- Kategori
- Güncel
Toplumdaki ayrışma örnekleri ve çözüm

Aynı toplumda, aynı şehirde, hatta aynı mahallede yaşıyor olmamıza rağmen hayata bakışımızın, hayat tarzlarımızın ne kadar farklı olduğunu hiç düşündünüz mü? Bu farklılığın sokağa bile yansıdığını çeşitli vesilelerle görüyoruz. Hiçbir sıra gözetmeksizin birkaç örnek vereyim (en basitinden olacak üstelik) kendi alanlarımızda nasıl yaşadığımızla ilgili:
Komşu olmuşuz oturduğumuz ev ve/veya daireler sebebiyle. Belki de duvar komşusuyuz. Diyelim ki bayram gelmiş. Kurban Bayramı. Komşu kasabı çağırmış, alt kattaki bahçede kurbanını kestirmek için. Biz almışız çoluğu çocuğu arabanın üst bagajını da doldurmuşuz ver elini bir tâtil yeri. Yerimizi de ayırtmışız. “Kafa dinleyeceğiz.” üç beş gün. Ne bayramlaşma, ne de o dinî atmosferi paylaşmak var yaşama alanımızda.
Bir kandil akşamıdır. Lokmasız kandil olur mu? Bütün sevenlerinden uzak, eşini de kaybetmiş, yalnız yaşayan bir komşu “lokma” hazırlamış. Üstünü peçetelerle örterek tabağa koyuyor. Eski betonarme bir evinin penceresi saksılarla dolu penceresini açıyor ve sokakta oynayan komşu çocuklarından birine sesleniyor:
-Ahmet, gelir misin oğlum?
“Komşu anne” çağırıyor, gitmek olmaz. Gidiyor kapıya.
-Şu lokmaları komşulara dağıtır mısın?
-Peki komşu anne.
Ahmet komşu kapısı atlamadan eldeki lokmaları dağıtmaya başlar. Sıra bir 3 katlı bir apartmana gelmiştir diyelim. Zile basar. Dairelerin birinden bir baş uzanır:
-Ne istiyorsun oğlum?
-Komşu anne lokma yapmış, size gönderdi.
Daireden uzanan baş pencereyi kapatacaktır da (nezaketten de değil) zaten olmayan komşuluk bağlarına hâlel gelmesin diye içeriye seslenir:
-Melissa aşağıya in. Kapıya bak, der.
Kız elinde cep telefonu (sanki kaçacaktır yukarıda bıraksa) söylene söylene iner aşağı. Kapıyı açar. Ahmet lokma dolu tabağı uzatır:
-Bu ne yavvv?
-Lokma, der Ahmet.
Melissa iğrenmiş gibi suratla lokmayı alır.
Teşekkür etmek, “Allah kabul etsin.” demek hak getire.
Koşarak çıkar indiği merdivenleri.
Dipnot-1:
“Komşu anne” kavramı özellikle bizim kasabada önemlidir. Geleneklere duyarlı yaşayan kasaba insanı hâlâ bu söz grubunu kullanır. Her ne kadar Sırmalar’la birlikte bizim mahalle “Bahçelievler” kozmopolit bir hâl almış olsa da muhafazakâr değerleriyle yaşayan insanların betonda açan çiçekler gibi evleri hâlâ vardır. Ne kadar mutlu olurum, “komşu anneeeeeeeeeeee!” sesi penceresi sokağa bakan odama dolunca.
Örneklere devam:
Hergünkü gibi bir vakit namazına davet etmektedir müezzin. Sabah ezanı, diyelim. Merkezi sistemle okunan ezan semt semt yayılmaktadır. Camiye yakın bir yerde oturuyorsunuzdur. Üst ve/veya yan komşularımızdan biri kalkmış, lâvaboda abdest almaktadır. Kâğıt gibi duvarlardan su ve komşunuzun hareketlerinin sesleri gelmektedir size. Ezandı, küçük gürültülerdi derken güzellik uykunuz ( ! ) bozulmuştur.
Mevsim yazdır. Öğle vaktidir. Güneş yeni çekilmiştir balkonunuzdan. Siz yeni kalkmışsınızdır. Mükellef bir kahvaltıyı balkonda yapacaksınızdır. Çay demini alırken siz çocuğunuzla birlikte şezlongvâri koltuklara uzanmış sokağa bakıyorsunuzdur. O da ne? İlköğretim çağındaki çocuklar ellerinde ince ince kitaplar, göğüslerinin üzerinde tutarak bir sokağın arasına doğru yürümektedirler. Başlarında da kenarları işlemeli örtüler. Gayriihtiyari bir yanınızda bulunan yaştaşı çocuğunuza bakıyorsunuz bir de sokakta oyuna gider gibi neşe içinde caminin bulunduğu sokağa giren çocuklara. Ne kadar yabancı geliyor size bu durum. Aklınıza neler geliyor neler? İran’ı bile düşünüyorsunuz ( ! ) Kahvaltınız bitmiştir. Pencerenin pervazına koyduğunuz uzun marlborodan bir “dal” alıyorsunuz.
Korumalı çakmağınızla yakıyorsunuz sigaranızı. Derin bir duman çekip dumanı üflüyorsunuz. O da ne? Tam köşeden caddeye doğru, kendinden emin adımlarla ilerleyen kara çarşaflı biri gözünüze çarpıyor. Anlamını siz de bilmediğiniz halde “sinir katsayınız” artıyor. Tarihî kadın kişilik “Kara Fatma”yı büyük ihtimalle bilmediğinize ve maksadınız da bu olmadığına göre dilinizden hamam böceği türü olan “kara Fatma” sözü çıkıyor.
Oysa o kişi kendi halinde, kendi değerleriyle yaşayan, belki de değil kesin olarak diyebilirim ki sizden çok okuyordur. Belki de sizden daha faydalıdır toplum hayatının bir yerinde topluma. Siz, filmine gitmediğiniz caddedeki “videocu”dan aldığınız Can Dündar yapımı (Nedense aynı yapımcının “<ı>Sarı Zeybek” belgeselini çok beğenmiştiniz.) “Mustafa” belgeselini DVD oynatıcıya koymuşsunuz plazmada “cam” gibi seyrediyorsunuzdur.
Belgesel ilerledikçe “ezberbozan” yorumlar sizi rahatsız ediyor. Üst alt, karşı, yan… komşularınızdan biri Lord Kinross’un Atatürk, Şevket Süreyya Aydemir’in Tek Adam kitaplarını bitirmiş Taha Akyol’un Ama Hangi Atatürk veya yeni baskılarında sansürlenen H.C. Armstrong’un Bozkurt kitabını okumaktadır… … Örnekleri daha da çoğaltmak mümkün. Sonuç hep aynı kapıya çıkar: Mekân olarak aynı yerleri, aynı çevreyi paylaşmamıza rağmen farklı hayat tarzları sürüyoruz.
Son söz: Peki ne yapmalıyız? Daha fazla ayrışmamak için yapılması gereken birbirine karışmadan akan “Gulfstream” akıntısından farklı olarak birbirimize karışmak mecburiyetindeyiz. Bu da ancak birbirimizi anlamaktan geçer. Birbirimize ve değerlerimize saygı göstermekten geçer. Aynı topraklarda farklı çiçekler olarak açmayı, renk vermeyi ve koku saçmayı bilmek durumundayız. Çünkü birbirimizi yok edemeyiz. Çünkü ortadan kaldıramayız. Çünkü başka bir toprağa taşıyamayız. Ben de varım, o da var, hepimiz varız son tahlilde.