların birbirine paralel seyretmesi insanları bu yanılgıya sevk eder. İnsan bakar ki sebepler var iken sonuç var, sebepler yok iken sonuç yok. O halde sonucu sebepler yaratıyor gibi bir çıkarsama yapar. Bu çıkarsamanın yanlış olduğu aslında çok basit bir akıl yürütme ile anlaşılabilir: Evrende meydana gelen tüm hâdiselerde sebepler aciz, sonuçlar ise harikadır. Örneğin bir çiçeğin açması hadisesini düşünelim. Sonuca bakıyoruz, sonuç bir çiçektir. Çiçek harika bir sanat eseridir; rengi, tasarımı, nakışları, kokusu, yaprağından köküne kadar kusursuz bir bilim ve sanat eseridir. Öte yandan çiçeği meydana getirdiği sanılan sebeplere baktığımızda sebep olarak şunları sayabiliriz: Su, toprak, tohum, güneş, rüzgâr, arı, sinek vb. Evet görünürde sebep olarak bunlar gözümüze çarpar. Ancak bunların her biri ayrı ayrı aciz ve bir çiçeği meydana getirmekten gayet uzak cansız ve iradesiz şeylerdir. Diğer yandan bunların hiç birisi birbirini tanımaz, çiçeği bilmez ki bir araya gelip ittifak etsin de bir çiçeği meydana getirebilsin. Çiçeği yaratan ancak ve ancak muazzam düzeyde sanatkâr, kudretli, ilim sahibi bir varlık olabilir. O varlık olsa olsa bu sebepleri kullanarak o çiçeği yapmış olabilir. Çiçek bir şiirse Şair ister; sebepler ise olsa olsa kalemdir, kâğıttır, mürekkeptir. Şiiri kaleme atfedemeyiz. Kalemi tutan ve kalemi, kâğıdı kullanarak şiiri yazan şairi bilmemek, tanımamak büyük bir cehalettir.
İşte böylece sebepleri lâyık olduğu yere konumlandırdığımızda hakiki tevekkül için ilk adımı atmış oluruz. Sebeplerin acizliğini bilen ve neticeyi halk edenin ancak Allah (c.c.) olduğunu bilen insan hiçbir iş için hırslanmaz ve netice için kaygılanmaz. Öte yandan sebepleri terk de etmez. Zira bu da Allah’ın muradına aykırıdır. Allah insanların dünyada çalışıp gayret edip sebeplere sarılmalarını murâd etmiştir. Dolayısı ile portakal isteyen çiftçi ağaçlarını budayacak ve bahçesini sulayacaktır. Ama bilecektir ki kendisine portakalı veren kendi çalışması ya da toprak ya da ağaç değildir. Portakalı ağacı vesile ederek Allah yaratır ve kuluna ikram eder. İnsana ise sebeplere sarılma görevi vermiştir. Neticeyi Allah halk eder. Öte yandan bahçeyi sulamayıp da dua edip Allah’tan portakal istemek tevekkül değil tembelliktir. Kul üstüne düşeni yapacak, sebeplere riayet edecek ve sonrasında duasını edip neticeyi Allah’a bırakacaktır. İşte bu haliyle tevekkül tembellik olmaz ve kişi hırsa da girmeden kafa olarak da rahat eder, Allah’tan gelene razı olur, rahatla yaşar, vazifelerini görür ve gider…
Yazımızı yukarıda izah etmeye çalıştığımız hakikati Üstad Bediüzzaman’ın veciz bir şekilde ifade ettiği aşağıdaki sözleri ile tamamlayalım inşaAllah:
“Müessir-i hakikî yalnız Allah’tır. Tesir-i hakikî esbabda yoktur. Esbab, izzet ve azamet-i kudretin perdesidir-tâ ki, aklın nazar-ı zahirîsinde, dest-i kudret umur-u hasîse ile mübaşir görünmesin.” (Mesnevi-i Nuriye / Nokta)