- Kategori
- Güncel
Türk Diasporası

Diaspora
Geçtiğimiz günlerde İstanbul, 'Dünya Türk Girişimciler Kurultayı'na evsahipliği yaptı. Yurtdışında kurulu Türk derneklerinden 2200 kişi, İstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda buluştular.
TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu'nun açıklamasına göre, dünyanın değişik üniversitelerinde 130 bin Türk öğrencisi öğrenim görüyor ayrıca da sadece Avrupa'da Türkler tarafından kurulmuş 140 bin işletme, 337 bin kişilik istihdam yaratıyor ve yıllık da 50 milyar € ciro yapıyormuş.
Hisarcıklıoğlu, ''Diliyle, kültürüyle, gelenekleriyle, inançlarıyla varolan, ayakta duran ve yaşadığı ülkeye her yönden önemli katkılar yapan bir Türk toplumu görmek istiyoruz'' diyor ki, kimsenin buna söyleyecek bir sözü olamaz.
Ne var ki bu gurur tablosunun ardından Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın, ''Sizler bulunduğunuz ülkenin vatandaşlığına geçerek, o ülkenin tüm siyaset ve ticaret kanallarında, o ülkelerde hesap soran ve oy veren konumunda olacaksınız'' demesi ve sonra da ''Hiçbir zaman asimile olmayacaksınız, dilinizi ve dininizi asla unutmayacaksınız'' diye eklemesinin, kimi katılımcıları şaşırtmadığını söylemek mümkün değil.
Bu kurultayda, yurtdışında çalışarak hayatına devam eden Türklerin sayısının da 6 milyona ulaştığını öğreniyoruz öğrenmesine de bunu ''Türk Diasporası 6 milyon'' diye dillendirince bu sefer de ciddi ciddi ''Bir dakika neler oluyor?'' demeye başlıyor insan.
Yurtdışına gitmeyi 'tercih eden' vatandaşlarımızın, mutlaka birbirlerinden farklı sebepleri vardır. Muhtemelen büyük çoğunluğu iş bulmak, iş kurmak yani ekonomik sebeplerle bu yolculuğa çıkmışlardır. İş ve aş'ın ardından eş, yani yabancılarla evlilikler sonucu yurtdışında yaşamayı tercih edenler, maceraseverler, profesyonel yöneticiler, eğitim, zorunlu kaçışlar...
Sebep ne olursa olsun kişisel kanım, 'memleket'te iyi gitmediği düşünülen bir şeyler, insanlarımızı öyle ya da böyle 'gurbet'e gitmeye zorunlu bırakmıştır.
Şimdi memleketlerinin temsilcileri olmaları istenen bu insanların, ekonomik ayrılıklarını bir 'zorla ayrılış' olarak kabul edebilir miyiz? Yani siyasal olarak bir kaçış yoksa, kanımca bu ayrılık bir 'zorlama' değildir. Zorla ve zorunlu sözcüklerini durumu değerlendirirken karıştırmamaya özen göstermemiz gerekir. Bunu neden sorguluyorum? Çünkü, diasporanın olabilmesi için gerekli 3 temel koşuldan biri de ''O toplumun anavatanlarından zorla çıkartılmış olmaları''dır. Diğer iki koşul da 'O toplumun bir anavatanının olması' ve 'O toplumun bireylerinde, vatan ve kimlik bilincinin olması'dır.
Kimse ne Almanya'ya ne de dünyanın herhangi bir yerine Türkleri 'zorla' sürmemiştir, bunun böyle olduğunu düşünmek bile saçmadır. Artık biraz da 'Körlerin fili tarifi ' gibi, herkesin kendi kafasına göre tarif ettiği 'diaspora' malum Yunanca dağılma, dağılım'dan gelmektedir ve Babil sürgünü ile dünyaya dağılmış Museviler nedeniyle bir dinsellik vurgusunu da içermektedir. Musevi diasporası, Musevilerin dinlerini yaymak için dünyaya dağılmalarını ve bir gün hepsinin vadedilmiş topraklara yani İsrail'e döneceği vaadini de kapsar.
Diaspora,kendi vatanından uzakta yaşayan ve içinde yaşadıkları kültürden farklılık gösteren, etnik azınlık sayılan insanlar topluluğunu tanımlarken, kullanılan asimile olmamanın ya da en azından bütünüyle özünü unutmamış olmanın gereğine de dikkat çekilir.
İki kültürün birarada yaşamasının en kötü biçimi 'asimilasyon'dur ki, bir kültür diğerini direkt olarak yok sayar ve tek yönlü olarak diğerinden uyum bekler. Adaptasyonda ise, yine bir şekilde bir asimilasyon mevcuttur. Hatta adaptasyonu belki de gönüllü asimilasyon diye bile tanımlamak olasıdır. Entegrasyon sözcüğü ise ortak amaçla iki farklı yapının biraraya gelmesidir ki herkes bu birlikte, kendi değerlerini korumaya devam ederler. Ortaklık, en ideal yaşam şekli olarak da adlandırılabilir. Taraflar en başından rolünü ve haklarını bilir, anlaşma yazıya dökülür ve yasalar herkesi sözleşme sürecince koruma altına alır. Vatandaşlığı bu şekilde okursak bir ortaklık sözleşmesi olarak algılayabiliriz.
Kültürlerin bu karşılıklı etkileşimleri, insan ilişkileri ile kıyaslandığında çok uzun süreler gerektirir. Yüzlerce yıldır Anadolu farklı kültürlerin beşiği olmuştur. Hiçbir kültür buhar olup havaya uçmadığına göre, hiç bir ırk da biranda ortadan kalkmaz. Süreç, 'ortak kültürü' zamana yayar. Çevre koşulları sürekli değiştiği sürece ki göçlerden dolayı aksini düşünmek olası bile değildir, kültür de değişir. Bu değişim kimi zaman, asimilasyon, kimi zaman adaptasyon, bazen entegrasyon şeklinde görülür. Anlık değil de, yüzlerce yıllık bölümler incelendiğinde ise kimi zaman bir kültürün bir yanı baskın gelmiş ve kalıcı olmuşken, diğer taraftan da başka bir kültürün bir noktada kalıcı olabildiği görülebilir.
Söylemeye çalıştığım, tarihin akışını masa başında belirlemek, insanlara yapacaklarını göstermek nafile çabalardır. Kültür, mutlaka insan topluluklarının etkileşimiyle ve ancak bir sürecin sonucunda ortaya çıkar ki 'zorla' kültür devrimi olmadığını dünyada hiç kimse bilmiyorsa biz henüz tarihin çok eski sayfalarında kalmayan Cumhuriyet Kültür Devrimi'nden biliyor olmalıyız.
Yurt dışında yaşayan, çalışan insanların, insanlarımızın Almanya hariç henüz gruplar halinde yaşadıkları 'getto'larının bile mevcut olduğunu düşünmüyorum. Zaten olmaması da gerekir ve belki de bu 'başarı'nın nedenlerinden birisi de içine kapanmamaktır.
Gidilen ülkeye ''Asimile olmayacağım'' diyerek, uymamaya çalışmak, ayak diremek, o kültüre saygı duyulmadığı şeklinde bir algıya yol açacağından, iş hayatında da başarısızlık getirebilir. Çayın içine atılmış bir şekerin erimemesi mümkün müdür? Çayın içinde erirken, çaya da tat vereceği için aslında siz değişiyormuş gibi görünseniz de bütünü de değiştirdiğinizi bilmeniz gerekir.
Son olarak da 'Diaspora'dan yola çıkıp, o güzel insanlarımızı para kaynağı olarak gören manşetler atan ve 'Diaspara' diyen basına da ''Hadi ordan 'Diasparagas'lar'' demek geliyor içimden. Ne 'para' gelsin diye insanımıza 'gaz' verip kafalarını karıştıralım, ne de olmadık 'asparagas' misyonlar yükleyelim sırtlarına.