- Kategori
- Sosyoloji
Türkiye'ye Yönelik En Büyük Tehlike Nedir?

Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde yaşanan ve azınlıkların etnik ayaklanmaları sonucu elde ettikleri kısmı başarılar, sanılmasın ki yalnızca onların “kahramanlıklarının doğal sonucuydu. Çünkü kendileri adına kazandıkları ne varsa tümünde, Balkan milletleri ve Araplar için, Avrupa'nın; Ermeniler için de ağırlıklı olarak Rusya'nın desteğinin payı büyüktü.
Yaşanan etnik şiddet ve terör, Avrupa'nın müdahalesine meşruluk kazandırmak için verilen kutsal görevden(!) (Surp Kordz) ibaretti. Ayrılıkçı liderler de görevlerini yaptıktan sonra soluğu Avrupa'da aldılar ve "işte geldik, biz görevimizi yaptık, sıra sizde" dediler.
Bunun için, Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde, bu anlamda devrimci düşüncelere sahip olanlar, buna Jön Türkler de dâhildir, Avrupa'nın veya Rusya'nın yolunu tutmuşlar, orada bürolar açmışlardır. O dönemde Beyaz Saray henüz bu kadar popüler ve etkin değildi, yoksa orada ağırlarlardı.
Batının verdiği güvenle, milyonlarca insanın o dönemde hayatını kaybetmesine neden olanlar, Osmanlı'ya müdahale etmesi için, vakitlerinin büyük bir kısmını dışarıda etkili olabilecek kişi ve kurumların kapısının önünde geçirdiler. Bu konuda ısrarcı yaklaşımları öylesine ileri gitti ki, aynı gaye için çalışan Ermeni Başkhi Işkhanyan bile bu duruma isyan ederek, yandaşları Ermeni isyancıların bu tutumunu “siyasal dilencilik” diye adlandırmaktan kendini alamadı.
Işkhanyan'ın tanımladığı bu siyasal dilencilik, dün olduğu gibi bugün de Avrupa ve Amerika başkentlerinde gizli ve açık meydanlarda mendil açmış durumdadır. Bugün itibariyle Türkiye'de küçük veya büyük ne kadar etnik veya mezhepsel kımıldama varsa, hepsinin de Batı'da uzantısı, hamisi ve bürosu vardır. Dikkat edilirse, Aleviler gibi İslam dini içinde gelişen bir mezhep hareketini, yeni bir din gibi göstermeye çalışanlar, “insan hakları” gerekçesi altında Alevi haklarını savunma görevini üstlenenler hep onlardır. Buna Batının, Süryaniler, Kürtler Lazlar ve diğer etnik gruplarla ilgi yaklaşımlarını da ekleyebiliriz.
Bundan dolayı, Türkiye'ye yönelik en büyük tehlike, etnik ve mezhepsel yaraların kaşınmasıdır. Çünkü diğerinde başarılı olmaları mümkün değildir.
Bunu denediler. Gezi’de denediler olmadı, 15 Temmuz’da denediler, olmadı. Bu millet, tarihte olduğu gibi, bugün de hainlere karşı milletini savunacak güç ve imana sahiptir. 15 Temmuz Darbesine karşı sergilenen o destanı başka hangi millet yazabilir? Antep, “Gazi” unvanını boşuna mı aldı? Maraş’ın, “kahraman”lığına karşı kim ne diyebilir? Urfa’nın “şanılı” oluşu, düşmana ve hainlere karşı canını ortaya atması değil midir? Çanakkale’yi geçilmez kılan da bu iman değil miydi?
Bu konuda, eminim artık kimsenin aklından bir iç kargaşa çıkarmak geçmeyecektir.
Ancak, bize zarar verebilecek olan şey, Avrupa veya Amerika'nın bir şeyleri bahane ederek etnik veya benzeri kırılmaya müsait fay hatlarını harekete geçirmesidir. Akabinde olaylara el atması, siyasal destek vermesi ve çıkacak olası bir kaosun tarafı konumuna gelmesidir. En iyimser bir yaklaşımla, olayların seyrinin dış müdahaleye açık hale getirilmesi veya ne sebepler olursa olsun, buna göz yumulmasıdır.
Tarihimizde siyasal dilencilik dün vardı, bugün de var, gelecekte de varlığını sürdürecektir. Çünkü her zaman azınlıklara veya etnik gruplara merhamet edecek(!) “tek dişi kalmış” canavarlar hep olacaktır.
Bize düşen şey ise; siyasal dilencilere karşı uyanık olmak; etnik ve dini ayrımcılığa prim vermemek, sözde değil, özde bir sevgi ve ilgi ile tüm vatandaşları kucaklamaktır.
Bu topraklarda onlara alan bırakmamak. Çünkü bir ülkede sorunlu zeminler olursa onun üzerinde sörf yapan yerel-uluslararası odaklar bulunur.
Vatandaşlar arasında adaleti tam sağlayarak, onların “aidiyet duygularını” sarsmamaktır.
Ta ki, dışarıdakiler sosyal bir deprem senaryosu ile bizi sarsmasınlar!. Bu depreme, ancak tüm renklerimizle birlikte karşı koyarsak dayanabiliriz.
Birlikte olduğumuzda nelere dayandığımızı hatırlasak yeterlidir.!