Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ocak '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Türk’üm ama...

Türk’üm ama...
 

Bundan yüz elli yıl önce Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşasanız ve bir gün “ben Türk’üm” diye ortaya çıksanız herkes size şaşkınlıkla bakacak ve “ne demek istiyor bu adam?” diyecekti. Padişah, bu sözünüzden dolayı herhangi bir paye vermeyecek, aksine “tebaam arasında nifak çıkarmaya çalışıyor” diye belki de zindana attıracaktı sizi. Hatta bazı Osmanlı ileri gelenleri tarafından “Etrak-ı bî-idrak” olarak nitelendirilecektiniz. O zaman “Müslüman Milleti”nden olmanız önemliydi. Etnik kökeninizin Türk, Arap, Kürt, Arnavut, Boşnak ya da Çerkes olması size hiçbir avantaj sağlamayacaktı, Müslüman olmanız yeterliydi.

“Ben Türk’üm” demenizin Türk kökenliler arasında bile kıymet-i harbiyesi bulunmayacaktı. Hangi aşirete mensup olduğunuz daha belirleyiciydi. Avşar mı, Barak mı, Sarıkeçili mi, Karakeçili mi, Çepni mi ya da başka bir Türkmen aşiretine mi?..

1930’lu yılların sonlarında ve '40'ların başında Almanya’da Yahudi olduğunuzu vurgulamanız da pek akıl kârı olmayacaktı. Gestapo hemen peşinize düşecek ve bir toplama kampının gaz odasına yollanacaktınız. Aynı şekilde İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde göğsünüzü gere gere bir Alman olduğunuzu söyleyemezdiniz dünyanın hiçbir yerinde. Hem bir soykırımın utancını, hem de ağır bir yenilginin acısını yaşayacaktınız.

Her insan istese de istemese de bir etnisiteye mensup olarak dünyaya gelir. Bunun için ne kendisi ne de anne-babası herhangi bir çaba harcamamıştır. Hiçbir beceri ya da irade gücü gerektirmez. Bunu siz de belirleyemezsiniz. Hangi ülkede, hangi şehirde, ne zaman, hangi koşullarda dünyaya geleceğinizi belirleyemediğiniz gibi... Bir Türk, bir Alman, Arap, Çinli vs vs olarak doğmanız size herhangi bir üstünlük de sağlamaz. Belki atalarınızın kafalarını ve kollarını ne kadar çok çalıştırıp size ne kadar iyi bir miras bırakabildiklerine bakıp övünebilirsiniz bir ölçüde. Mesela bu açıdan bakıldığında tıkır tıkır işleyen sosyoekonomik sistemleriyle, kişi başına otuz bin dolarlık gelirleriyle İsviçrelilerin atalarıyla övünmeleri biraz anlaşılabilir.

Ne kadar refah içindeysen o kadar övünebilirsin. Ne kadar çok üretebiliyorsan o kadar övünebilirsin. Ne kadar seviliyorsan o kadar övünebilirsin. İnsanlığa bilimsel açıdan ne kadar çok katkıda bulunabiliyorsan o kadar övünebilirsin.

Oysa Türk’üm, ama açım;
Türk’üm, ama işsizim;
Türk’üm, ama evim bir yılda üç kere soyuldu;
Türk’üm, ama çantamı kaptırmadan iki adım yürüyemiyorum;
Türk’üm, ama vergi kaçırmayı en doğal hakkım olarak görüyorum;
Türk’üm, ama rüşvet verir, rüşvet alırım;
Türk’üm, ama Avrupa kapılarını açsa burada bir gün durmam;
Türk’üm, ama keyif için sağa sola ateş açar başka bir Türk’ü öldürmekten çekinmem;
Türk’üm, ama hayatımda bir tek kitabı bile sonuna kadar okuyup bitiremedim;
Türk’üm, ama vatandaşlarımın ortalama eğitim süresi üç yıldır;
Türk’üm, ama dünyanın en adaletsiz gelir dağılımı oranına sahibim...

Bu listeyi uzatmak o kadar kolay ki, ne blog yeter, ne kalem ne klavye, ne de elektrik...

Bunları sadece kendimiz için söylemiyorum. Dünyadaki bütün ulusal aidiyetlerin benzer çıkmazları vardır. Zaten ulusal aidiyeti herşeyin önüne koymak en büyük çıkmazın ta kendisidir. Birinin çıkıp her fırsatta ulusal kökeniyle övünmesi aslında onun başka hiçbir niteliğe sahip olmadığının göstergesi olabilir.

İnsanlık var oldukça bireyler birtakım aidiyetlere mensup olarak dünyaya gelecektir. Nasıl ki tarihte kimse kimsenin etnik kökenini dikkate almayıp, dinini, şehrini ya da aşiretini belirleyici nitelik olarak görüyorsa gelecekte de başka aidiyetler ortaya çıkacak ya da şimdi var olan bazı nitelikler daha önemli hale gelecektir. İddia ediyorum; bundan elli - altmış yıl sonra hangi ulusa mensup olduğunuz değil, hangi meslekte çalıştığınız, hangi becerilere sahip olduğunuz, hangi teknolojileri kullanabildiğiniz daha belirleyici olacaktır hayatınızda...

Herşey değişir, aidiyetler de... Ancak biraz yavaş, biraz daha fark ettirmeden... Aidiyetler söz konusu olduğu zaman kimse kimseden üstün değildir. Herhangi bir milletten olmak ne utanılacak ne de övünme payı çıkarılacak bir şeydir. Türk ya da İtalyan olmamız dünyanın geri kalanına, konuştuğumuz dil, yaşadığımız coğrafya, tarihimiz, ekonomik sistemimiz veya kimi reflekslerimiz gibi niteliklerimiz hakkında bir fikir verebilir. Ama sadece o kadar, fazlası değil... Biz Türk’üz diye topraklarımız kendiliğinden ürün vermez, onu bizim sürüp ekmemiz gerekir. Tanrı her Türk’ün kapısına sabahları o günkü yemeğini bırakmaz, rızkımızı kendimizin çalışıp kazanmamız gerekir.

Bunlara niçin değinmek zorunda kaldığımı sanırım tahmin etmişsinizdir: Bazı kişi ve kesimlerin Hrant Dink’in katledilmesinden sonra atılan, “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeniyiz” sloganından bu derecede alınmasını anlayamadım. Bir vatandaşımızın vahşice öldürülmesine tepkisini bu sloganla dile getirenleri suçlayıp, bu adi cinayet hakkında ağızlarını açtıklarında sadece bu sloganla ilgili bir şeyler söyleyenleri anlayamadım. Onların, bu slogana katılanların ne isimlerini ne de etnik kökenlerini unutmadıklarını, sadece saldırıya uğrayan bir vatandaşımıza sahip çıkmalarını kabullenememelerini anlayamadım. Aslında çok iyi anlıyorum da vicdanım yine de anlamak istemiyor...

Not bir: Siyaset dünyamızın efendi, entelektüel ve çok saygıdeğer ismi İsmail Cem İpekçi’ye Allahtan rahmet, kalanlarına başsağlığı ve sabır diliyorum.

Not iki: Yine bir Ocak ayında hain bir saldırıyla hayatını kaybeden Uğur Mumcu, Gaffar Okkan ve yanındaki polislerimizi saygıyla anıyor ve tekrar rahmet diliyorum.

Not üç: Herkesin bugünkü Milliyet’in “Bir Zihniyet İklimini Değiştirmek” başlıklı başyazısını okuması ve üzerinde düşünmesini diliyorum. http://www.milliyet.com.tr/2007/01/25/guncel/gun00.html

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..