Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ekim '13

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

Türkiye Ekonomisi: Kalkınmanın eşiğinden krizin beşiğine

Türkiye Ekonomisi: Kalkınmanın eşiğinden krizin beşiğine
 

Ekonomiyi bir insan vücudu olarak düşünün. Tıpkı bundan yüzyıllar önce Fransız tıp doktoru Quesnay'ın yaptığı gibi. Reel kesim ekonominin kalbidir. İşçi istihdam eder, fiyatları belirler, ücretleri belirler, üretim yaparken aynı zamanda talep de yaratır. Piyasaya güven aşılar. Dış ödemeler dengesi ekonominin sindirim sistemidir. İhracatın ithalatı karşılayamadığı noktada sindirim sistemi yoluyla ekonomi kendini boşaltır. Cari açık bir ülkenin ürettiğinden fazla tüketmesidir. İç tasarruflar yeterli olmadığından dış kaynaklardan borçlanılarak kapatılır. Bir insanın hastalandığında ilaç alması gibi düşünün. Ekonomi ne kadar çabuk iyileşip ayağa kalkarsa cari açığın etkisi de o denli az olur.

Kamu kesimi ekonominin beynidir. Beyin nasıl kan basıncını ve vücut sıcaklığını düzenliyor ise kamu kesimi vergileri verimli bir şekilde toplayıp harcamalar yaparak sosyal adaleti sağlamaya çalışır. Isınan ekonominin ateşini düşürür, yavaşlayan üretimin artmasını teşvik eder. Son olarak finans piyasaları da ekonominin üreme organıdır. Sermayeyi, kârı  çoğaltmanın kolay ve zevkli yoludur.

Yaşar Erdinç hocamın 36/42 Para Harekatı kitabında güzel bir benzetme vardır. " Hayatta hiçbir şey Velazquez'in resmi kadar belirgin ve net değildir. İş hayatı gerçekleri size Picasso'nun resmindeki gibi şekil değiştirmiş olarak gösterir. Picasso'nun resmine bakıp, Velazquez'in resmini görebilenler başarılı olur." Yani ekonomi dalgalanmalara, istikrarsızlıklara rağmen yol haritası olan ve buna sadık kalan iktidarlar başarıyı yakalarlar.

Bugün Türkiye ekonomisini ele alalım. Cumhuriyetin ilanı ile büyük buhrana kadar hızla büyüyen, Adnan Menderes dönemi ile atağa kalkan, Turgut Özal ile görünmeyen prangaları söküp atan ve Recep Tayyip Erdoğan ile şahlanmaya çalışan bir Türkiye... Kolay değil aslında kesin bir yorum veya keskin bir eleştiri yapmak. Başbakan marifet iltifata tabidir diyor ama yanlışların eleştiriye tabi olduğunu es geçiyor. Bugünün Türkiye'si ile Cumhuriyetin kurulduğu dönemi mukayese etmek büyük bir gaflet olur. Savaştan yeni çıkmış, yorgun düşmüş, genç ve erkek nüfusunun büyük bir kısmını yitirmiş, verimli topraklarında yeni devletler kurulmuş, sanayisi olmayan bir Cumhuriyetin 15 yılda yaptıklarını düşünürsek bugünkü imkanlara sahip olsalardı yapacaklarını düşünemiyorum.

Bir şeyi anlamakta güçlük çekiyoruz. Adnan Menderes tarım ve sanayiyi atağa kaldırmak istedi, vatan haini ilan edilip idam edildi. Amerika'dan Sovyet Rusya'dan borç istediği için vatanı satıyor denildi. Turgut Özal altyapısı tam hazır olmadan Türkiye ekonomisini liberalleştirip, özelleştirme yapmaya çalışınca muhalefetin ağır propagandası ile gücünü kaybedip, vakitsiz bir şekilde aramızdan ayrıldı. Ve bugün iktidara gelen Recep Tayyip Erdoğan kendinden önceki bu liderlerden dersini alarak hızlı bir kalkınma atağına girişti.

Güveni ve siyasi istikrarı sağlamış, devletin iç ve dış borcunu azaltmış, özelleştirmeleri yapmış, enflasyonu ve faizi düşürmüş, GSYİH' yı sürekli yükseltmiş, devlet bütçesini dengelemiş, faiz dışı fazla verdirmiş, sağlık ve eğitim reformları yapmış, toplu ulaşımda Türkiye'ye duble yollar ve demir yolları kazandırmış, siyasi ve iktisadi imajını dünyanın bir kesiminde düzeltmiş bir iktidar. İster beğenin ister beğenmeyin şapkayı önünüze koyduğunuzda görünen tablo bu. Ve bundan dolayıdır ki seçimleri kazanmaya devam ediyor.

Peki görünmeyen nedir? Devletin borcu azalırken, özel sektörün borcu Eylül'de açıklanan rakamlara göre yaklaşık 146 milyar dolar. Bu borcun yaklaşık %25'inin kısa vadeli olduğunu gözlemliyoruz. En çok kâr elde eden ve en çok vergi ödeyen kurumların başında bankalar geliyor. Bu demek oluyor ki hanehalkının borcu da oldukça artmış durumda. Reel kesimin ürettiği mallara karşı iç talebin canlı tutulması için kredi kartı kullanımı ve tüketici kredileri teşvik ediliyor. Faiz oranları her ne kadar düşse de Amerika, Japonya ve Avrupa birliği ülkelerine göre en yüksek faizi veren ülke konumunda olmamızdan dolayı ve Ak Parti iktidarının ilk 6-7 yılında uygulanan yüksek faiz- düşük kur politikası sayesinde artan döviz rezervimiz ülkedeki alternatif yatırımları arttırdı. En çarpıcı örneği konut piyasası. Artık insanlar konutlara yatırım yapıp spekülatif gelir elde etmeye çalışıyor. Böyle olunca haliyle fiyatlarda bir balon etkisi ile karşılaşıyoruz.

Ekonomi büyürken işsizlik rakamları yerinde sayıyor bu da demek oluyor ki büyümemiz aslında herhangi bir katma değer yaratmamış halk içerisinde. İşsizlik en yoğun olarak üniversite mezunları arasında görüldüğü için gençler okumaya devam ediyorlar. Ağır sanayi de çalışacak kalifiyeli eleman bulmakta güçlük çekiyoruz. İşsizliğe çözüm bulamadığımızdan olsa gerek ailelerin reel geliri artmadığından dolayı gençler evliliklerini erteliyor veya aileleri ile birlikte yaşamayı tercih ediyor.

Artık eskisi gibi ailelerin geliri enflasyon karşısında erimiyorsa bile lüks yaşam isteği ve aşırı tüketim çılgınlığından dolayı ay sonunu getiremiyor. Bundan dolayı devreye tüketici kredileri ve kredi kartları giriyor. Tüketiciler kredi kartları ile üreticiler uzun vadeli çekler ile ekonomi çarklarını şimdilik döndürmeye devam ediyor.

Artan milli gelir ve kişi başına düşen milli gelir bankaların vermiş olduğu krediler ile tüketimin nabzını düşürmediğinden dolayı insanlarımız tasarruf yapmayı bile unuttular. Yapılan tasarrufların ağırlığı kısa vadeli oluyor. Yani kolay yoldan köşeyi dönmenin derdindeler. Diyeceksiniz ki; tasarrufları arttırmak için devlet destekli bireysel emeklilik sistemi kuruldu. Evet fakat dikkatinizi çekti ise bankalar birbiri ile yarışa girdi. Yani bireysel emeklilik ile bankaya yatırılan paralar bankalar aracılığı ile yine ekonomiye kredi olarak dönüyor. Büyük ihtimalle insanlar bireysel emeklilikte biriken paraları ile ileride ev almak yerine biriken borçlarını toptan ödemek için kullanacaklar.

Özelleştirmeye de ufacık bir değinmek istiyorum. Stratejik öneme sahip kuruluşların özelleştirmesi hariç ( Petkim, Tüpraş, Telekom vb.) diğer kuruluşların özelleştirilmesini eleştirmek bana pek mantıklı gelmiyor. Neden mi? Bu eleştriyi en çok yapan muhalefet ve İstanbul sanayisi. İthal ikameci dönemlerde KİT'lerden ucuz hammadde alanlar, kendi bankaları aracılığıyla KİT'lere yani devlete yüksek faiz ile kredi verenler de bunlardı. Bugünün kıdemli ve kodaman sanayicileri zenginliklerini biraz da rekabetçi olmayan, içine kapanık Türkiye'ye borçlular.

Velhasıl kelam, ekonomimiz hakkında söyleyecek çok söz var fakat sizleri fazla da boğmadan şimdilik bu kadarını yazıyorum. Maksadım ufakta olsa artıları eksileri mukayese etmenizi sağlamaktı.

http://muratkochan.blogspot.com/

 
Toplam blog
: 27
: 980
Kayıt tarihi
: 22.05.13
 
 

Cebi delik, gönlü zengin, kahkahası bol, hayatı sıradan ve sade yaşayan bir insan evladı. Ekonomi..