Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Şubat '07

 
Kategori
Sevgililer Günü
 

Titanic (Gerçek aşk)

Titanic (Gerçek aşk)
 

Gerçek bir aşkın fotoğrafı


Hiç, gerçek bir aşkın fotoğrafını gördünüz mü? Aşkın fotoğrafı olmaz mı diyorsunuz? Haklısınız, aslına bakarsanız böylesi soyut kavramların fotoğrafını çekebilen bir teknoloji yok. Ancak olsaydı da, inanın ortaya bundan farklı bir fotoğraf çıkmazdı.

14 Nisan 1912’ de, denizcilik tarihinin en büyük faciası yaşanmıştı. Zamanının en ileri teknolojisine sahip olan ve batmaz denilen Titanic batmıştı. 46 bin ton ağırlığı, 268 metre uzunluğu ve 24 buharlı makinenin harekete geçirdiği 3 dev pervanesi bulunan bu dev gemi, bu sayede saatte 45 kilometre gibi, zamanı için rekor sayılan bir sürate ulaşabiliyordu. Çelikten yapılmış bu devin bir başka özelliği ise, gövdesinin 16 bölüme ayrılmış olmasıydı. Bu sayede gemi su almaya başlasa bile batması çok uzun süreceğinden, can kaybının minimumda olacağı hesaplanıyordu.

Bu dev gemi, bir rekor denemesi sonucu, serseri mayın gibi dolaşan buz dağlarının olduğu bir bölgede, koca bir buzdağına çarpıp batmıştı. Gemide kaç kişinin olduğu ve kaç kişinin kurtulduğu tam olarak bilinmemektedir. Kabul gören bir çalışma sonucu olarak gemide 2207 kişinin olduğu tahmin ediliyor. Kurtulanların sayısının ise 712 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Sonuç olarak bu facia da yaşamlarını kaybedenlerin tahmini olarak sayısı 1495’tir.

Aradan yıllar geçtikten sonra, bu facia bir filme konu olmuş ve dünya da bu faciaya filmle yeniden ağlamıştı. Film bir faciayı ekrana taşırken, bizler dillere destan bir aşk öyküsünü de öğrenme fırsatı bulmuştuk.

Gelin birlikte bir defa daha hatırlayalım. Günü birlik aşklara, ihanetlerin ardındaki sözde masum sevgilere, menfaat ilişkilerine, koleksiyon hırsına dönen flörtlere ve amaca ulaşana kadar dünyanın en büyük sevgisi olarak gösterilen, ama amaca ulaştıktan sonra birden bire haklı sebeplerle yok olan aşklara hiç benzeyen bu aşkı birlikte hatırlayalım. Hatırlayalım ki, önemli olanın bir iki güne sığdırılamayacak kadar yürekten ve dürüst sevmek olduğunu bilelim. Hatırlayalım ki, gerçek aşkların ihanetler ardında yaşayamayacağını bilelim.

Filmin kahramanlarından Jack, geminin hareketine dakikalar kala bir poker oyununu kazanıyor ve bu oyunda kazandığı biletlerle gemiye biniyor. Bu öyle bir kader ki, aslında masada kazanılan hayatının aşkı ve hayatı oluyor! Jack, her şeyden habersiz ve başındaki talih kuşunun şarkıları eşliğinde, üçüncü mevkide yapacağı yolculuk için gidip kamarasına yerleşiyor. Rose ise zengin bir ailenin kızı ve yine zengin nişanlısı ile birinci mevkide yolculuk yapıyor. Bu iki insan, Rose tam da intihar etmek üzereyken tanışıyor ve kısa bir sürede birbirlerine aşık oluyor.

Ne Rose sınıf farkına aldırıyor, ne de Jack bu fark nedeniyle korkuya kapılıyor. Alaycı bakışlar onları yıldıramadığı gibi, ölüm anı geldiğinde sandala binmek için küçük çocukları bile kullanabilen Rose’un nişanlısı da onları korkutamıyor. Çok kısa bir sürede öyle bir aşk doğuyor ki, geliyorum diyen ölümden bile büyük olduğunu görüyoruz!

Gemi buz dağına çarpıp su almaya başladığında, elması çalmakla suçlanan Jack bir depoya bağlanıyor ve ölüme terk ediliyor. Rose, tam sandala binecekken Jack’i yalnız bırakamayacağını anlayıp onu aramaya başlıyor. Bulduğunda ise zemin çoktan sular altında kalmış durumda. Onu kurtarmak için suyla dolu koridorlarda çırpınıyor ama onu terk etmeyi ve kendini kurtarmayı asla düşünmüyor.

Kurtuluşun ardından gemi tamamen batınca, okyanusun buz gibi sularına savrulan çift tahta bir eşyaya tutunuyor. Ancak bu sal vazifesi gören eşya sadece birisini taşıyabiliyor. İşte o anda Jack, Rose’u sala çıkartıyor. Kendisi de elinden tutup çenesini sala yaslıyor. Suyun soğukluğuna fazla dayanamayacağını ve öleceğini bilmesine rağmen, Rose’un yaşaması için kendi yaşamını düşünmüyor bile! Son anlarında bile sevgilisinin yaşaması için, ona pes etmemesini söyleyerek içine kurtulması gereken inancı yüklemeye çalışıyor.

Hatırlıyorsunuz, Rose kurtuluyor ve Jack buz kalıbı halinde okyanusun dibine doğru yalnız başına yolculuğa çıkıyor. İki günlük aşkı için, ölümle buluşmaya gidiyor. İzlememişseniz mutlaka izleyin…

İnsan o sahnelerin ardından sormadan edemiyor! Sadece iki günlük bir aşkın, böyle bir sonucu olabilir mi? İnsan, iki gün önce tanıştığı birisine, iki günde bu kadar aşık olabilir mi?

Gerçek aşk buysa; birkaç güne, bir iki güzel söz ve güzel bir iki hediyenin arkasına saklanmış olanlar da neyin nesi?

Fotoğraflar: http://www.allmoviephoto.com

 
Toplam blog
: 66
: 5959
Kayıt tarihi
: 22.07.06
 
 

Anadolu benim, ben de Anadolu'nun canıyım!   ..