- Kategori
- Tarih
Tıplı değil, tıbbiyeli

Tıbbiyeliler
Blog yazarları içerisinde oldukça mühendis, eğitimci, hukukçu, tıp eğitimi almış olanlar ile birazda tıbbiyeliler var. Günümüz tıpçıları maalesef geçmişlerini bilmiyor. Daha doğrusu bilmek için çaba sar etmiyorlar ya da bilsinler de istenmiyor. Gerici ve ulusçu olmayan çağ dışı kafalar, tıbbiye ve tıbbiyeli bilgilerini, “isyana teşvik çıkartma, kışkırtma” gibi algılıyor olabilirler. Bunlar bu blog alanında bile katlanılması zor kafalardır. Ve artık bu bilgiler, tıbbiyelilerden saklanıyor, hiçbir yetkin kişi bunu ağzına almıyor. Ne yazık ki benim tanıdığım, gördüğüm tıbbiyelilerin geçmişle bağı kopartılmış, bellekleri yok edilmiş gibi. Tıbbiye, 1839’da Mekteb-i Tıbbiye adı altında düzenlenerek Galatasarayda açılmış olup, 1773’te açılan Deniz Mühendislik Okulundan (Mühenishane-i Bahri-i Humayun) sonra açılan ikinci laik eğitim kurumudur.
Fransız Filozof Emile Littre’nin “Hekimlik adi bir sanat düzeyine düşmek istemezse kendi tarihi ile meşgul olmalıdır.” Sözünü tıbbiyelilere hatırlatmak gerekir. Mustafa Kemalin “Ey Türk Gençliği” ile “Bursa Söylevi” bu türden gerici kafalara çarpmıştır. Artık bu iki anıtsal belge sadece duvarları süslüyor ne yazık ki. Okunur ve düşünürlerse, arkasından “İsyan, başkaldırı, yüksek ses, tepki” gelir korkusu yaşanmaktadır.
Geçmişinden kopuk Tıbbiyeli, tıbbiyeli bilinç, ruh ve terbiyesini taşımıyorsa, o tıplıdır; okuduğu yer ise tıbbiye değil Tıp Fakültesidir. Mustafa Kemal Atatürk “Cumhuriyet benim en büyük eserimdir.” Dediği halde devrimin hemen sonrasında başlayan ödünler, çok partili yaşamın ilk seçimi 1946 seçimlerinde ve sonrasında yoğun olarak verilmeye başlanmış süreç 1950‘de hız kazanmış, günümüze dek hızı artarak gelişmiş, 12 Eylül 1980 Cuntayla ülkeye tam egemen olmuş; şahlanmış ardından Türkiye’yi teslim almıştır.
Dolayısı ile yıllar önce olduğu gibi, emperyalistlerin ve onların işbirlikçilerinin karşılarında diri üniversite gençliği, tıbbiye, harbiye ve mülkiye gençliği, kuvay-i milliye ruhu ve ulusal bilinç yoktur. Çünkü bunlar gerici 12 Eylül Cuntasıyla silinip, yok edilmişlerdir. Atatürk Devrimi, felsefi bakımdan bir aydınlanma hareketidir; ortaçağa, karanlık güçlere, emperyalistlere, dinsel dogmalara, kulluk ve ağalığa, şeyhlik düzenine karşı çıkıştır, toplumsal kalkınma anlayışıdır ve ruhu devrimciliktir.
Cumhuriyet Devrimine gelişte “Tıbbiyeli” olarak tarihe geçen Askeri Tıp Okulu öğrencilerinin büyük payı olmuştur. Tıbbiyeli, Harbiyeli ve Mülkiyeli, “hürriyet ve ülke birliği” ve “istibdada karşı direniş” savaşımında sembol olmuş üç isim ya da üç terimdir. “Türk toplumu son 150 yıldır bir troyka (Fr.Troika=üç at koşulu rus arabası) tarafından ileri çekildi ya da ileri çekilmeye çalışıldı. Bu harbiye, tıbbiye, mülkiye üçlüsüdür. Atatürk Samsuna çıkarken bile yanında onlardan temsilci vardı.”
Samsuna çıkan 18 kişilik ekipte, iki tıbbiyeli, iki mülkiyeli ve 14 harbiyeli bulunmuştur. İşte troyka bu üçlüdür.
Tıbbiyelilik bir ruh, bir bilinç bir terbiyedir; cehalete, taassuba, geriliğe, yoksulluğa, ezilmişliğe, gericiliğe ve istibdada karşı direniştir, savaşımdır; “hürriyet”i aramadır. Mustafa Kemal de hep cehalete, taassuba, geriliğe ve gericiliğe düşman olmuş ve halkı, bu dört orta “düşmana” karşı birleşmeye çağırmıştır. O nedenle tıbbiye ve tıbbiyeli devrimci, ilerici, çağdaş, özgürlükçü ve bilimci olmak zorundadır. Bu değerleri taşımayan ve yaşayamayan tıbbiyeli olamaz; tıp öğrencisi olabilir. Ya da tıp eğitimi almış kişi olabilir. Aynı anlamlar Harbiyeli ve mülkiyeliler için de geçerlidir.
Ulusal Bağımsızlık konusunda son derece duyarlı olan Balıkesirli Tıbbiyeli Hikmet Boran, Sivas kongresi görüşmelerinde bizzat Atatürk’ün yüzüne şunları söylemiştir. “Delegeleri bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya bağımsızlık yolundaki çalışmalara katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de ret ederim. Mustafa Kemali vatan kurtarıcısı değil vatan batırıcısı olarak adlandırır ve lanetleriz.”
M.Kemal Atatürk bu sözler üzerine “Evlat müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir, değişmez: Ya İstiklal Ya Ölüm.”
Ermenilerin tehcir olayında, emperyalist devletlere yaranmak için Damat Ferit kabinesi tarafından suçlu bulunarak, Kürt (Nemrut) Mustafa Paşa Başkanlığındaki Divan-i Harb-i Örfide idama mahkum edilen Mekteb-i Mülkiyeyi bitirmiş Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Beyin idam edilmesinden sonra cenazenin başında genç bir Tıbbiyeli gür ve titrek bir sesle konuşmuş ve konuşmasını şu sözlerle bitirmiştir.
“Kemal!... Sen, şu anda toprağa verdiğimiz bir çiçeksin! Orada büyüyecek, dalların o kadar dikenli olacak ki, seni bu akibete laik görenlerin hepsini paramparça edecektir. İntikamın behamehal (ne olursa olsun) alınacaktır Kemal…”
Prof. Dr. Süheyl Ünver’in “Tıbbiyeli, diploma ile kalmış bir hekim değil, adam olarak çıkmış bir seçkindir.” Sözü tıbbiyeliyi tanımlamıştır. Yani, almış olduğu bilimsel eğitim gereği, bilim ortamını en canlı yaşayan tıbbiyeli hem adam hem de seçkin insan olmalıdır, der.
Tıbbiye ve tıbbiyeliler eski ruhlarını yitirme noktasına değin gelmişlerdir. Bunun pek çok nedeni varsa da asıl nedeni, Tıp Fakültelerindeki öğretim üyelerinin bu ruhu bilmeyişleri ve yaşamayışlarıdır.
Adamlık, seçkinlik, tıbbiyeli ruh, bilinç ve terbiyesini taşımak; ilerici, çağdaş ve devrimci olmaktır. Tıbbiye, harbiye ve mülkiye “troyası” Cumhuriyetin sahibi ve bekçisi olmakla tarihsel bir sorumluluk taşır. Bu sorumluluk büyük savaşım ve özverilerle kazanılmıştır. Tıbbiyeli bu onurlu mirasa sahip çıkmazsa; geçmişine ve Cumhuriyet Devrimine ihanet ediyor demektir. Cumhuriyet, onun bu aymazlığını ve sapkınlığını asla bağışlamayacaktır.
Kuvay-i Milliye ruhu yurdun tüm sathında canlı tutulmalıdır. Tıbbiyeliler tarihte sorumluluklarını yerine getirip, önemli bir misyon üstlenmiş olup, günümüzde ise Ülkemizde bu sorumluluk zincirine ve bilincine ihtiyaç duyulduğu gözlenmektedir.
Bu yazı aracılığı ile durum, tüm Kuvay-i Milli ruhlu okurlara ve özellikle tıp eğitimi alanlara önemle duyurulur.
Nizamettin BİBER
Uzman İnşaat Mühendisi