Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '12

 
Kategori
Dünya
 

Türkiye'nin Suriye politikası

Türkiye'nin Suriye politikası
 

Çıkarlar mı daha önemlidir yoksa prensipler mi? Ülkelerin hepsi çoğunlukla (!) çıkarlarını korurlar. Fakat bunu nedense saklamak isterler; ya var olan prensiplerini hala koruyormuş gibi yaparlar, ya bu prensiplere yeni tanımlar verirler ya da duruma göre yeni prensipler seçerler. Bunun en belirgin örneği ABD’dir tabi ki. Fakat ABD’nin dünyanın en güçlü ve göz önünde olan ülkesi olması diğer ülkelerin de bu iki yüzlülüğü yapmadığı anlamına gelmiyor. Bu bir bakıma halkına hitap etmeye çalışan kurumların bir gereği. Eğer propaganda mekanizmanız güçlüyse ve bölgesel ve uluslararası gelişmeler birazcık da olsa sizin çıkarınıza işlerse şanslısınız demektir; prensip ve çıkarlarınızı aynı çizgide hizalayabilirsiniz. Fakat bu çok nadir veya kısa süreli olur.

Türkiye örneğinde olduğu gibi mesela. AKP hükümetiyle Ortadoğu hemşeriliği propagandası, bağımsız bir bölgesel güç söylemi ve “komşularla sıfır problem” kampanyası başlatıldı. Önce prensiplerin altı çizildi; barışçıl bir dış politika ve mazlumların - özellikle Filistinlilerin, ya da özellikle Müslümanların (Somali ve Myanmar’da olduğu gibi) yanında bir Türkiye. İsrail karşıtı bir Türkiye. Batı’ya karşıt Ortadoğu’nun da menfaatlerini benimseyecek bir Türkiye. Çıkarlar açısından da önemli birkaç amaç yönlendirdi AKP dış politikasını; liberal ekonomiye en iyi şekilde entegre olmuş ve AKP muhalefetinin en düşük seviyelerde olduğu bir Türkiye. 

İşte bu prensiplerle çıkarlar çok önemli noktalarda çatıştı: Kürtler, Batı’ya olan ekonomik ve teknolojik bağımlılık ve Arap Baharı. Arap Baharı Türkiye’ye ve özellikle AKP hükumetine bazı problemler çıkardı; şu an için en önemlisi de Suriye. Suriye 1. Dünya Savaşı’ndan beri ilişkilerimizin iyi olmadığı bir ülke. Sorunlarımızın ilki Hatay’la başladı. Suriye her zaman Hatay’ı kendi parçası olarak gördü, ve Lübnan’la beraber Hatay’ın da Suriye topraklarına ait olması gerektiğini vurguladı. Bu sınırların artık çok tartışılmadığı günümüzde Suriye’nin Türkiye’ye olan tavrının arkasında bu tarihi anılar da yatıyor elbet. Soğuk Savaş döneminde ise Türkiye ve Suriye farklı saflarda yer aldı. Türkiye Batı bloğunun koşulsuz bir parçasıyken, Suriye de –ne kadar taraf seçmediğini söylese de – Batı’ya taviz vermeden Sovyetler Birliği’nden silah ve ekonomik yardım aldı. Böylece uzun yıllar Suriye ve Türkiye işbirliği yapar konuma gelemedi. Tam Soğuk Savaş’ın sonlarına yaklaşılıyordu ki su ve Kürt sorunu iki ülkenin arasının daha da açılmasına sebep oldu. 1980 yılında Günyedoğu Anadolu Projesi adı altında Dicle ve Fırat nehirlerine yapılan barajlar iki ülke arasında önemli sorun yaratmıştır. Ülkesine ulaşan su miktarının azaldığını iddia eden Suriye, bu konuda Türkiye’den taviz alamayacağını gördüğünde stratejisini değiştirmiştir. Türkiye’ye bir koz olarak kullanabileceğini fark ederek, PKK’ya oluştuğu yıllardan bu yana dolaylı yollarla destek vermiş ve kendi topraklarındaki faaliyetlerine göz yummuştur. Böylece Suriye hükumeti Türkiye gözünde bir terör destekçisi ve Türkiye’nin istikrarsızlığına destek veren bir ülke konumuna gelmiştir.

Bu gergin ilişkiler 1998 yılında imzalanan Adana Protokol’üne kadar devam etmiştir. Türkiye 1998 yılında Suriye’nin PKK’ya olan desteğinin tahammül edilemez bir noktaya geldiğini belirtmiş ve sınırına yüklü birlikler yerleştirmiştir. Hafız Esad’ın gözünü korkutmayı başardıktan sonra da Türkiye Adana Mutabakatı’nı Suriye’ye imzalatmış, ilişkiler ekonomik, kültürel ve diplomasi alanlarına yönelmiştir. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 2000’de Hafız Esad’ın cenazesine gitmesi, tekrar 2005’te ülkeyi ziyaret etmesi ve daha sonra AKP’nin “komşularla sıfır problem” politikasıyla ilişkiler düzelmeye başlamıştı.

Bu dönem içerisinde Suriye Türkiye’nin ticaret yaptığı ülkeler arasında hacim açısından 36ıncı sırada yer almaktaydı. Fakat, iki ülke arasındaki ticaret 2005’ten bu yana artmaktaydı. Yine de ticaret yaptığımız diğer ülkelerle kıyaslandığında Suriye’nin ticari anlamda önemli ağırlığı olmadığı görülüyor; Türkiye’nin Suriye ile yaptığı ticaret hacmi 2011’de 2.134 milyar dolar, buna kıyasla en çok ticaret yaptığımız Almanya ile 36.936 milyar dolar. Ayrıca 2012 yılının ilk yarısında Suriye ile olan ticaretimiz 345 milyon dolara düşmüş vaziyette. 

Yani Suriye’nin günümüze kadar Türkiye için önemi hep ekonomik olmaktan çok siyaset ve güvenlik hatlarında olmuştur. AKP ise 2005 yılından sonra bunu değiştirmeye çalışmıştır. AKP hükumeti komşularla sıfır sorun politikası adı altına birçok ülkeyle ilişkilerini geliştirmeyi amaçlamıştır. Bu politikanın altında tabi ki Türkiye’nin ticaret ortaklarının sayısını arttırmak ve Avrupa merkezli ticaretini çeşitlendirmek yatıyordu. Bu yolda AKP birçok adım attı, attığı adımlarda da prensipler yerine çıkarları koydu. Daha doğrusu çıkarlarıyla uyuşacak bir ana prensip oluşturdu ve bunu halka sundu; Doğu’yla dayanışma. Bu dayanışma zaman zaman Batı’ya karşı net bir tavır almak olarak gözüktü; Türkiye İran’ın nükleer programının barışçıl olduğu sürece var olabileceğini, bu yolda da Brezilya ile İran’a yardım edeceklerini açıkladı. Doğu’yla dayanışma zaman zaman da ilginç sahnelere neden oldu; Başbakan Erdoğan Muammer Kaddafi’den insan hakları ödülünü aldı. Yani ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi uğruna birçok stratejik değişiklik yapıldı.

Konumuza dönersek, bu dış politikaların oluşturulduğu sırada Esad hükumetinin iç politikaları, ülkesini hangi yöntemlerle yönettiği, demokrasinin eksikliği bütün dünyaca biliniyor fakat görmezden geliniyordu. AKP hükumeti de ekonomik ilişkileri geliştirmek ve populist bir dış politika oluşturmak amacıyla Beşar Esad’la iyi ilişkiler içine girmişti. 

(Herhangi bir dış politika analistine sorarsanız Beşar Esad’ın ayaklanmalar karşısındaki tavrına şaşırmadığını göreceksiniz. Hem Hafız Esad’ın önceki ayaklanmalara karşı benzer tutumlar sergilediği hem de Beşar Esad’ın bu ayaklanmalara karşı kullanabileceği mekanizmaları –orduyu iç işlerinde kullanan bir hükumet ve Shebiha- olduğunu bilir çünkü.)

Ancak şu an, Türkiye yavaş yavaş tavrını değiştirmek zorunda olduğu bir durumda buldu kendini çünkü çıkarları bir anda değişmişti. Artık ticari ve siyasi anlamda Esad rejiminden daha uygun bir rejim gelebilirdi Suriye’ye. Ayrıca AKP hükumetinin Arap halkınca popüler olmak isteği böyle bir durumda Esad’ın değil, halkın yanında olmasıyla mümkündü. Türkiye’nin takınacağı yeni tavır Batı tarafından da desteklenebilirdi. Bu ABD’yi de memnun edecek bir dış politika tavrıydı. Böylece AKP’nin lanse ettiği prensibin de değişmesi gerekiyordu; artık yeni prensip demokrasiydi.

Şu an Türkiye’nin yaptığı birçok şey Suriye hükumetine karşı taraf olduğunu gösteriyor.

1. Hükumet yetkilileri sürekli Suriye’deki durumun katlanılamaz olduğunu, insanlık suçları işlendiğini, ve müdahale edilmesi gerektiğini vurguluyor.

2. Türkiye Suriyeli muhaliflerin birçok konferansına ev sahipliği yaptı. 

3. Son haberlere göre Türkiye İngiltere, Fransa ve ABD’nin ele geçirdiği istihbaratı Özgür Suriye Ordusu’na aktarıyor.

4. En son PYD/PJD, Suriye’deki Kürt PKK’sının yapılanmasının arttığı ve Türkiye’nin Kuzey Irak’taki gibi bir yapılanmaya karşı her türlü önlem alabileceği sızdı basına. Sanki Kuzey Irak’a yapılan operasyonlar istenilen sonucu vermiş gibi, bir de bunları Suriye’ye yaymak hiç de akıllıca değil. (Fakat, Suriye’ye karşı yaratılan tavır Türk milli çıkarlarını da destekler durumda olmak zorunda)

5. AKP hükumeti eğer Suriye’li mültecilerin sayısı 100.000’e ulaşırsa Türkiye’nin Suriye de bir tampon bölge oluşturmak zorunda kalacağını açıkladı. Suriye’nin şuan bulunduğu durumda Türkiye’nin tek başına güvenli bir tampon bölge oluşturması mümkün değil. Bu tampon bölgeyi muhaliflerin kullandığını öğrenecek olan Esad rejimi buralara da saldırmamazlık etmeyecektir. 

Buna rağmen Türkiye’nin Suriye konusunda ne yapacağı hiç belli değil. Çok sert bir dille Suriye’yi eleştiren ve Suriye’ye göz dağı veren, tehdit eden bu hükumet şimdiye kadar somut hiçbir şey yapmış değil. Fakat muhaliflere verdiği destekle kendi safhını belirlemiş durumda. Öte yandan Türkiye’nin Suriye’de tek başına girişeceği bir müdahaleden başarılı çıkması mümkün değil. (Batı ülkelerini de caydıran önemli bir unsur Esad’ın askeri gücü). Aynı zamanda Suriye’ye giren herhangi bir ülke Esad’ın devrilmesi halinde yaşananlardan, başa geçen hükumetten de bir bakıma sorumlu olacak. BM gibi uluslararası bir kuruluştan bağımsız, tek başına Türkiye şu an bu tür sorumlulukları üstlenebilecek durumda değil.

Batı ülkelerinin Suriye’ye girmekten hiçbir çıkar elde edeceği yok. Eğer olsaydı, Batı bloğu Libya’da olduğu gibi çoktan Suriye hükumetine karşı askeri bir girişimde bulunmuş olurdu. ABD ve Avrupa sadece söylemini sertleştirmekte ve başarısız olmuş BM projelerini tekrar etmekte. Çünkü Batı da bir çıkar/prensip çatışmasının ortasında şuan. Libya’ya askeri müdahalede bulunurken çıkarlarını saklamak için kullandıkları prensipleri Suriye’de de ayakta tutmak zorunda kalmış durumda. Sıkça eleştirdiğim Batı politikalarının aynısını AKP hükumeti yapıyor şu anda. Çıkarları değiştikçe prensiplerini değiştiriyor, ve kendisini bu içi boş prensiplerin en önemli savunucusu ilan ediyor.

Çıkarlar ve prensiplerin çatışması her ülkenin her daim çözmesi gereken bir durum. Türkiye ve Batı (ve bölgedeki diğer ülkeler) bir seçim yapmak zorunda. Türkiye için Esad hükumetinin düşmesi daha avantajlı olacağından, AKP hükumeti Esad’la geliştirdiği ilişkileri kısa zamanda yok saydı ve umduğundan daha güçlü çıkan Esad rejimine karşı da muhaliflere destek verdi. Bu desteğin Türkiye’yi nasıl durumlara sokacağını da bekleyip görmekten başka çare yok. Ama İran’la olan ilişkilerini zorlayacağını şimdiden görebiliyoruz.

 
Toplam blog
: 4
: 1860
Kayıt tarihi
: 13.08.12
 
 

Türkiye ve Ortadoğu insanını, kültürünü, siyaset ve ekonomisini detaylı, farklı açılardan ve somu..