- Kategori
- Sosyoloji
Tutku
Aramıştı, binlerce yüz binlerce yıl aramıştı; bitmeyen tükenmeyen bir inançla. Anlamı aramıştı, sonsuzluğu kavramak istemişti, solmayan gerçeği soluklamaktı tek tutkusu bunca yıl boyunca.
Varlığa doğduğu an kendisinin de bir farklı olduğunu kavramıştı. Her şeyi herkesten çok daha derin ve özünden algılıyordu. Çevresindekiler kendi sınırlı dünyasında mutluluğu yaşamakla yetinmekteydi, sanki herkes bir çeşit uykudaydı. O ise başka bir boyutta nefes alıp vermekteydi; hep en temel kavramlarla ilgileniyor, en çocuksu soruları soruyor ve cevapları yalnızca kendi içinde arıyordu.
Bilgeliği aracısız olarak Kaynak’tan almasını bilen bu ateşîn varlık, zamanla diğer tüm yaratılmışlara Sonsuz Gerçeğin nefesini ileten bir öğretmen haline geldi, artık azizlerin azizi Azazil’ di. Özü ateşti, kor gibi sıcak, od gibi tutku dolu ve yalım gibi tutulmazdı. Bilgisinde özgür iradesi vardı, ışıktan yaratılmış melekler bile ona denk olmazdı.
“ Bizi tanımlayan seçimlerimizdir ” diye öğütlüyordu derslerinde, kendisi Sonsuzluğun Dinmeyen Sesi. Kimse Tanrı’ yı onun kadar iyi bilemezdi, hele asla onun kadar içten sevemezdi. Evrendeki her şey onun bilgeliğiyle anlam kazanmıştı.
Bir gün yeni bir yaşam formu söylentileri çıkageldi, üstelik özgür iradeli. Bu da böyle neydi, soyutluğun sonsuzluğuna somutta kendisi yetmez miydi? Zihninde sorularla toprak adamı görmeye gitti; inceledi, inceledi, inceledi… Toprak kadar hantal toprak kadar basitti, hayvani duygularıyla mantığa gerçek bir setti. Algı ve değerleri birer serap, buna bağlı kurduğu kavramlar gerçeklikten uzak bir girdaptı. Bilmeden sevdiğini belirterek bağlanan, yine bilmeden korku duyup kaçan bir yapısı vardı. Böyle cahil bir varlık asla Tanrı’ yı kavrayamazdı.
Ama bir gün… Tanrı tüm melekleri topladı. “ Ben ona Ruhumdan üfledim, secde edin ” dedi. Melekler soru sormaktan çok uzaktı, bu yüzden asla gerçeği kavrayacak kadar cesur olamazlardı… Ama o özeldi, Tanrı’ yı gerçek anlamda seven tek bilmeceydi. Karşısında duran bu aciz varlık için bu sevgisine ihanet edemezdi. Yoksa o güne kadar varlığa kattığı tüm anlam boşa giderdi. Ve isyan etti. Kendisi hem iyi hem kötüyü bilen ve bu haliyle Tanrı’ yı en şeffaf haliyle görebilen tek varlıktı. Aynı şeyi insanlar asla yapamazdı. Hiçbir insan Tanrı’ yı onun kadar içten anlayamazdı. Bundan sonra tek amacı, bunu ispatlamak olacaktı.
Bir açıdan Notre Damme’ ın Kamburunun gelmiş geçmiş en güzel insan olduğunu kim kabul etmez ki? Şeytanın gelmiş geçmiş en özgün varlık olduğunu kim inkâr edebilir?
Gerçek güç iyiyi sevip kötüden korkmak değildir; iyiyi yaşarken kötüyü de kavramak ve hükmedebilmektir.
Şeytanı sevebilmektir…