Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Aralık '11

 
Kategori
Siyaset
 

Topal yönetim…

Topal yönetim…
 

Fizikteki ünlü kural yaşamın her noktası için geçerlidir. Yaşam asla boşluk kabul etmez. Boş olan kısım baskın olanla hemen dolar. Her biri farklı düşünce ve inanış boyutlarının varlıkları olan insanların yönetimi adına oluşturulan sistemler birleştirilip en az sayıya indirilmiş, böylece sayıca büyük kitlelerin taraf olduğu yönetim, düşünce modelleri ortaya çıkmıştır. Bu modellerden de partiler oluşmuştur.

Siyasi partiler,

Hükümet idaresini yani genel bir deyimle, siyasî iktidarı ellerine almak ve devletin iç ve dış işlerini kendi ilkeleri ve düşüncelerine göre yönetmek amacıyla kurulmuş olan derneklerdir. Bir başka deyişle, belirli bir düşünceyi ortak amaç edinmiş kişilerin bulunduğu siyasi topluluktur. Yani, belli bir siyasi görüşü temsil eden parti, siyasal partidir.

Bu itibarla herhangi bir siyasi partinin iktidar olduğunda toplumun tüm kesimlerini temsil etmesi işin doğasına aykırıdır. Biz toplumun tamamını kucaklıyoruz biçiminde bir söylem gerçekçi değildir. Ancak diğer kesimleri temsil eden partiler, yani muhalefet gerçekten dikkate alınırsa, muhalefet taraftarları bir dahaki seçimlerde demokratik yöntemlerle iktidara  gelebileceklerini düşünür, süreci sabır ve olgunlukla bekler. Tabii bu demokratik yönetimlerde olan durumdur.

Ülkemizdeki duruma bir bakalım. Bir iktidar partisi olduğunu biliyoruz. Acaba muhalefet partisi var mı? Muhalefet partileri iktidar tarafından dikkate alınıyor mu?

Cumhuriyet kurulduğunda oluşan tek parti iktidarı günümüz düşünürlerinin bir kısmı “otokratik bir parti” (ilerde değineceğiz) olarak görür. Oysa durum hiç de öyle değildir. Başta Mustafa Kemal olmak üzere baştaki yöneticilerin amacı en kısa bir sürede daha demokratik bir yönetime geçmekti. İkinci parti deneyimlerinin tek amacı bu idi. Kalkınmayı, refahı daha liberal görüşlü partilerin sağlamasının düşünüldüğü kesindir. Ancak liberal bir partiye taban olacak burjuva kesiminin olmaması veya çok zayıf olması daha ikinci parti adı ile beraber şeriat kalıntılarının hücumuna neden olmuştur. İkinci paylaşım savaşından sonra kaybedeceğini bile bile İsmet İnönü’nün çok partili hayata geçiş yolunu açması cumhuriyetin kurucularının gönüllerindeki aslanı ortaya çıkarıyordu.

Hükümet desteği, iç ve dış destek, hızla bir burjuva kesimi oluşturmaya çaba sarf etmişseler de ortaya çıkan klasik bir burjuva kesimi olmamıştır. Sebep ise Avrupa’nın yüzlerce yıl boyunca çaba ile oluşturduğu sistemi bizim hemen alıp sindirmemiz mümkün olmamış, adı ile niteliği farklı partiler türeyerek ortaya tatsız tuşsuz bir çorba çıkmıştır.

Günümüz meclisinde yer bulan partilere bir akmadan önce bazı kavramları açalım.

Adalet:

Adalet, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi adaletle sağlanır. Bu anlamda herhangi bir durumun adil (adaletli) olup olmadığından söz edilebilir. Adalet kavramı temelde hukuk kurallarına uygunluğu içerir. Öte yandan, adalet insanların toplum içindeki davranışlarıyla ilgili olduğundan ahlak ve din kurallarıyla da ilişkilidir. Tabiidir ki bu uygunluk, sizin isteğiniz doğrultusunda ürettiğiniz yani oluşturduğunuz değil, evrensel hukuk kurallarına göredir. Öznel anlamda adalet, herkesin hakkını tanıma konusunda değişmez ve kesin istektir. Nesnel anlamda adalet, karşıt çıkarlar arasında hakka (hukuka) uygun bir denkliktir, eşitlik düşüncesidir. Adelet, 4 tür altında toplanabilir. Bunlar:

Dağıtıcı adalet

Denkleştirici adalet

Hakkaniyet

Sosyal adalet

Düşünürler eski çağlardan beri adalet kavramıyla ilgilenmişlerdir. Kutsal kitapların hepsinde adalete ve adil olmaya ilişkin bölümler bulunur. Eski Yunanlı düşünür Platon’a göre adalet en yüce erdemlerden biri, insanın ve devletin temel davranış kuralıdır. Aristoteles’in hareket noktasını ise eşitlik kavramı oluşturur. Ona göre, herkese eşit davranmak adalet için yeterli değildir. Bir hukuk düzeni güçsüzleri koruduğu ölçüde adaletli olabilir. Örneğin, günümüzde kişinin tükettiği herhangi bir maldan alınan katma değer vergisi adil bir vergi değildir. Çünkü kişinin gelir düzeyini dikkate almaz. Buna karşılık, kişinin geliri üzerinden alınan ve gelir düzeyi yükseldikçe vergi oranının da arttığı gelir vergisi daha adil bir uygulamadır. Aynı satırdan devam edersek dolaylı vergilerin hiçbiri adil değildir. Bizim ülkemizde toplam vergi gelirlerinin %70 den fazlasının dolaylı vergilerden tahsil edildiğini düşünürsek ne kadar adil bir yönetime sahip olduğumuzu görebiliriz. Sadece ekonomik alandan bir örnek verdik. Sosyal yaşantımızı bir mercek altına alırsak adalet değil adaletsizlik içinde yaşadığımız ortaya çıkar. Ne kadar acıdır ki on yıldır bizi yöneten partinin adının başında “Adalet” var. İktidar partimizden başlamışken devam etmeden önce bizde ciddi anlamda demokratik parti olmadığının altını çizelim. Demokratik partilerde, parti içi genel seçimler, daima demokratik usullerle olur. Her kademenin idare heyetleri samimî ve dürüst seçimlerle işbaşına gelir. Otokratik partilerde ise parti yöneticileri, partinin bütün siyasetinde tek söz sahibi durumundadırlar.

Sorulduğunda üzerine basa basa Menderes ve Özal’ın devamı olduklarını, yani “muhafazakâr ve liberal” bir parti olduklarını söylerler.

Her ne kadar bazı kişiler kendilerine göre değiştirseler de Muhafazakârlık, var olan durumu koruma amacını güden düşünce tarzı, Toplumun değişmesine karşı direnç gösteren, toplumsal-kültürel değerlerin korunmasını savunan sağ kanat siyasi ideolojidir.

Muhafazakârlık, akla şüpheyle yaklaşır. Kendi aklının sesini dinleyerek başka insanların hayatları üzerinde kalıcı bir etki yaratmaya çalışan düşünürleri eleştirir. Muhafazakârlara göre akıl farklı sonuçlara varabilmektedir ve bir bireyin toplum üzerinde keyfi değişiklikler yaratma isteklerine araç olmamalıdır. Toplum düzeni asırların deneyimlerinin süzülerek gelen bir evrimleşme sonucu oluşmalıdır. Bize bu konu cumhuriyet öncesi var olan ülkenin dini kuralların referansı ile yönetilmesini ister biçimdedir.

Liberal sistem, özgürlüğü birincil politik değer olarak ele alan bir ideoloji, politika geleneği ve düşünce akımıdır. Genel anlamda Liberal sistem, bireylerin ifade özgürlüğüne sahip olduğu, din, devlet ve kimi zaman kurumların gücünün sınırlandırıldığı, düşüncenin serbest bir şekilde dolaştığı, özel teşebbüse olanak sağlayan bir serbest piyasa ekonomisinin olduğu, hukukun üstünlüğünü geçerli kılan şeffaf bir devlet modeli ve toplumsal hayat düzeni hedefler. Başka bir deyişle liberal sürekli değişim halinde demektir.

Şimdi bu iki kavramdan yola çıkarak AKP nin nasıl bir parti olduğunu siz düşünün. Bir kurum aynı zamanda hem tutucu, değişime kapalı, eskiye özlem içinde hem de sınırsız özgür olabilir mi? İşte bu iki değeri yan yana getirirseniz ortaya AKP gibi ne olduğunu kendilerinin bile bilmediği bir parti çıkar.

Bu sadece AKP için değil diğer partiler içinde geçerlidir. Mesela CHP. Bir halk partisi olduğunu iddia eder. Halk kavramının içine her türlü düşünce ve inanışa mensup insanlar girmektedir. Oysa parti kavramı belirli bir kesimi işaret eder. Yani iktidarın biz bütün kesimleri kucaklıyoruz demesi ile CHP nin biz halkın partisiyiz demesinde gariplik bakımından hiçbir fark yoktur. Birde MHP miz var. Bu partimizin savunduğu değerler (Milliyetçilik adına) iktidar partisi ile aynıdır. Bunun tezahürünü birçok kez iktidar partisi ile ortak hareket etmesinde görüyoruz. İktidarın başta ekonomi politikaları olmak üzere savunduğu liberal politikaları ise eleştiriyorlar. Sanırım onları AKP nin bir benzeri, bir yakını olarak görmek yanlış olmaz.

BDP adındaki partiyi icraatlarından dolayı bu ülke partisi olarak görmediğim için diğerleri ile aynı sırada değerlendiremeyeceğim.

İsimlerine, iddialarına baktığımızda bir çorba havasını veren partilerden oluşan meclisimize bir yönden hak vermek mümkündür. Topal bir mecliste mevcut partilerin ilke ve felsefe olarak aynı tarafta olduklarını biliyoruz. Diğer kesimi temsile ve kucaklamaya çalıştıklarında ortaya bu gariplikler çıkıyor. Bizim siyasi arenamızda sol temsil edilmiyor. Kendine sosyal demokrat diyen CHP bile aslında bir sağ partidir.

Sosyal Demokrasi ya da Merkez Sol, kapitalizmin yarattığı eşitsizlik ve adaletsizlikleri demokratik sistem içinde kabul edilebilir düzeye indirmeyi amaçlayan siyasi ideolojidir.

Sosyal demokrasi anlayışının devlete sosyal ödevler yükleyip ekonomik yaşama halk kitleleri yararına müdahale olanakları sağlaması sınıflar arası farklılık ve gerginlikleri yumuşatıcı bir rol oynamış, kapitalizmi ve Batı tipi demokrasiyi aşmayı amaçlayan radikal devrimci akımlara karşı da bir set oluşturmuştur. Bu açıdan, bir olgu ve anlayış olarak sosyal demokrasi, sosyal demokrat akım ve hareketlerin 20. yüzyıldaki felsefe ve programlarına denk düşer. Yani CHP nin sosyal demokrat bir parti olarak işlevi bellidir.

Yakın geçmişe bir baktığımızda emek kesiminin yani potansiyel solun her türlü baskı ve şiddetle bastırılmaya parçalanıp etkisiz kılınmaya çalışıldığını görüyoruz. İktidar olanakları ile bu baskı unsurunu oluştururken, muhalefetin de ciddi bir sesinin çıktığını görmüyoruz. Bu da meclise girebilmiş partilerin hepsinin aynı tarafta olduğunun bir göstergesidir. Yaptıkları kayıkçı kavgasıdır. Kendi içinde tutarsız, bir söylediği diğerini tutmayan guruplardan oluşan, üstelik hepsi aynı yanda olduğundan ciddi bir muhalefeti bulunmayan bir sistemle ilerlemeye çalışıyoruz.

Ülkemizi bütün yükün bir tarafa istif edildiği bir gemiye benzetiyorum. Hava fırtınalı, deniz çok dalgalıdır. Allah sonumuzu hayır etsin.

İzmir 2011

 
Toplam blog
: 1508
: 1688
Kayıt tarihi
: 16.07.08
 
 

Yetmişiki yaşında iki çocuk ve iki torun sahibi bir erkeğim.. Lise mezunuyum. Uzun yıllar esnaflı..