Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Adem Güngör/FETHİYE KÜLTÜR ETKİNLİKLERİ

http://blog.milliyet.com.tr/ademgungor

10 Mayıs '10

 
Kategori
Anneler Günü
 

Türkiye'de anne olmanın zorlukları

Türkiye'de anne olmanın zorlukları
 

Türkiye'de Anne Olmanın,Zorlukları


Anneler günü. Biz de Sarallar olarak annelerimize, Türkiye’de anne olmanın, kadın olmanın zorluklarını bir kez daha gözler önüne sererek, biraz buruk da olsa bir hediye vermek istedik…

AKP, Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde kadın istihdamını öne çıkarmaya, Meclis’teki Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ile iki cinsiyet arasında toplumsal denge kurmaya çalışsa da, Türkiye toplumunda kadının durumu konusunda bir ilerlemeden söz etmek mümkün değil. Kadınlar, toplumun, hak gasplarını en sık yaşayan ve en ağır yükümlülüklerle hayatını idame ettirmeye çalışan kısmını oluşturuyor.

Kadın evde otursun, çocuk baksın

Ev işleri ve çocuk bakımının tamamen kadının omuzlarında olduğu ülkemizde yasalar, kadınların hayatını kolaylaştırmak yerine kadının annelik sorumluluğunu bile görmezden geliyor. Kadınlarımıza “En az üç çocuk doğurun” diye buyuran Başbakan’ın bu çocukların nasıl büyütüleceği konusunda bir önerisi bulunmuyor.

Kamu hizmetlerinden vazgeçilmesi, devletin eşitliği sağlama yükümlülüğünü fiilen ortadan kaldırıyor. Hasta, yaşlı, engelli ve çocuk bakımı hizmetlerinin yetersizliği, bu sorumlulukları da kadınların omuzlarına yüklüyor ve kadın istihdamını azaltıyor. Toplumsal bir yükümlülük olan çocuk bakımı, devletin de çocuklara karşı sorumluluğu olduğu görmezden gelinerek yalnızca annenin sorumluluğuymuş gibi gösteriliyor. Kadınların yüzde 62’si, çalışamamalarının nedeninin çocuk bakma zorunluluğu olduğunu belirtiyor.

Ev işleri kadından sorulur

Ipsos KMG’nin bir araştırmasına göre, Türkiye’deki ev kadınlarının yüzde 96, 2’si ev işlerini bir yardımcı olmadan tek başına yapıyor. Geçtiğimiz yıl İngiltere’de bir sigorta şirketi tarafından yapılan bir araştırma, kadınların ev işleri ve çocuk bakımı için haftada ortalama 74 saat vakit harcadıklarını, bu değerin ev kadınları için 82 saat, dışarıda tam zamanlı çalışan bir kadın için ise 55 saat olduğunu ortaya koyuyor. Kadınların çocuk bakımına ayırdıkları ortalama sürenin haftada 33 saat olduğu belirtiliyor.

Eğitim-Sen’in "Hayat Bilgisi Ders Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet Araştırması" başlıklı raporuna göre, ilköğretim birinci kademe seviyesindeki öğrencilere, Hayat Bilgisi kitaplarında, resim ve metinler yoluyla ev işleri annenin sorumluluğunda gibi gösterilirken, çalışan kadınlar da genellikle anneliğin ve ev kadınlığının devamı sayılan öğretmenlik, hemşirelik, hasta bakıcılığı gibi mesleklerde resmediliyor. Ev işlerinde babanın rolünden ise bahsedilmiyor.

Yargıtay da ev işlerinin kadının sorumluluğunda olduğunu onaylar kararlara imza atıyor. Hatırlanacağı üzere, Yargıtay, açılan bir dava sonucunda, boşanan erkeğin ev işlerinden mahrum kalacağı gerekçesiyle kadından tazminat alabileceğini kararlaştırmıştı. Kararda, “Koca; kendi kusuruyla yol açmadığı boşanma yüzünden, evlilik düzeni bozulmuş, en azından evin bakımı, temizliği gibi kadının ev işlerine emeğiyle sağladığı katkıdan yoksun kalmıştır. Koca, bozulan bu düzenini ilerde yeniden kurmak ve elde etmek için maddi külfet yapmak zorunda kalacaktır. (…) Bu bakımdan, maddi tazminatın koşulları oluşmuştur” denilmiş, böylece ev işlerini kadının sorumluluğu olarak gören anlayış yargı tarafından da tescillenmişti.

Yasalar anneliğe saygı duymuyor

2008 yılında AKP iktidarı tarafından, sosyal güvenlik uzmanlarının karşı çıkışlarına ve binlerce kişilik protestolara rağmen yürürlüğe konan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) yasası en çok kadınlara, annelere zarar veriyor.

5510 Sayılı SSGSS Kanun Tasarısı’nın 16. Maddesi’nde sigortalı kadın veya sigortalı olmayan karısının doğum yapması nedeniyle sigortalı erkeğe, doğumdan sonraki altı ay süresince her ay doğum tarihinde geçerli olan asgari ücretin üçte biri tutarında yani aylık 195 TL emzirme ödeneği verilmesi öngörülmüşken, bu hükmün daha uygulanmadan ortadan kaldırılması bunun bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Hükümetin önce bu miktarı asgari ücretin onda birine indirmek istediği, son olarak ise emzirme ödeneğinden yararlanmak için son bir yıl içinde en az 120 gün prim ödeme koşulu getirdiği ve altı ay yerine bir defaya mahsus olmak üzere 195 TL emzirme yardımı verilmesini kararlaştırdığı biliniyor.

Annelere destek değil köstek oluyorlar

SSGSS’nin 74. Maddesi’ne göre kadın işçilere doğumdan önce sekiz ve doğumdan sonra sekiz hafta olmak üzere toplam on altı haftalık süreyle, çoğul gebelik halinde doğumdan önce on hafta, doğumdan sonra sekiz haftalık süreyle doğum izni veriliyor. Bir yaşından küçük çocuk sahibi kadınların ise çocuklarını emzirmeleri için günde toplam bir buçuk saat süt izni var. Bu sürenin hangi saatler arasında ve kaça bölünerek kullanılacağını işçinin kendisi belirliyor. Ancak bu hükümlere aykırı olarak, doğumdan önceki ve sonraki sürelerde gebe veya doğum yapmış kadınları çalıştıran veya ücretsiz izin vermeyen işveren veya işveren vekiline beş yüz lira para cezası verilmesi öngörülüyor. Para cezasının çok yüksek olmaması cezanın caydırıcılığını azaltıyor. Birçok işyerinin hamile kadınları son iki haftaya kadar çalıştırdığı ve süt izni verme konusunda toleranslı davranmadığı biliniyor.

Ayrıca mevcut İş Yasası’na göre, iş erlerinde emzirme odası açma 100, kreş açma 150’den fazla kadın işçi çalıştırılması şartına bağlı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yaptığı açıklamalarda defalarca, bu durumun işveren üzerinde yarattığı olumsuz sonuçların altını çiziyor. Böylelikle çalışan annelere “başınızın çaresine bakın” deniliyor. Çok büyük ölçekli bir işletme olmadığı takdirde, işveren kreş açmayı tercih etmediğinden, kadın işçi sayısını 150’nin altında tutuyor. Bu oranın kadın ve erkek işçi sayısına göre hesaplanmaması da kadın istihdamını etkiliyor. Kreş açmayan işyerlerinin 0-5 yaş çocukları için özel kreşlerle anlaşarak hizmet satın alması öngörülüyor.

Kanun tasarısında kadın istihdamını teşvik için düşünülen çalışan annelere kreş parası yardımı ise uygulamaya konmadan kaldırıldı.

Tüm bunların etkisiyle, AKP iktidarı süresince, çalışan 52 bin 400 kadın işten ayrılıp ev hanımı olarak hayatına devam etmeye başladı.

Anne olmayı istemek de yasak

Kadınlar işyerlerinde de ayrımcılığa uğruyor. Büyük ve çokuluslu şirketlerden küçük atölyelere kadar, üretimin her aşamasında, kadın, gebelik ve hastalık mazeretlerinin fazla olacağı öngörüsüyle işe alınırken ikinci planda tutuluyor. Türk Ceza Kanunu’nda cinsiyet temelli ayrımcılık yasaklanmasına rağmen kadının işe cinsi ayrımcılık sebebiyle alınmadığı kanıtlanamayacağından karar yine işverenin oluyor.

İş görüşmelerinde kadınlara evli olup olmadığı, evli ise anne olmayı isteyip istemediği soruluyor. Çünkü anne adayı her kadın, potansiyel bir zarar kapısı olarak görülüyor. Bazı fabrikalar kadın işçilerine sıra ile hamile kalma izni veriyor. Hamile kadınları başka zorluklar da bekliyor. Sağlık koşullarına uygun çalıştırılmayan, tuvalete gitmesine bile sınır konularak yoğun iş temposunda çalıştırılan kadınlar sağlıklı bir bebek dünyaya getirmek için uğraş veriyor. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre yılda yaklaşık 2500 kadın anne olmak isterken hayatını kaybediyor. 2005 yılında yürütülen “Ulusal Anne Ölümleri Araştırması” kapsamında, 53 ilde anne ölüm nedenlerine yönelik yapılan araştırma, 5 anne ölümünden 4’ünün önlenebilir nedenlere bağlı meydana geldiğini, bunun anne adaylarının temel sağlık hizmetlerinden yararlanamamasından kaynaklandığını gösteriyor.

Çalışma ortamlarında yaygın olan erkek egemen kültür kadına kimi zaman sözlü, kimi zaman fiziki taciz olarak yansıyor. Bazı işyerlerinde kadınlar eşit işi yaptıkları erkeklerden daha az ücret alıyor. Şirketlerin yönetici kadrolarında olduğu kadar sendikalar ve meslek odalarında da erkekler çoğunlukta oluyor. Kadınların üstüne yığılmış ev işi, çocuk bakımı gibi sorumluluklar sendikal örgütlenmelere ve diğer sosyal faaliyetlere engel oluyor. Üstelik bu koşullar altında çalışmaya mahkum edilen kadınların 58 yaşında emekli olmaları öngörülüyor.

Kadınlar zor koşullarda, sigortasız çalıştırılıyor

Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü verilerine göre, erkeklerin işgücüne katılım oranı yüzde 60, 7 iken bu oran kadınlarda yüzde 24.5’te kalıyor. Çalışan kadınların yüzde 57, 2’si tarım sektöründe ve bunların yüzde 50’si de ücretsiz aile işçisi konumunda çalışıyor. Kırsalda çalışan 100 kadından 84’ü tarım kesiminde ve bunların yüzde 77’si herhangi bir ücret almaksızın aile işçisi olarak çalışıyor.

İstihdamda yer alan 100 kadından 58’i herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kayıtlı olmaksızın çalışıyor. Ücretli veya yevmiyeli çalışan kadınların yüzde 26, 6’sı, işveren kadınların yüzde 33, 8’i, kendi hesabına çalışan kadınların yüzde 90, 7’si sigortasız çalışıyor.

Yasalar gereği kadınların ağır işlerde çalıştırılmalarının tam hükümle yasak olmasına rağmen, Ağır ve Tehlikeli İşler Yönetmeliği kapsamında değerlendirilen iplik dokuma ve giyim üretim sektöründe çalışanların yaklaşık yüzde 70’ini kadınlar oluşturuyor.

Social Watch örgütü tarafından 2008 yılında ''eğitim, ekonomik faaliyet ve güçlenme'' kriterleri dikkate alınarak yayımlanan ''Toplumsal Cinsiyet Eşitliği İndeksi''ne göre Türkiye 139. Sırada bulunuyor.

Genel ve yerel yönetimlerde kadının adı yok

Kadın sosyal sorumluluklarının altında ezilmiş bir şekilde yaşamaya mahkum edildiğinden, eğitim faaliyetlerinden yoksun bırakıldığından, genel ve yerel yönetim kadrolarında neredeyse hiç kadın bulunmuyor. Kadınların yüzde 19.4’ünün okuma yazma bilmediği ülkemizde milletvekillerinin yalnızca yüzde 9’u kadın. Bakanlar Kurulu’nda sadece 2 kadın bakan bulunuyor. 2009 yerel seçimlerinde, Türkiye genelinde seçilen toplam 2.948 belediye başkanının sadece 27 tanesi yani yüzde 0.9’u kadın. Bu kadınlardan ise sadece iki tanesi il belediye başkanı olmuş. 31.790 Belediye Meclis üyesinin ise 1.340 tanesini yani yüzde 0.4’ünü kadınlar oluşturuyor. Ülkemizde kadın vali ve müsteşar bulunmuyor.

Kadınlar şiddet mağduru

Hatırlanabileceği gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’yi, “aile içi şiddeti cezalandıracak etkili bir sistem oluşturma ve kurbanları koruyacak yeterli güvenlik koşullarını sağlama konusunda başarısız olduğu” gerekçesiyle uyarmıştı. Kararda, kadınları hedef alan aile içi şiddetin yargının pasif tavrı nedeniyle yaygınlaştığı vurgulanmıştı.

2009 yılında gerçekleştirilen Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması sonuçlarına göre, her 10 kadından 4’ü eşi ya da beraber olduğu kişi tarafından fiziksel şiddete uğruyor. Bu vakaların yarıdan fazlasının “ağır şiddet” olarak tanımlanan “vurma, tekmeleme, boğazını sıkma, bıçak ya da silah kullanma” şeklinde gerçekleştiği bildiriliyor.

Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün verilerine göre Türkiye’de, 15-19 yaşları arasındaki şiddete uğrayan kadınların yüzde 63’ü kendilerine yönelik şiddetin haklı bir nedeni olduğunu düşünüyor.

Şiddet mağdurunu devlet de korumuyor

Türkiye’de şiddet mağduru kadınların başvurabilecekleri sığınma evi sayısının ülke genelinde 27 tane olduğu bildiriliyor. Bu kurumlardan 14 tanesi Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, diğerleri yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları bünyesinde hizmet veriyor. Ancak, uzmanlar ülke nüfusu göz önüne alındığında yaklaşık 3 bin sığınma evinin gerekli olduğuna işaret ediyor. Ayrıca, şiddete uğrayan kadınların büyük çoğunluğunun öncelikle karakola başvurduğu, ancak çoğu durumda polislerin kadına yönelik şiddeti “haklı” ya da “olağan” bulan yaklaşımları nedeniyle, kadınları şikâyetlerini geri almaya ve evlerine dönmeye ikna etmeye yöneldikleri pek çok raporda vurgulanıyor.

Kendisine şiddet uygulayan eşinden korunmak için defalarca devlet kurumlarına başvuran, boşandığı halde eski eşinin şiddetinden kurtulamadığı için savcılıktan korunma talep eden Zübeyde Yıldız’ın eski eşi tarafından öldürülmesi, devletin kadın yurttaşlarının yaşam haklarını korumadığını en açık örneği olarak önümüzde duruyor.

Töre cinayetlerinde iki kat artış

Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’nın 2008 yılında hazırladığı “Töre ve Namus Cinayetleri” raporu, töre ve namus cinayetlerine kurban gidenlerin sayısının son beş yılda patlama yaparak 1100’ü aştığını ortaya koyuyor. Uzmanlar, AKP hükümeti ile yükselen gericilik ve muhafazakarlaşmanın, özellikle medya üzerinden üretilerek yaygınlık kazandığına işaret edilerek, namus cinayetlerindeki önemli yükselişte, bizzat AKP’nin rolü olduğunu belirtiyor.

 
Toplam blog
: 320
: 1741
Kayıt tarihi
: 16.04.09
 
 

Muğla Fethiye doğumluyum. Sanat okulu elektrik bölümü mezunuyum. Tarih ve Kültüre çok önem veriyo..