Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

26 Kasım '18

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Trafiğe Takıldım

Trafiğe Takıldım
 

Soğuklar Gelmeden Güneşten Nasiplendim.


TRAFİK POLİSİ BENİ BAŞTAN SAVDI
 
Hafta sonu olan Cumartesi günü hava ne kadar güzeldi. “Sanki yaz geri geldi” dedirtti insanlara. Geri de bıraktığımız günlerde kışı haberdar eden soğuklar, daha odun- kömür alamamış olanları kara kara düşündürür olmuştu. Soğukların ses vermesiyle “Eyvah daha odun, kömür alınacak” telaşını yaşayanlar, Cumartesi günü kışı umursamadan güneşin altına serildiler adeta... 
 
Güneşli günde ben de vurdum- duymaz oldum. Kimsenin sıkıntısına kulak vermedim. Siyasetçileri hiç dinlemedim. Güneşimizden nasibimi alabildiğimce kapmaya gayret ettim.
 
Mimar Sinan Caminin önündeki yeşil alanda biraz dinlenmek adına bir banka oturdum. Evimden yürüyerek oralara kadar gelmiştim, bundan dolayı biraz yorulmuştum. Havada güzel olunca, bu alanda biraz dinleneyim ve kimseye çaktırmadan çevreyi bir kolaçan edeyim, diye düşünüyordum.
 
Bankların her birinde benim gibi düşünenler keyifle yayılmışlar. Sonbaharın son demlerinin tadını çıkarıyorlar. Ellerinde çekirdek torbaları, ağızları yarı açık, dişleri çekirdek çıtlatmakla meşgul…
 
Öylesine dalmışım, bu insanlara bakıyorum. Onlar benim bakışlarımın farkında değiller. Adeta ağızları birer tünel ve çekirdek vagonları hızla bu tünele giriyor ve kabukları aynı hızla tükürükle beraber yerlere saçılıyor. “O kadar yazarsın, çizersin uyarırsın; bu insanlar senin uyarını ip diye sallamazlar” diye kendi kendime söyleniyorum. 
 
Söylenmekle kalmayacağım, görüntüye dayanamayıp kalkıp çevreyi kirletmekten zevk alırcasına rahat hareket eden bu insanların yüzüne tepkimi haykıracağım. 
 
Kendimi zor tutuyorum. “Kırıcı olmadan nasıl uyarımı yapabilirim” diye sakinleşmeye çalışırken, küçük bir minibüs beliriyor burnumun dibinde. Ani bir refleksle ayaklarımı çekmesem, tekerlerin altında kalacak olan ayaklarım ezilecekti.
 
Aman Allah'ım insanlara ait bu sahada minibüsün ne işi olabilirdi. Hızla etrafımdan dönüş yapan minibüsün önüne, aynı hızla kendimi attım. Şoför çok şükürler olsun beni çiğnemeyi değil, durmayı tercih etti. Nasıl fren yaptıysa artık, aniden durdu, bana baktı.
 
Bir anda minibüsün şoförüyle göz göze geldik. Ben yedikleri çekirdek kabuklarını ağızlarından çevreye gelişi güzel püskürten insanlara olan öfkemi de şoförden alırcasına “Kardeşim senin burada ne işin var. Akşamdan kalma filan mısın” diyerek açtım bayramlık ağzımı, artık geriden ne gelirse söylüyorum. 
 
Şoför bu söylediklerimi dinlemiyor bile, “Ne yani senin keyfin için serviste mi yapamayacağız” diyor. 
 
Şoförün ağzı benden kalabalık, bir küfür etmediği kaldı. O da kendinin haklı olduğunu vurgulamak için, benim o anki sinirimden anlamadığım bir şeyler daha söyleyerek, geldiği hızla altındaki arabayı kaldırımdan aşırıp caminin yanındaki sokağa daldı. 
 
Herkesin gözü önünde vuku bulan bu duruma kimsenin duyarlılık gösterdiği yok. İnsanlar “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düsturun da habire çekirdek çıtlatıyorlar. 
 
Bende bu çevreden uzaklaşıp soluğu Mimar Sinan caddesinde aldım. Yanımda telefonum olmadığından, niyetim emniyete giderek trafik şubesini durumdan haberdar etmek.
 
Şansıma bir motorize trafik polisi karşıma çıktı, yanımdan geçiyordu.
El ettim, durmadı. Kaygısızca geçip gitti.
 
Biraz ilerde, kır saçlı, orta yaşlı bir trafik polisi gördüm. Caddenin trafik akışını idare etmek için oraya görevlendirilmiş bu trafik polisine el sallamaya başladım. Araçların yoğun akışından trafiğe takılmıştım, fırsat bulup polis memurunun yanına gidemiyorum zira. 
 
Trafikçi memur o anda ne araçların akışıyla, ne de kıyıdan kenardan geçmeye çalışan, yürümekte mağduriyet yaşayan yayaların mahzun bakışıyla ilgili. Bir tanıdığını görmüş, ayaküstü konuşuyor. Üstelik tam da yolun ortasındalar. Bu yüzden de trafik daha bir ağır aksamakta. 
 
Baktım olacak gibi değil, el sallamalarım kâfi gelmiyor. Üstelik bu el sallayışlarım polisin olmasa da başkalarının dikkatini çekiyor. “Bu kadın kime el sallıyor acaba” dercesine sinsi düşüncelerle pis bakışlar üzerime çevrilmeye başlayınca, daha bir yüksek sesle: “Memur bey, Hu. Polis Bey! Polis Amca!” diye bağırmaya başladım. 
 
Üçüncü bağırışım da sesim duyuldu ve yaşı benden küçük olduğu her halinden belli olan trafikçi polis, konuşmasını bölmeme kızmış gibi bir yüz ifadesiyle  gel işaretiyle beni yanına çağırdı. 
Ben onun el işaretini hemen görmüş olarak caddenin ortasına daldım. Artık kimse kafa tutamaz bana, polisin güvencesindeyim, düşüncesiyle içim biraz rahat. Polis bir eliyle bana işaret ederek yanına çağırırken, öteki eliyle de trafiği ayarlamaya başlamıştı. Zaten kendisi orada öyle korkuluk gibi dikilmese trafik kendi bildiğince salla pati geçecekti...
 
Onca kalabalığa rağmen kimsenin üzerime araba sürmediği bir rahat durumdayım. Trafiğin tam göbeğindeyim, ama gayet sakinim, telaşsızım. Araç ve insan trafiğinin en işlek olduğu caddenin tam ortasında takılmış haldeyim, trafikle ilgilinin gözü önündeyim. Korkmuyorum araç kalabalığından, kazalara karşı emniyetteyim sanki. Bu rehavetle, derdimi ummana dökercesine anlatıyorum. 
 
Trafik polisi beni bir güzel dinledi. Sonra da “Aracın plakasını aldın mı?” diye sordu. 
Ben: "O anda aracın yayaların ortasına dalacağını nereden bileyim, o şaşkınlıkla plakayı almadım. Ama minibüsün her yerinde büyük harflerle Falanca Kargo yazıyordu” dedim.
 
Trafik polisi gülümseyerek yüzüme baktı ve “ Plakayı alsaydın seni zabıtaya gönderecektim. O tür işlere zabıta bakıyor,” dedi. Şaşkınlığım iki kat artmış olarak “Nasıl yani?” dedim.
 
Polis sakince izah etti. “Oraları yeşil alan ya, dolayısıyla zabıtanın denetiminde, oraya giren araçları da zabıta kontrol ediyor” dedi.
 
“Ama ben ezilmek üzereydim memur bey, araç hızla ayaklarımın dibinden geçti. Şu anda ağır yaralı olarak hastanede olabilirdim; belki yere düşer başımı taşa vurabilir, ölebilirdim” dedim.
 
Polis Efendi gayet rahat “O kadarda abartmayın, bir şey olmamış işte. Şayet  ezilseydiniz, ölseydiniz durum değişirdi. O zaman biz olayı takibe alırdık,” diyerek,  “Bu durumda zabıtaya gitmen gerekiyor” direktifini verdi, beni başından savdı.
 
Tam bu arada yanımda olduğunu ve bizi dikkatle dinlediğini fark etmediğim bir vatandaş, polis memurunun başını az önce konuştuğu arkadaşına çevirmesiyle, o da usul sesle benimle konuşmaya başladı. 
 
“Polislerin çalışma alanları farklılaştırılmış. Bende yazın bir inşaatın önünden geçerken başıma kiremit düşmesi neticesinde ölüm tehlikesi atlatmıştım. Yolda gördüğüm bir polis memuruna: ‘Şu inşaatçıları bir ikaz edin, tedbir alsınlar. Az kalsın ölecektim’ dedim. 
Polis bana: ‘Ölseydin gerekeni yapardık, zabıtaya git şikâyet et” cevabını verdi. 
İnsan canı bizim ülkemizde önemsiz kardeş, sen ezilmediğin için Allah'a şükret, en büyük emniyetçi o” dedi. 
 
Polisin "Yoldan çekilin" uyarısıyla şahıs yanımdan uzaklaştı. Ben de aynı şekilde karşı kaldırıma geçerken hiç tanımadığım adamın sözlerini doğru bulup, ağzımda bin bir dua ile zabıtanın değil, evimin yolunu tuttum. Niye derseniz, eminim zabıta da baştan savıcı bir bahane bulacaktı. Esirgeyen, koruyan Allah'a şükretmek en doğrusu olacaktı.
 
Ayfer AYTAÇ - ayferaytac.com
 
 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..