- Kategori
- Siyaset
Türkiye'nin "zaman"ı değerlidir!
Ülkelerin zamanı da insanların zamanı gibi değerlidir. Türkiye ne yazık ki yapay tartışmalar ve sanal gündemle çok fazla zaman yitirmektedir.
Açık yüreklilikle kabul etmemiz gereken temel sorunumuz, işsizlik ve üretimsizliktir. Ülkemiz tarihi bir küçülme rekoru kırdı ve bir yılda bir buçuk milyona yakın kişi işini kaybetti; ikisinde de oranlar yüzde 15 dolayında.
Çaresi, yatırım yapmak. Yatırım, tasarrufla ve bütçe denklemiyle ilintili bir olgu. Oysa terazinin diğer yanında savurganlık ve borç ödeme bütçesi var. Kamu harcamaları dizginlenemiyor, dolaylı vergiler, özel tüketimin kalıcılaştırılması gibi alışkanlıklar üzerinden denklem kurulmaya çalışılıyor.
Tabii, böyle bir ortamda cari açık alarmının optik okuma alanı dışında olması doğal. Dışsatımı köstekleyen yüksek kur politikasının ve kayıt dışı ekonominin türevi olarak spekülatif mali piyasaların egemenliği de neredeyse kanıksanmış.
Türkiye vitesi büyütemiyor, ağır aksak rekabet ortamını sollayıp, teknoloji geliştirme kapasitesini ekonomisinin ardına koyamıyor. Eğitimin sanayi ile bağları birkaç iyi niyetli teknoparkla sınırlı. Kalkınmanın bölgeler arası eşitsizliği dengeleyici kaldıracı devreye sokulamıyor.
Sosyal bütçe yapacak, toplumu piyasalaştırma ve piyasa dışını sadakaya bağlama anlayışını sosyal refah devleti ile ikame edecek, sosyal Pazar ekonomisinin kazanımlarıyla geliri artırıp adil dağıtacak düzenekten yoksunuz. En sadık vergi yükümlüleri dürüst işverenler ve emeğini dürüstlükle değerlendiren işçi ve memurlar.
Piyasayı dengeleyen kamu girişimciliği araçlarından giderek yoksunlaşıyoruz; satılmadık banka ve fabrika neredeyse kalmadı. Krizin yaygınlaştığı bu ortamda IMF’ye muhtaç olmamak yine de “Türk mucizesi”. Ancak hayat mucizelerle değil gerçeklerle yürüyor.
Bir an önce katma değer ve üretkenlik artışına dayalı olarak yapısal dönüşüm
katsayısını artırmak zorundayız. Bu gerçekleri gündeme almamız gerekirken, hala, “Kürt Açılımı”, “Ermeni Soykırımı”, “Ergenekon davası” ve benzeri konular gündemin üst sıralarına yerleşiyor.
Elbette ülkemizin en temel ikinci sorunu demokratikleşmedir. O sorun en az ekonomik sorunlarımız kadar önemlidir. Gelişen demokrasi ile iyileşen ekonomi birbirini tamamlar. Ancak bu alanda, sendikalaşmayı, siyasallaşmayı olduğu kadar seçim sistemi ve örgütsel işleyişte reformlarla, sendika ve siyaset ağalığını –tıpkı toprak ağalığına karşı olduğumuz gibi- etkisizleştirmeyi öncelemeliyiz.
Siyasetin finansmanının saydamlığını ve milletvekili dokunulmazlıklarını kürsü masuniyeti ile sınırlamayı sağlamak zorundayız. O arada seçim sistemini adilleştirmek ve barajları yüzde 5’e indirmek de düşünülmelidir. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasal çerçevesini özgürlüklerin en geniş yorumuna dayandırmalı, Hakim ve Savcılar Üst Kurulu’nun yapılanmasına yoğunlaşmaktansa, Yargıç ve Savcı bağımsızlığı için çaba göstermeliyiz.
Medya emekçilerinin iş güvencelerini artırmalı, medya ve iş yaşamı patronajını dengede tutmalı, üniversitelerin özerkliğine layık olduğu önemi vermeli, kıdem tazminatını korumalı, iş güvencesine sahip çıkmalı, aile yardımlarını yaşama geçirmeliyiz. Gerçek gündemimizden ödün verirsek, barış, demokrasi, refahımıza ilişkin ideallerimizi taşımada zorlanırız.
Gündemini belirleyemeyenler, yaratılan gündemlerin ardında sürüklenirler!