Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Haziran '15

 
Kategori
Öykü
 

Totem

Totem
 

Resim us.123rf.com'dan alıntıdır


“Gerçek hayatta hiçbir golün tekrarı yoktur”

Bir

Perdenin aralığından sızan güneş ışığı yüzünü rahatsız etmeye başlayınca yattığı yerde hareket etme gereği hissetti. Havalar artık iyiden iyiye ısınmaya başlamıştı. Odanın dışından, muhtemelen binanın uzak bir köşesinden kulağına güzel bir retro parçanın sesi geliyordu. Kafasını oynattı. Başı ağrıyordu. Yüzünü, göz kapaklarını ve en son da boyunluk takılı olan boynunu gözünü açmadan eliyle yokladı. Yattığı yerde biraz kıpırdanınca sol elinin üstünde bir acı hissetti. Gözlerini açıp yavaş yavaş önce elini, sonra sırayla elinin üzerinden yukarı doğru uzanan hortumu ve hortumun bağlı olduğu yerde serumdan akan damlaları izledi. Uzaktan gelen müzik biraz daha anlaşılır olmuştu. “Çok seneler geçti, çok seneler geçti dönen yok..”

Şarkı bitince kafasını sağa çevirdi. O ara yatağın sağında, ikili koltukta oturan kadını fark etti. Yüzünü ona döndü. Göz göze geldiklerinde karşı taraf gülümsedi. Sezgin tepkisiz kalmamak için bir şekilde konuşur gibi yaptı:

“…”

Hiçbirşey söylemedi ama çok şey sormuştu.

“Sessiz gemi” diye fısıldadı Zehra. Saçlarının dağınıklığı onun da henüz yarım bir uykudan uyandığının işareti gibiydi. 38 numara ayaklarını koltuktan aşağı indirip kafasını az önce dayadığı yerden kaldırdı, oturduğu yerde doğrulup kafasını daha da yaklaştırdı. Gözlerine bu kez daha dikkatli ve bir anne kadar ilgili bakarak:

“Eski şarkı ama hala güzel değil mi?” diye sordu.

Sezgin şuursuzca onaylar gibi başını sallamakla yetindi. Güzel bir kadın, güzel bir şarkı ve güzel bir kafadan daha iyisi muhtemelen yoktu. Zehra devam etti:

” Kimin söylediğini hatırlayabildin mi bakalım?”

Kadına baktı Sezgin. Şarkıyı söyleyeni değil de soruyu soran kadını tanımaya çalıştı. Derinlerden yüzeye ulaşan bir nefes gibi çıktı sesi:

“Zehra!”

Kestane saçlı, beyaz tenli, güzel kadın Zehra. Muhacir Bakkal Hayri’nin kızı Zehra. Sevdiği kadın Zehra.. Hayatı gerçekten de film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu. Sahi sinema yokken insanlar nasıl hatırlıyordu geçmişi? Fazla düşünemedi. Kendi orada yattığı için Zehra karşısında oturuyor olmalıydı. Sonra kendisi neden orada yatıyordu? Kaç gündür orada olduğunu merak etti Sezgin. Müzik sesi nerden geliyordu? Şarkıyı söyleyen kadın kimdi?

“Bilmem ki kim söylüyor” dedi Sezgin. Bu kafayla şarkıyı söyleyeni mi bulacaktı?

“Peki ya bugün hangi gün?” diye sordu Zehra’ya.

“Pazar. İki gündür yatıyorsunuz beyefendi.”

Geri geri saydı Sezgin. Cumartesi, bir. Cuma iki. Akli melekeleri yerindeydi, şükretti. Cuma gününü düşündü. Kahvaltı yapıp işe gidişini, öğle arası yemek yiyip gittiği Cuma namazını,  çıkışta iş yerine dönüp çay içişini, işten eve gelip apar topar hazırlanmasını. Yıllar sonra hastası olduğu Cimbom’un formasını giyip maça gidişini. 

İki

Dokuz yediye göre daha maskülen bir sayı olmalı. Bu yüzden 7 numaranın Cantona’dan Beckham’a devir teslimi gerekli ve yerindedir.

Sezgin  ilk defa bu kadar büyük bir stada gittiğinde işte belki de tam bu yüzden 9 yaşındaydı, 7 değil. Dün gibi aklındadır, hatta belki de bugün gibi. Cimbom Trabzon maçına götürmüştü dayısı. Bunca kalabalık… Okul bahçesinde tüm öğrenciler toplandığında bile böylesi bir kalabalığı göremezdiniz. Bir elinde yarısı yenmiş bir badem ezmesi, diğer elinde de annesinin “Sakın dayının elini bırakma evladım!” diye sıkı sıkı tembihlediği için sıkı sıkı tuttuğu dayısının sağ eli vardı. Malum zamanın kötü olmaya başladığı yıllar.. Dayısının elini tutmayan çocukların yüzlerini boyayıp, sokak aralarında su ve köfte sattırıyorlardı. 

Maç güzeldi. Etrafta eğlenen, heyecanlanan, zıplayan insanlar da güzeldi. Ağustos’un kavurduğu zamanlardı ama o gün nedendir bilinmez hava da güzeldi. Maç berabere devam ederken serbest vuruş kazandı dayısının takımı. Sezgin’in oturduğu yere göre stadın solundaki kale direğinin o taraflardan. Ortalıkta bir uğultu başlamıştı. Sezgin futbolcuları değil de stattaki bıyıklı, sakallı, sinek kaydı traşlı, gözlüklü, kilolu, zayıf yüzlerce insanın heyecanını izledi bir süre. Aval aval etrafı izlerken dayısı elini çekiştirip sahayı işaret etti. Golü kaçırmamalıydı. Sezgin kaleciye baktı. Topa baktı. On numarayı giyen adam topa doğru hamle yaparken herkes birden ayağa kalktı. Önündeki adamın kıçıyla karşı karşıya kaldı saniyeden kısa bir süre. Adamın çatalını izlerken top çataldan içeri girdi. Gol sesi stadı kaplamıştı. Herkes birbirine sarılıyordu.

Sezgin de çok sevindi ama ilk defa gittiği maçta golü görememişti . Tekrarı bekledi. Olmadı. O gün ilk kuralı dayısının ağzından öğrendi;

“Gerçek hayatta hiçbir golün tekrarı yoktur”

O gün ne kadar dikkat etse de, takımının başka bir golünü seyretme şansı bulamadı. Bu yüzden sonraki Sami Yen maçında Sezgin gözünü bile kırpmadan takımının golünü beklemişti. Önemli maçtı. Bayrak salladılar. Sahaya çıkan futbolcuları alkışladılar. Bazılarını tek tek yanlarına çağırıp “oleey” diye bağırdılar. Hatta maç olanca heyecanıyla devam ederken kendileri de gaza geldiler, elleriyle değişik şekiller yapıp karşı taraftakilere gösterdiler. Onlar çok kızdı. Olsun, kızsınlardı. Nasılsa dayısının dediğine göre yine beş atacaklardı. Hiç gol görmeyen Sezgin, büyük talihsizlik olsa gerek; maç boyunca, ezeli rakipleri olduğunu öğrendiği Fener’in dört golünü canlı canlı izledi. Büyük bir çocukluk travması.O gün ne kadar uğraştıysa da Cimbom'un golü gelmedi. Eve huzursuz döndüler.  Sezgin, hayallerini sakladığı bir sonraki Sami Yen maçında, dikkatle takip etmesine rağmen gollerden biri iki basamak altta oturan sarışın örgü saçlı kızla bakışmasına, diğeri de maç sonuna tutamadığı çişine denk geldi. Hem kızı, hem de ikinci golü mesanesine kurban vermişti.

Dayısı götürmek için ısrar da etse, o sene okul başlayınca annesi Sezgin’i maçlara yollamadı. “Neymiş, işte iki sene sonra Anadolu Lisesi sınavına girecekmiş. Çalışması gerekiyormuş. Akranları trigonometri alırken Sezgin çarpım tablosunu ezberleyememişmiş.”  Sezgin’in sabrının sınırları zorlanmaktaydı. Trigonometri ne ulan! Avrupa’da okumayı isteyen Sezgin’e göre bayramda karşıya geçip Süheyla Hala’ya el öpmeye gitmek bile tam anlamıyla eziyetti. Bu yüzden Anadolu lisesini kazanmamaya karar verdi. Anadolu’da ne işi vardı. Futbolcu olup Mençıstır'a gidecekti. O sene okul bitene kadar Sezgin gözlerini kocaman açıp, gollerin tekrarlarını televizyondan izledi. Maç sonrası ise donanım eksikliğini yaratıcılığı ile kapatarak, kimsenin olmadığı salonda tüm poziyonları canlandırdı.

Ertesi yıl biraz büyüdüğü ve erkek adam olduğu için babası ile maç izlemeye kahveye gitmeye başladı. Sigara dumanından zaten pozisyonların yarısının anlaşılmadığı, içeride anlamsız bir biçimde yan yana dizilmiş üç televizyonda hareket eden noktalara 200 kişinin bakmaya çalıştığı kahveye. Kahve dönüşü Sezgin, muhtemelen Nietzsche’nin bıyıklarından daha kötü kokuyordu. Her dönüşte annesi onu “okula amele gibi mi gideceksin?”, “bi daha gidilmeyecek kahveye” diye diye yıkadı. Ama o tüm ertesi haftalar inşaat ustası olan babası ve babasının inşaatta annesinin belirttiği işi yapan eski devrimci arkadaşı Yalçın ile yine kahveye maç izlemeye gitti. Sezgin, orada gözlerinin bozuk olduğu anlaşılana kadar neredeyse tüm sezon boyunca televizyonda ilerleyen noktalara bakıp oralet ve gazoz içmeye devam etti. Sezon sonunda bir maçta rakibin golüne ayaklanınca mahalle takımındaki başarısızlığının sebebi de anlaşılmış oluyordu. Yanlış golü görmüştü.

O yaz gözlük taktı Sezgin. Böyle kenarının rengi kaliteli gözüksün diye altın gibi sarıya boyanmış olan gözlüklerden. Bir iki defa kafaya çıkıp kaliteli gözlüğünün camından olunca, çok sevdiği topu tüm çocukluk hayatı boyunca yerden asla kaldırmayacağına dair annesine söz verdirildi. Vaftiz töreni gibi düzenlenen bir ortamda da henüz kavrayamadığı şeylerin üstüne yemin bile ettirildi. Yeminden sonraki mahalle kariyeri sırasıyla müzmin yedek, top toplayıcı ve rakip takım ayarlayıcı olarak devam etti. Sezgin’in matematiği olmasa da doğanın bir matematiği olmalı. "Bir yerde her şey sürekli olumsuz gidiyorsa, başka bir yerde de her şey olumludur." Çok acı çeken adamların iyi yazarlar olması gibi, kafasında kırılmak için tasarlanan bir alet taşıyan Sezgin’in futbol kariyerinin sonlanması, iki mahallenin de en güzel kızlarıyla tanışmasına sebep olmuştur. Bakkal Hayri’nin kızı Zehra gibi.

Ertesi yıl yaz tatilinin başından sonuna kadar Faruk Eczanesi'nde çıraklık yaptığı için, fırtına gibi esen Cimbom’un okul açılana kadar hiçbir golünü canlı izleyemedi. Okul açılıp iş hayatından kurtulunca yeni gözlükleriyle pırıl pırıl maçı izlemeye kahveye gitti Sezgin. Uzun süredir duman çekmediği için biraz carpilsa da dirayetli çocuktu. Kalabalık yüzünden ayakta kalan babasının yanında duran, yeşil kadife örtülü masanın üzerine çıkarak kül tabağı kıraathanesinde izlediği ilk maçta yenildiler. Yine gol yoktu. Sezgin’in totemini keşif süreci ise ise sonraki hafta 2-0 yenik duruma düştükleri Adana maçında, kırkıncı dakikada babası tarafından eve gönderilmesiyle başlar. O akşam, kahveden çıktığı anda verilen penaltıdan gelen ve ikinci yarı Sezgin evdeyken atılan iki gol  beraberliği getirmişti. Babası ve Yalçın Amca, o haftadan sonra maçlara Sezgin’i götürmeye pek istekli gözükmemeye başladılar. Yine de ara sıra rica minnet götürüldüğü maçlarda da Sezgin ne zaman maçı izlemese veya burnunu karıştıran amcalara baksa gol gelmesi, Sezgin için o dönem eğlenceli bir oyun halini almaya başladı. Tabii ortaokuldayken bu durumu biraz abartıp Uefa ve Süper Kupa’yı kazanmalarının sebebinin kendisi olduğunu düşünmeye başladığı zamanlar da olmadı değil. Hatta bu düşüncesini bir mektupla sevdiği takımın kaptanına da iletti Sezgin, ama cevap alamadı. Bir filmde denildiği gibi memleketin posta idaresi iyi çalışmıyor olabilirdi, sonra zaten hepsi özelleştirildi. Internet geldi mertlik bozuldu.

Yıllar boyunca Sezgin çok maç izledi; lise sonrası üniversite sınavına hazırlandığı dönemde deplasman maçlarına gitti. Arkadaşlarının evinde, kafelerde, meyhanelerde Cimbom maçlarını takip etti. Arkadaşlarına durumu anlattı. Üniversitedeyken bu totemi ile dalga geçenler oldu. Bir o kadar kişi de ciddiye alıp golün gelmediği maçlarda maçı izlememesi için yalvardı tabii. Ancak totem yanlış anlaşılmamalıydı. Golün gelmesi için Sezgin’in gözlerini kapatması gerekmiyordu. Sadece izlediği sürece gol göremiyordu. Bu hipotezi çürütme yanlısı bir grup mühendis adayı arkadaşı, Sezgin’in maç içinde özellikle ekrana bakıp golü gördüğü dakikaları yakalamaya çalıştılar. Hatta başardıklarını iddia bile ettiler. Ancak anlamadıkları bir şey vardı. Her bakmak görmek değildi.

Üç

Her uğur başka bir uğursuzluğun sonucudur.

İlkokul bitince Anadolu Lisesi’ni özellikle kazanmayan, böylece ortaokul ve liseyi  Avrupa’da; Küçükçekmece taraflarında tamamlayan Sezgin. Ankara’da harita ve kadastro bitirip devlet dairesinde memurluk yapan Sezgin. 34 yaşında ve iki erkek çocuk babası Sezgin. Zehra’nın kocası Sezgin. Yıllar önce top oynamaya tövbe eden, yıllardır gol izlememeyi totem edinen Sezgin’i geçen Cuma bir halı saha maçına rica minnet kaleci olarak çağırdılar.

Üç gün hazırlandı Sezgin halı saha maçına. İlk gün gözlüksüz düz koşulara başlayıp vazgeçti. İkinci gün ise düz koşulara son verip, eşi ve çocuklarıyla düz yürüyüş yaptı sahil kenarında. Üçüncü gün ise tüm fiziksel hazırlığı bırakıp, yatsı namazına gitti. Mental olarak da hazırlanmalıydı bu yüzden bol bol dua etti. Sonra eve gelip üzerine top geleceği vakitlerde gözlerini nasıl kapatmaması gerektiğini bile çalıştı defalarca. Maç günü evden çocukları ve eşi tarafından törenle uğurlanırken sokak kapısının karşısındaki komidinin hemen yukarısında duran Hagi’nin resmine selam vermeyi unutmadı. Dile kolay, 25 yıllık arkadaşı, haberi olmasa bile sırdaşı Hagi. Sahaya yarım saat önceden gidip ısındı. Maç başlamadan tüm oyuncularla tokalaşıp muhabbet etti. Kaleye geçti. Bir an direklere dokundu, tam yabancı kaleciler gibi haç çıkaracakken kendine gelip vazgeçti. Bismillah deyip maça başladı.

9 yaşından beri kendi takımının hiçbir golünü göremeyen Sezgin, maçın henüz 9. dakikasında üzerine gelen sert bir şutu kurtarmayı istedi. Yıllardan arta kalan alışkanlıkla gözlerini kapattı.

İnsanın bir uğurunun olması elbette güzeldir. Kimi insanlar dört yapraklı yoncanın, kimi renkli bir taşın, kimisi de paslı çivinin uğur getireceğine inanır. Ancak her uğurun varlığı, beraberinde bir uğursuzluğu da getiriyor olmalı. Sezgin 25 sene boyunca takımının maçını izlerken sahaya baktıkça gol olmadı, gol oldukça da hiçbirini göremedi. O gün de düzen bozulmadı. Sezgin gözlerini kapattığı vakit suratına çarpan top önce bilincini kaybetmesine sebep, sonra da gol oldu.

 
Toplam blog
: 63
: 1414
Kayıt tarihi
: 14.08.08
 
 

Hayat hikayemi fazla uzatmayacağım, çünkü hepimiz bir şekilde yolumuza kavuşuyoruz. Okuyan bir an..