Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ocak '21

 
Kategori
Siyaset
 

Türkiye'de Halk Ve Vatandaş-1

Halk Plajlara Hücum Etti, Vatandaş Denize Giremiyor !” (1)

...

"Yaşlı Japon kadını, küçük ve değersiz birkaç parça eşya, eski bir gazete ve bir ip parçası ile postaneden içeri girer ve postacıya : 'Bunlar Omru’ya, Takar Miyako’ya gidecek' der.

Postacı, yaşlı kadının verdiklerini özenle bir kâğıda sararak, iple bağlar; üzerine gidecek adresi yazdıktan sonra deftere kaydeder, koçanını da hizmetliye verir. 'Bunu Falan kadına ver' der. (2)

* * *

Hikâyedeki Japon posta memuru, küçük ve değersiz eşyaları getiren yaşlı Japon Kadına :

“Bu abur-cuburları alamam, paket de yapılmamış, zaten gidecek adresi de belli değil; biz paketlemiyoruz, sen paketle, adresini de yazarak bana öyle getir” dememiş ve

Verilenleri almış, özenle paketlemiş, üzerine adresini de yazarak göndermiştir.

...

Burada posta memurunun şahsında, Japon Devleti'nin "halkına olan saygısı" görülmektedir.

İlerleyen bölümlerde anlatılacağı gibi Japonların en büyük kaynağı; olmayan madenleri, petrol,  tarım arazileri ve suları değil, insanlarıdır.

...

Yazımızın giriş cümlesi (1), CHP'nin İstanbul Valisi’nin, İstanbul Menekşe plajını kastederek :

Halk plajlara hücum etti, vatandaş denize giremiyor” sözlerinden oluşuyor. Burada kastedilen “Halk” kim ve “Vatandaş” kimdir ?

Ve bu ayrımcılık, hangi düşüncenin ürünüdür ?

* * *

Tarih : 26 Kasım 1946 (Yer : Senirkent / Isparta)

“Senirkent Faciası…

Kapıdağı’nın üstüne doluşan yağmur yüklü siyah bulutlar, o gün Senirkent insanının yüreğini ağzına getirmişti.

Esnaf, dükkânlarından dışarı çıkıp, tedirginlikle seyrediyordu gökyüzünü…

Kadınlar dam üstünde bekleşir olmuşlardı neticeyi. Hiç hayra alamet değildi, böylesine aniden çöken kara bulutlar…

Yukarılarda düşen üç beş damla rahmet, dağın çıplak bedeninden hiç oyalanmadan, aşağılara önü alınmaz sel olarak inerdi hep…

Önce gökyüzü patlar, sonra Kapıdağı, bulutlardan aldığı suyu, içine çamurunu ekleyip Senirkent ahalisine, rahmeti, bir öldürücü felaket olarak sunardı, olanca gürültüsüyle !

Ama o gün korkulan haber dağdan inmedi.

Hükümet konağından çarşıya doğru tırmanan cadde üstünde, söylenerek koşuşan insanların gürültüsü, dağın tepesine noktalanmış kuşku dolu bakışları aşağı çekti.

Kaymakamlık odacısı, Erkan’ların Hacı Hamza’nın kafasına yular bağlamış, onu cadde ortasından çarşı içine doğru çekerek götürüyordu.

Hacı’nın sırtına tahribat kâtibi binmişti, elindeki kızılcık sopasıyla;

'Deh hadi, deh !' diyerek, bacaklarına olabildiğince şiddetlice vuruyordu…

Daha elli metre gitmeden yere çöktü Hacı. Odacı, Hamza’nın kafasına takılı yuları, halâ koparırcasına çekiştiriyordu. Tahribat kâtibi, yere yığılan adamın üstüne daha rahat oturup elindeki kızılcık sopasıyla vurmaya devam etti;

'Deh, hadi deh !'

İlçenin tüm memurları, jandarma koruması (altı)nda, bu senaryodaki görevlerini caddenin iki yanına sıralanıp 'Deh, hadi, deh!' naralarıyla eksiksiz yerine getirirken; Senirkent halkı da akla hayale gelmeyecek bir olayı görmenin şokunu yaşıyordu…

1946 Genel Seçimlerinde tüm ilçe halkı, fukaralığın biteceği, karnının doyacağı ümidiyle oylarını Demokrat Parti'ye vermişlerdi. Bu davranış resmi görevlilerce hiç hoş karşılanmadı.

'Devletin Partisi (olan) CHP’ye oy vermeyip, Komünist (!) Demokratlara taraftar olmak, düpedüz eşekliktir. Bu yaratıklara EŞEKÇE muamele etmek gerekir' diye kararlar alındı gizlice.

İlk uygulama Erkan’ların Hamza’da başladı." (3)

* * *

1929 – 1946 Yıllarında (Tek Parti CHP'si Döneminde) Devlet – Halk İlişkileri:

1929 – 1946 Yılları arasında (ölene kadar) 17 sene boyunca Tek Parti Dönemi CHP’sinin Ankara Valisi ve Belediye Başkanı olarak görev yapan Nevzat Tandoğan;

“Atatürk’ün geçtiği yerlere (Çankaya ve Ulus) özel bir ilgi gösteriyor, liderin gözüne çirkin görülebilecek her şeyi yıktırıyor, yerini değiştiriyordu...

Mesela yaşlı kent sakinlerinin, köylüleri ya da işçileri, başkentin yeni inşa edilmiş caddelerinden uzak tutmak, gazetecilere şehirde hırsızlık ya da cinayet olaylarını haber yapmalarını yasaklamak ve polise asayişi sağlamak için sınırsız güç tevdi ermek (vermek) bunlardan bazılarıydı...” (4)

* * *

KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR!” 

Bu sözü ilk defa kim ve neyi  kastederek söylemiştir ?

Kanuni Sultan Süleyman, “...Bir gün mahremleriyle (yakınlarıyla) görüşürken, onlara 'Velinimet-i âlem (dünyanın efendisi) kimdir ?' diye sormuş, onlar da 'Padişah efendimizdir' diye cevap verince Kanuni, 'Hayır, dünyanın efendisi reâyadır ki, ziraat ve harâset (çiftçilik) emrinde huzur ve rahatı terk ile iktisab ettikleri nimetle bizleri it’âm ederler' (doyururlar) demiştir..” (5)

Bu düşüncenin, Mustafa Kemal Paşa tarafından da ifade edildiği söylenmektedir.

* * *

Devlet anlayışında “Halk” ve “Vatandaş” ayrımı olur mu ? Olursa, o ülkede birlik olabilir mi ?

Aynı dönemde iki imparatorluktan birisi (Osmanlı İmparatorluğu) yıkıldı, diğeri (Japonya) uçurumun kenarından döndü.

Peki, Japonlar ne yaptılar da Batılıların, (kalıcı) kültürel ve ekonomik sömürgesi olmaktan kurtuldular ?

Nedenini bize, yaşlı Tokyo Adliye Meclisi Reisi anlatmaktadır :

...

Yıl 1909...

“…Japonya bundan 50 sene evvel, 300 bu kadar vilayete taksim olunurdu, her ne kadar memleketin hâkimiyet ve imparatorluğu şimdiki hanedana mensup idiyse de, umumiyetle vilayetler birer emirlik şeklinde idare olunurdu. Ve her emirlik de kendi ülkesinde hür ve müstakil idi. Birbirleriyle muharebeler ederlerdi, birinin mülkü diğerine geçer ve ilâ gayri zâlik. Bununla beraber umumiyetle federasyon usulünde tümüne bir Japonya denilirdi. İmparatorluk payitahtı Kiyoto beldesinde bulunurdu.

Çimbo Tingo tarihi 20. senelerinde Tokyo emirliğinde olan Tokogavakiki, gayet kuvvetli bir emirlik olmuştu, pek çok muharebeler kazandı, büyüdükçe büyüdü, sonunda imparatorluğa karşı dahi harp ilan etti.

O arada emirlikler arasında bir i’tilaf (yakınlaşma-anlaşma) başlamıştı, bu yakınlığa da sebep 1808’de Amerika’nın Japonya’ya karşı icra ettiği nümayiş olmuştu. Amerika’nın tecavüz edeceğini hisseden Japonlar kendi aralarında ittifak antlaşmasının lüzumuna kesin olarak karar vermişlerdi.

Nihayet Tokogavakiki güç ile galebe ettiğinde (galip geldiğinde) bütün emirliklerle beraber kendi emirliğini de lağvederek, memleketi tamamıyla müstakilen şimdiki (imparator) Mikado’ya terketti. İmparatorluk da Tokyo’ya naklolundu.

Daha doğrusu, evimize dışardan hırsız geleceğini hissedince birleşiverdik. Sonra baktık ilim ve maarife (eğitime) ihtiyacımız büyük, çocuklarımızı Avrupa’ya tahsile gönderdik, öğretmenler getirdik." (6)

* * *

Yaşlı Japon Siyasetçi ne demektedir ?

“…1808’de Amerika’nın Japonya’ya karşı icra ettiği nümayiş olmuştu. Amerika’nın tecavüz edeceğini hisseden Japonlar kendi aralarında ittifak antlaşmasının lüzumuna kesin olarak karar vermişlerdi. “

Demek ki, Japon kalkınmasının ana kaynağı, ülke içinde sağlanan birliktir.

Birlik sağlandıktan sonra, sıra ilim ve maarife gelmiş; daha doğrusu tüm kaynaklar ve enerji buraya yöneltilmiştir.

Yazı dizimizin bu ilk bölümünü, Japonların anlayışına çarpıcı bir örnek olması ve ibret alınması için aşağıdaki aktarımla bitiriyoruz.

"MAREŞAL OYAMA

Japonların askerî liderlerinden ve dünyanın en tanınmış kumandanlarından olan Mareşal Oyama ne yapıyor ?

Ben bundan evvel de pek çok kereler Japonların millî ahlâka ziyadesiyle itina etmekte olduklarını ayrıca şerh ve beyan etmiştim. Bu defa da bu millî ahlâkın muhafaza edilmesinin lüzumunu gerekli görenlerden biri ve belki en birincisi olan Mareşal Oyama cenapları hakkında bazı izahat vereceğim.

Mareşal Oyama’nın kim olduğunu ve nasıl bir kimse olduğunu, Rus-Japon muharebesi’nde bütün cihan öğrenmiştir. Şimdi ben bu adamın hâl-i hazırdaki meşguliyetlerinden biraz malumat vermek istiyorum.

Mareşal Oyama şimdi bir mektep müdiridir, hem de gece mektebinin müdiri. Kendisine işaret olunan zatın bu vazifeyi kendi isteğiyle kabul etmesinin ne gibi bir fikre mebni olabileceği (dayanabileceğini), az bir düşünmekle anlaşılabilir.

Fakat ben daha ziyade izah etmek için biraz da tafsilat vermek istiyorum.

Koca Mareşal/Müşir, çocuklara nezaret (bakmak), belki doğrudan doğruya çocukların eğitim ve öğretimiyle ilgilenmeyi tercih ederek bu surede devletine, millet ve vatan evladı yetiştirmek istiyor, haftanın 6 gününü mektepte geçiriyor, geceleri de yine mektepte yatıp kalkıyor, bütün asilzade çocuklarıyla fukara çocuklarını beraber terbiye ediyor: Elbiseleri eşit, yeyip içmeleri beraber, yatakları aynı derecede, Mareşal Oyama cenapları da aynı elbise (için)de onlarla beraber, haftada bir kere de evine izinli olarak gider, yine talebe ile beraber tramvay ile dönüyor.

Haftada bir gün ailesinin yanında bulunuyor ve tedrisat günlerinde bütün hafta mektepte bulunuyor. Koca Mareşal’i görmek ve görüşüp konuşmak için iki defa mektebe gittim, bir defa da tramvayda tesadüfi olarak gördüm, kendileri iltifat buyurdular. Bir defa(sında) mektebe gittiğimde Koca Mareşal çocuklarla beraber jimnastik oyununda bulunuyordu.

Bu adam koca bir asker kumandanı olduğu halde, böyle bir mektep müdürlüğü vazifesini niçin gerekli gördüğünü kendisine sorduğumda, biraz sükutu müteakip (sessizlikten sonra) tebessüm ederek dedi ki:

'Tamahkârlıktır, fakat birkaç senede 1.800 Oyama yetiştirmek istiyorum.'

Bakınız, dünyanın parmakla gösterdiği şu mareşalin bugünkü vazifesine! Hayret edilecek bir şey değil de nedir ?

Ben de kendileriyle beraber, 'Bu, tamahkârlıktan başka bir şey değildir' diyeceğim, fakat keşke bizde de böyle tamahkârlar çıksaydı, ne hoş olurdu.

‘Çok yazık’ demeliyiz, bizim büyük kumandanlar içinde Oyama gibi muktedirler olsa bile, bu gibi bir vazifeyi vatan ve milletin menfaatini, istikbalini düşünerek kabul ederler miydi ? Büyüklük kolay değil, bizim azledilen Şeyhu’l-İslâmlarımız, Kazaskerlerimiz, bilmem kimlerimiz… hepsi dolgun maaşla mezar nöbetçiliğini tercih ediyorlar. Canları sıkılırsa, kendileri gibi azledilmiş olanlarla bir araya toplanarak tavla ile, bilmem ne ile vakit geçiriyorlar, maaşlarını ecnebi bankalarına tevdi (emanet) ederek ne millet hayır görür, ne de kendileri, nihayet bir gün bu cihandan çekilip gidiyorlar. 'Bunlardan istifade edeceğiz' diye (de) millet bekleyedursun.

Bari, 'Milletten maaş alıyoruz, hiç olmazsa Allah rızası için ders verelim' diyecek biri olsa… o da yok.

Koca Mareşal, her nerede tesadüf ettimse hep âdi (sıradan/basit) elbise (için)de gördüm, ‘tevazu’ denilecek olursa, sanki bu adama münhasırdır (özgüdür)." (7)

...

www.canmehmet.com

...

Devam edecek...

- Ülkemizde ne değişti de, yüksek askeri teknoloji üretmeye başladık ?

- Ülkemizde ne değişti de kafamızı kumdan çıkarıp, çevre ülkelere, sınırlarımızın dışına bakmaya akıl edebildik ?

- Ülkemizde ne değişti de, 2002-2020 döneminde nerede ise altyapı yatırımlarını tamamlamayı-modernize etmeyi başardık ?

- Ülkemiz, 2002-2020 döneminde nasıl sosyal - ekonomik ve teknolojik boyutta büyük adımlar atabildi ?

-Ne değişti? Milletimiz mi, anlayışımız mı, imkanlarımız mı? Yoksa kim olduğumuzu mu hatırladık?

... 

KAYNAKLAR :

(1) İnönü döneminde İstanbul Valiliği yapan Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay’a atfedilen bir sözdür : “Halk plajlara hücum etti, vatandaş denize giremiyor"!”. Ayrımcılık, daha güzel özetlenemezdi.

Yazının tamamı için bakınız : https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/mehves-evin/halk-meydana-akin-etti-vatandas-giremedi-1726787

(2-6-7) ALEM-İ İSLÂM VE JAPONYA'DA İSLAMİYETİN YAYILMASI - Cilt 1&2. Abdürreşid İbrahim. (İşaret Yayınları, 2012)

(3) SON ÇORBA. Hasan Basri Bilgin, s.115 (2002).

(4) YABAN'LAR VE YERLİLER, BAŞKENT OLMA SÜRECİNDE ANKARA. Funda Şenol Cantek, s.218~224. (İletişim Yayınları, 1. Baskı, 2003)

(5) OSMANLI'NIN MAHREM TARİHİ. Mustafa Armağan.

 
Toplam blog
: 1117
: 1768
Kayıt tarihi
: 29.08.06
 
 

Ticari ilimler akademisindeki öğrenciliğim sırasında, bir kamu iktisâdi kuruluşunda başladığım ça..