Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Nisan '12

 
Kategori
Kitap
 

Uçurumun kenarından

“Bilindiği gibi ‘muhbiri sayın; yurtseveri hain;

demokrasisi bir oyun’dur toplumumuzun…”

Mehmet BAŞARAN

(Domuz Dolabı’nın Önsözü)

“Uğursuzlar.. hep sabahın alaca karanlığında çalarlar kapıları..

Uykunun en tatlı yerinde…

26 Mart 1953 sabahı da öyle yaptılar…

Uykunun en tatlı yerinde çaldılar kapımızı…” (1)

Feyzullah Aktan, DOMUZ DOLABI adlı eserine bu cümlelerle başlıyor.

Sabahın köründe kapıları yumruklandığında, eşi Ümmü Hanım’la birlikte “Sütçü Naciye Yenge’dir” diye düşünüp hiç de kötüye yormazlar bunu.

Kapıyı açıp da karşılarında Lüleburgaz Cumhuriyet Savcısı’nı, yanında göbeklice bir adam ve arkada iki polis görünce, şaşırırlar.

Öyle ya hırsızlık yapmamışlardır, kumar oynamamışlar, kimseyle kavga etmemişlerdir.

Nâmussuzluk yapmamışlar; zimmetlerine para geçirmemişlerdir.

Bir ay önce toprağa verdikleri ilk çocukları Gülbahar’ın acısı çok tazedir.

Henüz bir ev kiralayamadıkları için, Ümmü Hanım’ın bir akrabasının sundurmaya eklenmiş küçük bir odasında kalmaktadırlar.

“Buyurun!” deyince Aktan, “Seni almaya geldik” der, sonradan Kırklareli Emniyet Müdürü Adnan Çakmak olduğunu öğrendiği göbekli kişi.

Sonra, “Evi arayacağız” diye ekler.

Cumhuriyet’in savcısı, emniyet müdürü ve polisi elbette görevlerini yapacaklar, nerde hain varsa, gözünün yaşına bakmadan, adaletin demir yumruğunu başına indireceklerdir!

Buldukları beş on kitap ve dergiyi  “suç kanıtı” olarak toplayan görevlilerle birlikte kapıdan çıkarken Aktan, bu duruma bir anlam veremeyen eşine: “Bir yanlışlık olmalı.. üzülme.. biraz sonra dönerim!” der.

Genç olduğu, toy olduğu nasıl da belli oluyor Aktan’ın.

Hem “Bizim Sesimiz” adıyla 5 aydır bir dergi çıkaracaksın, hem “komünist yuvası” diye bilinen Kepirtepe Köy Enstitüsü’nde okumuş olacaksın, ayrıca Köyleri Kalkındırma Derneği’ne (henüz üye olmamışsan da) üye olmayı düşündüğünü söyleyeceksin...

İnsaf be kardeşim!.. Bu kadar suçun olacak, sonra da seni yakalayıp götüren polisler, karakolda çay, kahve, limonata ikram ettikten sonra seni bırakıverecekler, öyle mi?

O yıllarda, ya çok safmışsın benim gibi, ya da  ne bileyim ben, işte öyle bir şey!..

“Ülkemizde kurulu düzeni komünizm yoluyla devirme amacıyla dernek kurmaktan sanık” 22 kişilik listenin 3. sırasında yer alır Feyzullah Aktan.

Altıncı sırada Av. M. Niyazi Akıncıoğlu da vardır.  Evet, evet… Hani o:

Helva demesini de biliriz

Halva demesini de

Mingayrıhad biz de şâiriz

Vâkıa asılmadı resmimiz

Bir berber dükkânına bile

Ve anılmadı ismimiz

minnacık puntolarla olsun.

Ama biz gene şâiriz

Dostu dost biliriz

Düşmanı düşman

Ve açıktır her zaman

kapılarımız ardına kadar.

Dostlar

Çarıklarını çıkarmadan 

Baş köşeye bağdaş kurup

oturabilirler

Bize Magripten gelirler

Maşrıktan gelirler.

Olmuşu dost ağzına ayvanın

Hamı düşman başına!.. 

dizeleriyle başlayan “Düşman Başına” adlı o güzel şiirin şâiri…

Ve ilginçtir; 22 kişiden 17’si Kepirli… Aktan gazeteci, diğerleri öğretmen…

Cahit Külebi’nin:

Siz, kara göklerin yıldızları

Işıtın yurdumuzu sabaha kadar

Ama düşe kalka, ama yiğit, ama umutlu

Alın benim gönlümden de o kadar!

diyerek yüceltip kutsadığı köy öğretmenleri!..

İster Kızılçullu olsun, ister Aksu, ister Hasanoğlan…

İster Cılavuz olsun, ister Ârifiye, ister Çifteler…

Ve dahi ister Kepirtepe…

Tâ kurulduğu günlerden bu yana, bu okullarda bir acayiplik var zaten!

Bakın işte, güzel yurdumuzun güzel bir köşesi olan Trakya’nın göbeğinde kurulan bu “Enstitü”, Türk Ceza Kanunu’nun 141. maddesine aykırı, ülkemiz ve milletimizin zararına gençler yetiştiriyormuş da,  koskoca “Millî Şef”mizin bile haberi yokmuş bundan!

Allah’a şükür ki, Mareşal Fevzi Çakmak’ın yeğeni Adnan Çakmak gibi yurtsever bir “Emniyet Müdürü” geliyor da Kırklareli’ye, o bulup çıkarıyor, kısa sürede “vatan hâini” bu 22 kişiyi!

Ve yine binlerce şükür ki, Kırklareli’nin Cumhuriyet Savcısı da “vatansever ve milliyetçi” bir insandır! Polisin  elde ettiği belgelere, kanıtlara dayanarak öyle güzel bir “iddianâme” hazırlar ki, Kırklareli Ağır Ceza Mahkemesi hâkimlerinin, sanıkların tutuklanması isteğine “hayır” demeleri için ya “satılmış” olmaları gerekirdi, ya da “Moskof Uşağı”!..

Polislerin arasında evden çıkarken, genç ve acılı eşine: “Üzülme… Bir yanlışlık olmalı… Biraz sonra dönerim.” diyen Feyzullah Aktan gibi, öteki 21 sanık da benzer sözler söylemişlerdir mutlaka, geride bıraktıkları sevdiklerine.

Oysa, 6 ay geçtiği halde hâlâ tutukludurlar. Ve “tutukluluk süresi 6 ayı geçtiği için” öğret-menler “meslekten tart” edilirler.

Böylece, 16 köyün tertemiz çocukları, komünist mikrobu bulaşmadan büyüme şansına kavuş-muş olur ki, sadece bunun için bile, ne kadar teşekkür edilse azdır; emeği geçenlere!

Bu muhteşem sonucun elde edilmesinde Em. Md. Adnan Çakmak ve Cum. Savcısı Hüseyin Tarhan kadar, Trakya ilçelerinde kaymakamlık yapmış olan ‘MİT’çi Orhan Hançerlioğlu ve Millî Emniyet Müfettişi Binbaşı Kemal Cantimur’un da emeği vardır!

Neme gerek, kimsenin hakkını yemeyeyim. Bu dünyada olmasa bile, ötekinde soran olur mutlaka!

Ve 6 ay gizli olarak yapılır duruşmalar. (“Neden acaba?” diye sormayın. “Vatan ve milletin saadet ve selâmeti için” öyle uygun bulmuş büyüklerimiz. Size ne?..)

21 Ekim 1953 tarihli gazetelerde patlatılır bomba:

“Bir Komünist teşkilât meydana çıkarıldı.”

“22 kişi, T.C.K’nın 141. maddesi gereğince mahkemeye sevkedildi.”

“Suçları; mevcut düzeni değiştirmek, gizli gayelerle cemiyet kurmak, Rus elçiliğiyle muhabere etmek…”

“Sanıkların Bulgaristan’a kaçma plânları bulundu.”(Vay namussuzlar!.. Vay satılmışlar, kanı bozuklar!.. Vatan ve millet düşmanları!.. Hainler!..)

Yahu,  bu komünistler ne biçim mahlûklar böyle?

Durup dururken ne diye mevcut düzeni değiştirmeye kalkıyorlar ki? Gerçi Atatürk de mevcut düzeni değiştirmeye kalktı ve değiştirdi de üstelik ama o başka! O, Mustafa Kemal Paşa… O, Ata-türk!.. Siz kimsiniz?..

Düzenin değişmesi gerekiyorsa, çıkar bir “paşa” ortaya, o değiştirir. Size ne oluyor ki! İyi

ki yakalamışlar o 22 kişiyi! Yoksa “azılı komünist Nâzım Hikmet gibi” kaçardı bunlar da Rusya’ya!

Bulgaristan sınırında yazar Sabahattin Âli’nin başını taşla ezerek öldürecek kadar “vatansever bir çoban” bulunmaz ki her yerde, her zaman!

İyi ki Adnan Çakmak gibi birEm. Müdürü, iyi kiHüseyin Tarhan gibi birC. Savcısı ileHıfzı Şişmanoğlu, Cemil Tolunay ve Orhan Töre gibi hâkimler varmış; 1953’te, Kırklareli’de!

Bir Nâzım Hikmet’in hakkından gelemedik; ölünceye kadar, bunca insan kaçsaydı Mosko-va’ya, ne olurdu hâlimiz; bir düşünsenize!

Bir kez daha “uçurumun kenarından dönmüşüz” de 1953’te, Domuz Dolabı’nı okuyuncaya kadar,  haberimiz yokmuş bizim!

27 Mayıs 1960’tan bu yana 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat’larda: “Devlet ve milleti uçurumun kenarından kurtardık” diyenleri duydukça,  İranlı şâir Sâdi’nin şu şiirini hatırlarım hep:

Bir kurdun elinden büyük bir adam

Bir koyun kurtardı. Olup da akşam

Karanlık basınca çaldı bıçağı

İnleyerek dedi koyunun canı:

“Sanki kurtardın da ne yaptın beni

O kurdun yerine koydun kendini.” (2)

Allah hiçbir zaman,  hiçbir kurtarıcıya muhtaç etmesin bizi!

Ne devletimizi, ne milletimizi!..

Domuz dolabı – Köy Enstitülerinin Kapanış Öyküsü, Feyzullah Aktan, Serendip Yayınları, 2012

Gülistan’dan Seçmeler, Sâdi, Çeviren:Mustafa Çiçekler, Alkım Yayınevi, 2. Baskı, 2008                                               

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..