Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

GÖKKUŞAĞINDAKİ SİYAH

http://blog.milliyet.com.tr/paradigma

17 Ağustos '14

 
Kategori
Sosyoloji
 

Toplumsal cinsiyet eşitliği ve medya

Toplumsal cinsiyet eşitliği ve medya
 

Demokratik devlet yönetimlerinde, bireylerin “temel hak ve özgürlükleri”, yasal ve anayasal güvence altındadır. “Devlet”, birey ile olan ilişkilerini, “hukuk” çerçevesinde yürütür. Hem devletin hem de bireyin hak ve sorumlulukları karşılıklı olarak belirlendiği için “sınırlar aşılmadığı sürece”, “demokratik ilkeler” çerçevesinde, “hukuki zemin”de ilişkiler yürümektedir.

Bireyler, sahip oldukları hak ve özgürlük alanının “bilgi ve bilinç düzeyi”nin yükselmesine paralel olarak yükseltilmesini devlet yönetimlerinden talep ederler. Bu haklı talep, devlet yönetimleri tarafından -demokratik ilkeler gereği- yerine getirilir. Kimi dikta yönetimlerinde ise özgürlük alanının genişletilmesi bir yana, var olan alanın daraltıldığı bilinen bir gerçektir. Buradaki asıl problem eğitim yoluyla bireylerin bilgi ve bilinç düzeylerinin yükselmesi sonucu temel hak ve özgürlük alanının devlet ve onun “yönetim araçları” tarafından sürekli “kontrol altında tutulmak” istenmesidir.

Bireyin, “sosyal alan” içerisindeki algılarını eğitim, kültürel/toplumsal değerler ve medya gibi etkenler şekillendirir. Demokratik ilkeler açısından bakıldığında bireylerin dil, inanç, politik görüş, cinsel tercih gibi farklılıkları, onların kişilik olarak birbirlerinden farklı olmalarının doğal sonucudur. Demokratik devlet yönetimlerinde bireylerin farklılıkları hiçbir zaman için eşitsizliğe sebep olmamaktadır. Ancak yanlış bilgilenme ve birtakım yanlış yönlendirmeler sonucu bireyin “algı dünyası” kontrol altına alınıp bireylerin birbirlerine “ötekileştikleri/ötekileştirildikleri” de sosyal bir gerçekliktir. Bu aşamada “medya” olarak tanımlanan, toplumun “değişim/dönüşüm” sürecinde çok önemli rolü olan gücün, topluma karşı sorumluluğunu yerine getirmesi gerekmektedir. Doğru haber verme, olanı aktarma, tarafsızlık, kültürel/toplumsal değerlere saygı ve demokratik ilkelere uygun yayın politikasına sahip medya organları “toplumsal barış” ve uzlaşı” konusunda oldukça önemli bir konumda yer almaktadır. Ayrıca medyanın bilinçlendirme ve eğitme işlevlerinin de olduğu göz ardı edilmemelidir.

Toplumu çeşitli konularda bilinçlendiren ve algılarını yöneten medya, “toplumsal cinsiyet eşitliği” söz konusu olduğunda üzerine düşen görevi yerine getirememektedir. Dolayısıyla kadın-erkek “biyolojik” farklılığı, “toplumsal eşitlik” açısından irdelendiğinde “eşitsizlik” faktörü ya da kaynağı olmaması gerektiği açıktır. Günümüz koşullarına bakıldığında toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanamadığını söylemek mümkündür. Kadının medyada yer alış biçimi ve görünürlüğü, medyanın kadın konusundaki duyarlılığı ve kullandığı dil, cinsiyetler arasındaki farklılıkları ön plana çıkarırken cinsiyet eşitsizliğini de derinleştirmektedir. Çeşitli televizyon programlarında, ana haber bültenlerinde, reklamlarda, film ve dizilerde, kadının yeri erkeğe oranla ikinci planda daha basit ifadesiyle “fon” görünümündedir. Bundan dolayı da çok geniş kitlelere önemli mesajlar veren ve toplum üzerinde oldukça etkili olan medyanın kadın-erkek eşitsizliği konusunda önemli payı vardır. Özellikle kimi reklam filmlerinde herhangi bir ürünü tanıtmak, ürünü daha çok satmak adına kadının meta olarak gösterilmesi/kullanılması, en başta “insani ve vicdani değerler” açısından kabul edilemez bir durumdur.

Kadına yönelik şiddetin giderek artması, kadın cinayetleri gibi kadına yönelik suçların artması, kurumların kadını korumak konusunda yetersiz olduğunu ortaya koymaktadır. Kadın-erkek eşitliğini sağlama konusunda devlet ve onun kurumları elbette ki tek başına yeterli değildir. Bu süreç, medya, sivil toplum örgütleri, üniversiteler gibi toplumun tüm kesimleriyle ortaklaşa bir bilinç ve ortak akıl oluşturmakla mümkündür. Kadınların sosyal yaşamdaki konumlarını güçlendirmek adına “geçmişte ellerinden alınan ya da verilmeyen haklarının iadesi” olarak tanımladığım “kadına yönelik pozitif ayrımcılık” uygulamalarıyla bir nebze de olsa cinsiyetçi birey/toplum etiketinden sıyrılabilmeyi umut ediyorum. Çünkü cinsiyetçilik, ötekileştirme anlamı taşıdığından, tıpkı bireyi, dil, inanç, kimlik gibi doğal farklılıklarından dolayı, dışlamak kadar yanlıştır.

Toplumda oldukça görünür olan siyasetçi, akademisyen, sanatçı, yazar ve aydınların, topluma “Farklılık, eşitsizlik demek değildir.” mesajını demokratik ve barışçıl bir dil ile vermeleri oldukça yerinde olacaktır. Yine okullarımızda okutulan ders kitaplarındaki cinsiyetçi ifadeler ve resimlerin ayıklanması bu doğrultuda atılabilecek adımlardan biridir. Bu sayede kadının birey olarak kabul görmesi, tanınması mümkün olacaktır. Çünkü “kadın hakkı” her şeyden önce insan hakkıdır. Bu nedenle demokrasiye inanan ve demokratik değerleri önemseyen bireylerin, insan hakları savunuculuğunun doğal sonucu olarak kadın haklarını da savunmaları “insani” açıdan önemli ve anlamlıdır.

 Kadın hakları savunucusu olduğunu ifade eden kimi sivil toplum örgütlerinin tabela örgütü olmanın ötesine geçemedikleri kamuoyunca bilinmektedir. Bu bağlamda, kadının hak mücadelesinde kadın dayanışması ve kadın örgütlülüğü önemli olmasına karşılık bu kesimler arasında da kopukluklar mevcuttur. Konunun ben-sen, kadın-erkek kavgası olmadığı, mücadelenin özünü “insan hak ve özgürlükleri” oluşturduğunun bilinciyle hareket edilmesi ve konuya insan hakları temelinde yaklaşılması, eşitsizliklerin ortadan kalkması açısından “anlamlı bir başlangıç” sayılmaktadır.

 
Toplam blog
: 16
: 209
Kayıt tarihi
: 17.07.09
 
 

Mardin-Kızıltepe doğumluyum. İnönü Üniversitesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümünden mezunum. ..