- Kategori
- Eğitim
Öğretmenle kasap arasında benzerlik var mıdır?

Bir öğretmen ve Kasap Ekipmanı
İkizlerim de liseyi bitirdi
Hey yıllar hey! Daha dün gibi yahu! Yıl 1992. Bir gün okuldan gelmişim. Evde kimse yok. Bir gariplik yok elbette.
Azeri doktor Gani’yi (Allah rahmet eylesin, öldüğü haberini aldım Almanya dönüşü sonrası.) arıyorum. Martha-Maria
Krankenhaus’ta (Kiliseye bağlı bir hastane) olduğunu söylüyor eşimin. Daha doğuma 2 ay var aslında. Ama ikiz bebelerim
dünyaya gelmek için sabırsız. Sancı makinesi o bu şu derken 9 Ocak 1992 tarihinde dünyaya geldiler. Erken doğum. Doğumlarına katılmış olmama rağmen götürüldüklerini bile göremedim. Bir çocuk hastanesine götürüldüğünü öğrendim.
Baktım kuvözdeler, akvaryumdaki balık gibi.
Sonra etlendiler kanlandılar. Topaç gibi iki bebe. Türkiye’ye döndük sonra. Dal gibi iki bebe. Yetersiz, başarısız, kötü, suratsız bir öğretmenle 5 yıl geçirdiler ilköğretimde. Buna rağmen Anadolu Lisesi kazandılar eşimin gayretiyle. Ben Öğretmen Lisesi’nde iken onlara okulun bahçesinden el sallardım büyük çocuğumla. Lisede 4 sene okudular. Sonra bir gün baktım karneleri ile geldiler okuldan. Lise bitirmiş iki fidan: Güntolu Aytolu. (Aralarında 5 dakikalık doğum farkı var.)
Tanımlamalar
Bilinen anlamıyla kasap, et ürünlerini satılacak hâle getiren ve/veya onu dükkânında satan kişidir. Gerçi kümes hayvanlarını kesene “kasap” denmese de orada da bir “kesim” eylemi vardır. Ayrıca kasapların “hacı” olanları da vardır.
Öğrenci Kasabı
Klâsik kasap, insan kasabı gibi “öğrenci kasabı” da girmiştir günlük konuşmalarımıza. Öğretmenlik, gerçekten zor “zanaat”tır. Problemli birinin öğretmenlik yapması katlanılmaz bir işkencedir. (Hep söylerim öyle 100 - 200 soru çözerek öğretmen olunmaz. Daha ciddi bir sistem getirilmeli. Yüksek Öğretmen Okulları yeniden hayata geçirilmeli.)
Ders bilgisine hâkimiyet dışında öğretmende olmazsa olmaz iki özellik daha mutlaka olmalıdır: İnsan psikolojisini
iyi bilmek, ölçme ve değerlendirmeden tam anlamıyla anlamak.
Özellikle bu ikisi olmadı mı “öğretmen” “öğrenci kasabı”na dönüşür. Öğrenciyle didişen, öğrencinin seviyesine inen, kendi problemlerini (Sanki maaşı iki katına çıkarılsa ertesi gün farklı bir öğretmen portresi çizecek.) sınıfa yansıtan, öğrenciyi bildiklerinden değil de (nasıl sorarsam öğrenci iyi not alamaz mantığıyla) neredeyse bilmediklerinden imtihan eden, ölçme değerlendirmeye aldığı imtihan kâğıdının üstündeki isimle uğraşan, hatta o ismi çağrıştıran
“diğerleri” üzerinden kâğıdı değerlendiren, puan vermemek için kılı kırk yarıyor havasına giren, verdiği sözlü notuyla öğrencinin birkaç imtihanda aldığı yazılı notunu hiçe sayan, ya da tam tersi verdiği sözlü notuyla (öğrencinin anası babasıyla iyi ilişkiler içindedir muhtemelen) öğrencinin gerçek başarısını şişiren, ÖSS mantığıyla soru hazırlayan öğretmen “öğrenci kasabı”dır. Bu kişinin kaba elma zamanında Endüstri Meslek Lisesi’ni bitirip Matematik öğretmeni olarak iyi bir okulda arzı endam etmesi bu gerçeği değiştirmez. “Kasap is kasap.” Biri iş yaparken satır kullanır diğeri de kalem. Araçlar farklı olsa da amaç aynıdır:
Doğramak.
Mâlumdur ki karneler dağıtıldı. Karnedeki “kırık”lardan üzülenler olacağı gibi yüksek notlardan dolayı havalara uçacaklar da olacaktır. Hatta “not meselesi” yüzünden olmadık hareketlere kalkışanlara da şahit olacağız.
Gençlere Kısa Bir Nutuk (İkizlerime aslında)
Sevgili çocuklar! Karnenizden dolayı ne çok sevinin ne de çok üzülün. Hatta karneniz geri istenmiyorsa uçak yapıp evin içinde uçurun. (Bugün ÖSS sonuçları da açıklanacak. Siz yatın ben müjdeyi veririm size Ama ya kazanamazsak mı diyorsunuz. Canınız sağ olsun güzel bebelerim.!)
Şu garip, İlköğretmen Okulu’nda okurken kaba elma zamanında, beden eğitimi notundan dolayı 12 defa karnesi kirlenen (Sana hakkımı iki cihânda da helâl etmiyorum Ahmet Hoca) 6 defa bütünlemeye kalmış biri. (Üstelik nasıl futbolcu olduğumu herkes bilir. ‘Coli Bali’ derlerdi bana (!) 90’lı yıllarda Öğretmenlerarası Futbol Turnuvası’nda takımımız şampiyon ben de gol kralı olmuştum. Sırtımla bile gol atmıştım yahu!)
Ne oldu sanki? Boğaziçi Türk Dili Edebiyatı (1983), İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı(1985) , Ankara Dil - Tarih(1986) , Ankara Hukuk(1988) kazanıp da “tenezzül” edip okumamış bir garibim.
Dahası şu: Sâdece onun (Ah Cemila!) yaşadığı ilde olmak için Trakya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı (1987) kazanıp “yüksek lisans”a başlamıştım. Mimar Sinan’ın şaheseri Selimiye şâhittir aşkımıza. Bölüm başkanım Necmettin Hacıeminoğlu idi. Hakkın rahmetine kavuştu. Yerine Osmanlıca’yı heceleyerek okuyan bir “sosyalist öğretim üyesi” geldi, ben de terk ettim üniversiteyi. Onun için ki sevgili çocuklar hedefe kitlenin. Gerisi lâf ü güzaf!