Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Kasım '08

 
Kategori
Siyaset
 

Türkiye solcularının hastalıkları

Ülkemizde solun gelişememesinin çeşitli nedenleri vardır. Bunların tümü de önemli nedenlerdir. Ancak en önemlisi solun kendi içerisinden kaynaklanan nedenlerdir. Ben bunlara “Türkiye solunun hastalıkları” diyorum. Bu yazımda, bu hastalıklardan söz edeceğim.

Ucu açık bir yazı olacak bu. Çünkü aklıma gelmeyen hastalıklar da çıkabilir. Yeni bir hastalığın tanısını koyarsam, altına ekleyeceğim.

Şimdilik tanısını koyduğum hastalıklar şunlar:

1- “Her şeyin en iyisini ben bilirim” hastalığı:

Bu hastalığa tutulanlar, başkalarının görüşlerini umursamazlar. Çünkü başkalarında doğruyu bulacak yetenek yoktur zannederler. (Bu tavır, insanı dostlarından bile uzaklaştırır.) "Her şeyin en iyisini ben bilirim" hastalığına, en çok, liderler tutulur. Böyle bir liderin temsil ettiği kurum ise başarıyı yakalayamaz. Çünkü başarı, güçlü, bilinçli ve akılcı bir kadro gerektirir.

2- “Kalıba yapışma” hastalığı:

Bunlar hâlâ Marx’ın, Lenin’in virgülüne dokundurtmazlar. Bu ustaların yanlışlarını söylemeyi büyük suç sayarlar. Yüzyıllar sonra bile gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli olmayan düşler uğruna canlarını feda ederler de; kendilerinin ya da çocuklarının yaşadıkları dönemler adına yapılacak iyileştirme çalışmalarında kıllarını bile kıpırdatmazlar. Haklarını yemeyelim… Demokratik hakları vereceğini bildikleri partiyi, “solcu değildir” diye desteklemezler; ama aynı demokratik hakları, vermek istemeyen iktidarlardan almak için yırtınırlar. “Ey akıllı, bu hakları verecek partiyi desteklesen, her şey daha kolay olmaz mı?” diyecek olsan; “Sosyalist olmayan partiye destek verilmez. Sosyal demokrasi, sola ihanet ideolojisidir.” diye kestirip atarlar. Asıl korkuları; alıştıkları mücadele biçiminden koparlarsa ve sonuç daha iyi olursa, yaptıkları yanlışlığın ortaya çıkmasıdır. Geçmişlerinin bir anda silinip gideceğinden çekinirler. Yanlışlarının üstünde yükselmeyi yeğlerler hep. Bilmezler ki; yanlışlar ders çıkarmaya yararlar, üstünde pineklemeye değil…

Bu hastalık, arayışları ve gelişimi engellediği için, solcuları tutuculaştırır. Hatta dogmacılığa sürükler. Hazır yazılmışlarla yetinirler. Yeni şeyler üretmeye gerek duymazlar. Okuduklarını her ortama, her koşula uyabilen bir kaftan yerine koyarlar. Yeni arayışlar içinde olanları, yolundan sapmış olarak görürler. Bu yüzden her zaman küçük gruplar oluşturur, bununla yetinir, keskin mücadele görüntüsü sergilerler. Ama hiçbir zaman mücadelelerinden elle tutulur bir sonuç aldıkları görülmemiştir. Buna karşın, aynı tutumlarını inatla sürdürürler. Tutumlarının, mücadele ettikleri egemen güçlere yaradığını görseler de yollarından dönmezler. Sağcıların en çok işine yarayan, solun bu hastalığıdır. Çünkü bu hastalık, “küçük olsun benim olsun” ve “bölünerek çoğalma” hastalıklarının da körükleyicisidir.

3- “Lider olma” hastalığı:

Bu hastalığa yakalananlar, bulundukları her ortamda, liderliği ele geçirmenin yollarını ararlar. Başaramazlarsa, o ortamı çamura bulayarak terk ederler. Kendilerinin lider olduğu ortam buluncaya dek sürdürürler bunu. Lider oldukları halde başarı sağlayamadıklarında, başarısızlıklarını gizlemenin yolu bellidir. Lider olamadıkları için ayrıldıkları örgütlere çamur atmak. Başında bulunduğu örgütün içler acısı durumunu görmezden gelip, liderliğini benimsetemediği baba ocağını yıkmanın yollarını ararlar bunlar.

4- “Küçük olsun, benim olsun” hastalığı:

Türkiye’de, solculuğun en belirgin göstergesidir bu hastalık. Çoğu zaman, “lider olma” hastalığının tetiklemesi sonucu ortaya çıkar. “Lider olma” hastalığına tutulanlar, mücadeleyi de sevmiyorsa, biraz da rahatına düşkünse, “küçük olsun, benim olsun” hastalığından kaçamazlar. Oluşturdukları parti ya da herhangi bir örgüt ne denli küçük olursa, bir makam kapma olasılığı o denli artar.

5- “Amip” hastalığı:

“Bölünerek çoğalma” olarak da tanımlanabilir. Bu hastalığı tetikleyen hastalıklar, ”kalıba yapışma”, “lider olma” ve “küçük olsun benim olsun” hastalıklarıdır. Daha doğrusu, bu dört hastalık zincirleme olarak, birbirlerine bağlıdır. Ama çoğu zaman üçü bir arada görülür. ”Lider olma”, “küçük olsun benim olsun” ve “amip” hastalıkları… Bu üçlü hastalığı “makam kapma” adı altında toplamak yanlış olmaz. “Makam kapma” hastalığına yakalananlar, önce oturacak bir makam ararlar. Bunun için, yağcılık dâhil, her yolu denerler. Başaramayacaklarını anladıkları zaman, bulundukları örgütü bölerek, boş makamlar oluştururlar. Bundan sonrası kolaydır. Ana örgüt hakkında atıp tutmalar; onun programından çaldıklarını, yeni buluşlarmış gibi sunmalar; geniş tabana sahiplermiş gibi böbürlenmeler; kartopu gibi büyüme palavraları; “gerçek solculuk” martavalları… Sonunda, kendi martavallarına kendileri de inanmaya başlarlar. Her seferinde takke düşer, kel görünür. Ancak bizimkiler(!) her seferinde bir kılıf bulurlar yenilgilerine. Buldukları kılıf her seferinde aynı kılıftır. “Halk bizi seviyor, ancak kazanma şansımızın olmadığı yaygaraları yüzünden oy vermedi.” İnsanları bu kılıfa inandırdıklarını sanırlar her seferinde. Madara olduklarının ayırtına varamazlar bir türlü. Bunları suçlamak da yanlıştır bir bakıma. Nede olsa hasta insanlar! Tedavileri de olanaksız gibi görünüyor.

“Kalıba yapışma” hastalığı olan örgütlerde de “amip” hastalığı kolay gelişir. Biraz geniş düşünmeye başlayanlar, kalıptan çıkmaya çalışırlar. Kımıldamalar başlar önce… Sonra kopmalar…

6- “Yağdanlıklara analık etme” hastalığı:

Bu hastalık, genellikle liderlerde görülür. Bu hastalığa yakalananlar, genellikle “kronik siyasal körlük” hastalığından muzdariptir. Kuluçka tavuk gibi, yağcıları kanatlarının altında beslerler. Onların hatalarını göremezler. Belki de işlerine gelmez görmek. Böyle liderler, örgütte rahatsızlığın kaynağıdırlar. Yetkin insanlar, bu durumdan hoşnut olmadıklarından, yeni arayışlar içine girmek zorunda kalırlar. Bu da örgütün parçalanmasına kadar gidebilir.

7- “Üst yönetimleri suçlama” hastalığı:

En çok, CHP’lilerde görülmektedir. Başarı sağlanırsa, bu hastalar payından fazlasına sahip çıkma savaşına girerler. Ortada bir başarısızlık varsa, tüm suçu üst yönetimlere yükleyip, kendilerini sıyırmanın yollarını ararlar. Bu hastalar, kendi sorumluluklarını asla kabul etmezler. Tüm siyasal çalışmalarda, kendi bildiklerini okurlar; sonuç olumsuz çıkarsa, üst kadrolara veryansın ederler.

8- “Medya ağzını kullanma” hastalığı:

Bu hastalar, bir yandan, medyanın, kapitalizmin borazanı olduğunu savunurken; öte yandan kendi liderlerini medya ağzıyla suçlarlar. Bu hasalığa en çok tutulanlar, yine CHP’lilerdir. Düşünmezler ki, medya patronlarının çıkarları, liberal ekonomik sistemle bütünleşmiştir. Onların sözcüleri de, genellikle, patronlarının tokmağına davul tutmak zorundadırlar. “Medya ağzını kullanma” hastalığına tutulanlar, işte bu davulların sesinden başka sesleri duyamazlar. Düşünme sistemleri de bu seslerle şekillenir.

9- “Kendisini dev aynasında görme” hastalığı:

Bu hastalar, kendilerinin başaramayacakları bir görev olmadığını zannederler. Siyasetin ABC’sini bile bilmemelerine karşın, ellerinden gelse parti genel başkanlığını bile kimseye kaptırmazlar. Bunlar aslında, siyaset parazitleridir. Girdikleri örgütü, kırk haramilerin saldırısına uğramış hana çevirirler. Hele paraları da çoksa ya da çevreleri genişse keyiflerine diyecek yoktur. Örgüte, doku uyuşmazlığı olan bir sürü üye taşıyarak, kendilerini istedikleri makamlara seçtirirler. Sonuç bellidir. Fiyasko üstüne fiyasko…

10- “Suya erişemeyince, karada kürek çekme” hastalığı:

Bu hastalık, benim de kurtulamadığım bir hastalıktır. Bu denli hastalıklı bir yapıda suya erişebilmenin çarpık yollarında yürümek istemeyenler (zaten suyun başındakiler buna izin vermezler) tüm birikimlerini birilerine aktarmak isterler. Bunların başarı sağladıkları görülmemiştir şimdiye dek. Her şeye karşın yılmadan sürdürürler etkinliklerini. Boşa kürek çektiklerini bilmelerine karşın, bir umut zerresi vardır yüreklerinde. Sağaltılamaz bir hastalıktır bu. Yüreklerindeki umut zerresi de kaybolunca yeni bir hastalığa yakalanırlar. “İnziva” hastalığı… Her şeyin sonu yani... Yüreğimdeki umut zerresini kaybetmek istemiyorum kendi adıma.

Bu hastalıklı insanların oluşturduğu yapı, yetişmiş kadroları da, istemeden yanlışlara sürükler. Yönetici kadroların görevi, her koşulda doğrudan sapmamaktır. Sol yelpazede daha çok görülen bu hastalıkları tedavi etme görevi de onlarındır. Salt tedavi etmek de sorunu çözmez. Bu hastalıkları yapan ortamları siyaset sahnesinden silmek gerekir. Demokrat olmayan örgüt yapısıyla, sosyalist ya da sosyal demokrat iktidar oluşturulamaz. Demokratik bir örgüt yapısı oluşturulmalı; ancak, demokrat olma adına, başıbozukluğa da izin verilmemeli. Örgütsel sorunlar parti içi sorunlardır. Bunlar medyada tartışılmaya başlanırsa, örgüt disiplini sağlanamaz.

Medyada tartışılacak şeyler de vardır elbet. Bunlar, günün koşulları gereği düşünülen yeni açılımlar; ülkenin dış ve iç sorunlarına önerilen çözümler; düşünsel öneriler olabilir. Ancak parti içi didişmeler, medyaya taşınmamalı. Bir biçimde medyaya yansısa bile, bunlar, örgütsel alanların dışında tartışılmamalı. Örgüt içerisindeki tartışmalarda da kırıcı olmamaya özen gösterilmelidir.

 
Toplam blog
: 71
: 774
Kayıt tarihi
: 01.03.07
 
 

Emekli Öğretmenim. Anadolu Üniversitesi, AÖF, Eğitim Önlisans Programı mezunuyum. İlgi Alanım: Si..