Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '08

 
Kategori
Türkiye Ekonomisi
 

Tokat'tan Almanya'ya uzanan bir göç hikayesi

Tokat'tan Almanya'ya uzanan bir göç hikayesi
 

Gerçek hayatı anlatan edebi eserler çok satarlar; çok beğenilerek okunurlar. Birçokları da ödül alırlar. Bu da insanlığın gerçeğe verdiği değerin yansımasıdır.

Dünyada; nedenlerinin ve adının tam olarak konulamadığı bir ekonomik kriz yaşanmaktadır. Biz de bu menfi durumdan etkilenmekteyiz. Bu ayın başında Milliyet'in halkçı ekonomi yazarı Güngör Uras; yazısna şu soruyla başlamıştı: "Halkımız bu kışı nasıl geçirecek?!" Halkımızın bu kışı pek rahat geçiremeyeceği ortada. Doğalgaz ve elektrik faturaları kabaracak. Faturalarınızı ödemeye gittiğinizde memur; "İki tane, üç tane, dört tane... var; hangisini ödeyeceksiniz?" diye sorduğuna tanık olacaksınız. Ben de dün birikmiş üç elektrik faturamı toptan ödedim; bazı ihtiyaçlarımı da alamadan evime geldim.

Allah bugünlerimizi aratmasın!..

Kitabın baskı tarihinde 78 yaşında olan ve Almanya'da otomobil fabrikasından emekli Mehmet Ünal'ın hikayesini okuyacaksınız. Benim bu hikayeden aldığım ders; Türk Milleti borcu sevmiyor. Borçla yaşamaya alışık değil. Helalce ve çok çalışarak çoluk çocuğuna bakmayı; ev-bark sahibi olmayı seviyor. Devletimiz de böyle yapsın. Borçsuz; dertsiz ve tasasız yaşasın.

Bir diğer nedeniyse bu yazıyı ve bu tarz yazıları buraya almam şundandır: Bu yazıları okuyacak bir tek çocuk; bir tek öğrenci; bir tek genç böyle insanları örnek alsa yeter!.. Herbiri Türk Milleti'nin doğru, çalışkan, şerefli, namuslu, anne ve babaya saygılı, başarılı, merhametli ve örnek insan olsun!.. Bu örnek oluş hem kendimize hem de dünyaya olmalıdır.

Mehmet Ünal'ın hayat mücadelesini birlikte okuyalım:

"Askerden gelince babam beni hemen evlendirdi. Arka arkaya 4 çocuğum oldu. Mesleğim yoktu. Gündelik işlerde çalışıyordum, amelelik yapıyordum. Evimiz kiraydı. Aç yattığımız günler çok oluyordu. Köyde arazimiz olsa ekip biçer, karnımızı doyururduk. Hanımın ailesinin arazisi çoktu, ama bizim oralarda kız çocuğuna mirastan pay verilmediği için, bize birşey düşmemişti.

Hanımım; komşulardan Almanya'nın işçi aradığını duymuş. Benim pek niyetim yoktu, "Yaban ellerde ne yaparım, ne ederim?" dedim. Ama hanım, "Açız, ev kirasını veremiyoruz. Git, üç beş kuruş kazanınca dönersin, burada bir dükkan açarız." diyerek beni ikna etti. Ailemi memlekette bırakıp yola koyuldum.

Sene 1966, İstanbul'dan trene bindim. Meğerse benim gibi olan ne çok insan varmış. Trende üst üste yolculuk yaptık. Bulgaristan'dan, Avusturya'dan geçerek Almanya'ya geldik. Bizi, tren garında İstanbul'da başvurduğumuz şirketin adamları karşıladı. Bir otomobil fabrikasına götürdüler. Güya lojman verdiler. Koğuş gibi bir yerdi.

Fabrikada; önceleri, ağır motor parçalarını taşıdım. Ustabaşı almandı. İşaretle anlaşıyorduk. Yapacağımız iş belliydi. Çalışırken dil bilmeye gerek yoktu. Zamanla birkaç kelime Almanca öğrendim. Paramı, sadece çok lüzümlü ihtiyaçlarıma harcıyordum. Gerisini biriktiriyordum. Birazını da memlekete gönderiyordum. Ayda bir mektup yazıyordum. 7 yıl memlekete gitmedim. Para gönderiyordum, ama zamanla mektup yazmayı seyrekleştirdim.

Almanya'ya alışmıştım. Fabrikada sevilen bir elemandım, artık motor parçalarını birleştiriyordum.

Ailemi çok özlüyordum, ama yoğun çalışma Türkiye'ye ziyarete gitmeme engel oluyordu. Sonunda bu duruma bir çare düşündüm. Hanıma tekstil fabrikasında iş buldum. O da çocukları kız kardeşine bırakarak Almanya'ya geldi.

Fabrikanın lojmanından ayrıldım, küçük bir ev tuttuk. Bir sene sonra da çocukları getirdik. Oğullarımı, benim çalıştığım fabrikaya; kızımı terzi yanına işe yerleştirdim. Küçük kızımı da anaokuluna yazdırdık.

Evde hep Türkçe konuştuk, kendi kültürümüzü yaşatmaya çalıştık. Çocuklar kısa zamanda Almanca'yı öğrendiler, ama dışarıda konuştular. Artık durumumuz düzelmişti. Her yaz memlekete geldik. Birkaç yıl içinde ev, dükkan ve Aydın-Didim'de bir yazlık satın aldık. Her yaz tatilimizin bir bölümünü yazlıkta geçirmeye başladık. Böylece yıllar geçti. Büyük kızımı 1979'da Türkiye'de evlendirdik, şimdi Ankara'da yaşıyor. Oğullarımı da Türk kızlarıyla evlendirdim, ama onlar; Almanya'ya yerleşmeyi tercih ettiler. En küçük kızım da okulunu bitirince Almanya'da çalışmaya başladı. 35 yıl fabrikada ağır şartlar altında çalıştığım için yoruldum; emekliliğimi istedim. Yaşlılıkta vatan hasreti de çok zor. Memlekete döndük. Didim'e yerleştik. Alman vatandaşı olmayı hiç düşünmedim; ama bugün yaşadığımız refahı da Almanya'da elde ettiğimiz kazanca borçlu olduğumuzu inkar edemem."(İlköğretim 7. sınıf Sosyal Bilgiler ders kitabından)

Mehmet Ünal'ın hayatından çıkarılacak çok ders var. Bu hayatın içinde dosdoğru oluş var. Bu hayatın içinde çalışkanlık var; aile sevgisi var; tutumluluk var; vatan sevgisi ile vatan hasreti var. Ve bu hayatın içinde ele güne muhtaç olmadan yaşamak var.

Ülkemizde her makam ve mevkide olanlar asıl ders almalıdır. Tutumlu olmayı, milletimizi aş ve iş sahibi yapmayı mutlaka başarmalıdırlar. Bir de benim hiç benimsemediğim bir tanımla; böyle insanlara "sıradan insan" deniyor. Sıradan insanlar olsalar da; bunların, sıradaki yeri bana göre sıranın en başı olmalıdır.

Türk milleti çalışkandır; işsizliği sevmez. İşsizlik mevcut geleneklerimize aykırıdır. Hele de aile reisleri çalışıp çabalamayı; evlerine elleri dolu gitmeyi çok severler. Milletimiz bunu çok sever. Kadınlarımız, gençlerimiz iş hayatında önemli yer tutmaya başladılar. Yılda iş hayatına giren yaklaşık 850 bin kişilik kitlenin; ancak yüzde otuzu bir iş sahibi olabilmektedir. Bu da toplumumuzun en büyük ızdırabıdır.

Gerçek hayattan bir hikayeydi okuduğunuz. Biz buyuz; bizim insanımız bu!..

Türk'üz, doğruyuz, çalışkanız!..

Fot.Yeniçağ Gazetesi





 
Toplam blog
: 323
: 2029
Kayıt tarihi
: 04.09.06
 
 

Yaşanan her hayat en iyi hayattır; yeter ki içinde kötülük olmasın!.. ..