Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ekim '17

 
Kategori
Tarih
 

Ulusal Mücadelede Fetva Savaşları

Ulusal Mücadelede Fetva Savaşları
 

Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat Efendi (Börekçi)


Ulusal mücadele; hem emperyalist güçler ile hem emperyalistlerle işbirliği yapan yerli işbirlikçilerle hem de İstanbul hükümeti ile Ankara yönetimi arasında geçen ikili, çok yönlü mücadelelere sahne oluyordu.

Ulusal Kurtuluş savaşı döneminde İstanbul’un işgali sırasında Haydarizâde İbrahim Efendi, Kuva-yı Milliye aleyhindeki fetvâya imza atmamak için Damat Ferit hükümetinde yer almamıştı. Damat Ferit Paşa, kabinesine istediği kadar Nazır bulabilmesine rağmen, Şeyhülislâm bulmakta zorluk çekiyordu. Dinî hayatta yüce yeri olması gereken Şeyhülislam makamını, kendilerine teklif edilenlerden, bu yere gerçekten lâyık olanlar istisnasız görevi reddetmişlerdi.  2 Nisan 1920’de Salih Paşa’nın istifası üzerine, Anadolu harekatı ve özellikle Ulusal harekatın önderine düşman olan Damat Ferit Paşa, 5 Nisan 1920’de dördüncü defa Sadrazamlığa getirilmişti. 3 Nisan 1920’de kurulması gereken hükümet, bu yüzden iki gün gecikme ile 5 Nisan’da, Dürrizâde Abdullah Efendi’nin bu görevi kabul etmesiyle oluşmuştu. Hükümetin göreve başlamasıyla birlikte, İtilâf güçlerinin özellikle İngilizlerin baskısı ve desteğiyle Damat Ferit Paşa’nın en kanlı, en azılı tahrikleri de birbirini kovalamıştı.

Şeyhülislam Dürrizade Abdullah’a ait olan ve tarihe “Dürrizade Fetvası” olarak geçen 11 Nisan 1920 tarihli bu fetvada; Kurtuluş Savaşına katılan herkes halifeye isyan ile suçlanmış olup bağımsızlıktan yana olanlar din düşmanı olarak gösterilmişti. Fetva sorar; Asilerin katli din, yasa, töre vb. bakımdan işlenmesinde, yapılmasında sakınca olmayan, yapılıp işlenmesine izin verilen bir eylem midir? Buna yine Fetva yanıt verir; -İslam dinine göre yapılması gerekli olandır.

Mustafa Kemal ve arkadaşları ülkeyi işgalcilerden kurtarmaya çalışırken, onları “Asi” ilan ederek öldürülmesi gerektiğini söyleyen Anadolu’nun padişahçı, saltanatçı, gerici çevrelerini harekete geçiren ve işgalcilerle işbirliği yapanlar; yayınladıkları fetva belgesine sonsuz güven duymaktaydı.

Böyle bir anda başta Ankara Müftüsü Mehmet Rıfat Efendi (Börekçi) olmak üzere pek çok din bilgini göreve koşmuştu. Anadolu’da sağduyu ve vatansever ulemayı harekete geçirerek karşı fetvalar çıkarmıştı.

İstanbul Hükümetleri özellikle gözünü hırs bürümüş Damat Ferit Paşa, Anadolu’daki milli harekatın gelişmesini önlemek için çeşitli yolları denemekten kaçınmamıştı. Nitekim Damat Ferit Paşa Hükümeti, daha Sivas Kongresi’nden önce böyle bir mücadeleye girişmişti. O, Haziran 1919’da vali ve kaymakamlara gönderdiği telgrafta, milli ordu oluşturulmasının yasaklandığını bildirerek buna uymayanlara sert davranılmasını, gerekirse İstanbul Divan-ı Örfi’ye gönderilmesini emretmişti.

Diğer yandan Damat Ferit Paşa Hükümeti,  Sivas Kongresi’nin toplanmasına engel olmak istemişti. Bunun için Ali Galip adında birisi Harput Valiliği’ne atanarak Sivas Kongresi’ni basmaya ve üyelerini tutuklamaya görevlendirilmişti. Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde gelişen ulusal harekat nedeniyle çaresizliğe düşen İstanbul Hükümeti, bazı Şehzadeler başkanlığında taşraya o ünlü “Heyet-i Nasihalar”ı göndermişti. Hükümet Başkanı Damat Ferit’e göre bu heyetler, halka Padişah’ın selamlarını ve onun kendilerini düşünmekte olduğunu bildireceklerdi. Böylece İstanbul Hükümeti, kendi otoritesini Anadolu’da artırmak istiyordu. Başka bir ifadeyle, Anadolu’da hükümet aleyhine doğabilecek milli akımları köreltmek niyetinde idi. Halkın hükümetten ziyade Padişah otoritesine olan saygısından dolayı, nasihat heyetlerinin başına özellikle şehzadeler verilmişti

Damat Ferit, Mustafa Kemal Paşa’dan hoşlanmıyor, onu asilikle ve hayalcilikle suçluyordu. Bu kadar güçlü Avrupa devletlerine karşı ordusu terhis edilmiş bir ülkenin hiç bir şey yapamayacağını, durum böyle iken Mustafa Kemal’in İtilâf devletlerini kızdırarak “Dostluk ve yumuşaklık” politikasıyla elde edebileceklerimizden de Türkleri mahrum bırakacağına inanıyordu. Bu inancı o kadar kesindi ki, iki bin kişilik bir ordu ile Mustafa Kemal’in üzerine gitmeyi planlasa da İngilizler, iç savaş çıkar veya askerler Kuva-yı Milliye’ye katılır endişesi ile bu öneriye izin vermemişti.

Damat Ferit Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’ya karşı olan düşmanlığı had safhaya ulaşır. Öyle ki, Padişah Vahdettin’i Anadolu harekatından başka bir ifadeyle Milli Mücadele’de bulunanların başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere yaptıklarından habersiz bırakır.

Damat Ferit Paşa, elimizi İngilizlere kaldırmazsak, İngilizlerin Türklerin çoğunlukta oturduğu yerleri Türklere bırakacağına inanıyordu, bu inançla bütün faaliyetlerini Kuva-yı Milliye’yi zayıflatmaya yöneltmiş, 8 Nisan 1920’de İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri’ni ziyaret etmişti. O, bu ziyareti esnasında, Anadolu’ya karşı Padişah’ın nüfuzundan başka silah da kullanılacağını, İzmit, Bolu, Trabzon, Kayseri ve Harput bölgelerinde de bir takım ayaklanmalar meydana getirilebileceğini ifade etti. Bu arada Bandırma bölgesinde Kuva-yı Milliye’ye karşı savaşan Anzavur’un adamlarına depolardaki üniformaları dağıtmayı düşündüğünü açıklamış ve bu adamların İngilizler tarafından silahlandırılmasını istemişti. Ayrıca, tutuklanmasını istediği kişilerin isimlerini de İngilizlere vermişti.

Öte yandan Mart 1920 sonları ile Nisan 1920 başlarında, yeni bir yönetim merkezi olarak beliren Ankara’ya büyük bir göç başlamıştı. Öyle ki, Malta’ya sürgün edilmemiş mebusların yanı sıra, pek çok asker ve bürokrat İstanbul’dan kaçarak Ankara’ya geliyordu. Böylece milli harekat her geçen gün daha da güçlenerek gelişiyordu.

Milli Mücadele lehindeki bu gelişme, işgal kuvvetleri yetkililerini rahatsız ediyor, alınan önlemlerden de beklenilen sonucu alamıyordu. Ancak geçen süre içinde Anadolu’nun Müslüman halkının dinlerine son derece bağlı oldukları ve her meselenin dine göre açıklanmadıkça kabul etmeyecek bir duygusallık içinde bulundukları anlaşıldı. Bu nedenle Anadolu’nun saf halkını kandırmak için dini akideleri bir silah olarak kullanılmak istenildi. Sonuçta, Kuva-yı Milliye’nin devlete ve Padişah’a asi olduğuna dair Şeyhülislâm Dürrizade Abdullah Efendi tarafından verilen Fetva, “Fetva-yı Şerife” adıyla 11 Nisan 1920 tarihinde Devlet’in resmi organı olan Takvim-i Vekayi ile o tarihlerde İstanbul’da çıkan Peyam-ı Sabah gazetelerinde yayınlandı.

İstanbul’da basılan gazetelerde de yayınlanan bu fetvalardan, çok miktarda Anadolu’nun her tarafına çeşitli araçlarla (postayla, Anadolu’ya geçen kişiler aracılığıyla vs.) hatta İngiliz ve Yunan uçaklarıyla dağıtıldı. İngiliz konsolosları, İngiliz torpidoları, Rum ve Ermeni teşkilatları ile Yunan kuvvetleri de Fetvâ’nın dağıtımında görev almışlardı.

Fetvânın Anadolu’da yayılması ve zararlarını önlemek için sıkı önlemler alınmış ise de bunda pek başarılı olunamadı. Zira TBMM’nin açılışı arifesinde, ülkenin işgalden kurtulabilmiş köşeleri, ayrı görüşlerin kavga sahnesi haline gelmiş, bu yıkıcı fetvalar ve Bab-ı Ali’nin açıklamaları ile aldatılan halk, yer yer vatan kurtarıcılarının önüne dikildi. Anadolu’nun muhtelif yerlerinde ayaklanmalar baş göstermiş, isyancılar, Ayaş belinden Ankara’yı seyreder hale gelmişti. Türk Milli Mücadelesi için zor günler yaşanıyordu. İç ve dış ihanet odakları el ele vererek, Anadolu’da bir kardeş kavgası çıkartmak yolu ile halkı birbirine kırdırmak istemişlerdi. Durum her geçen gün daha tehlikeli bir hal almış. Ulusal harekâtın başarısı tehlikeye düşmüştü.

İstanbul fetvasının hareket noktası; Anadolu harekatının, “Huruc Alessultan” yani Sultan ve Padişaha karşı yapılan bir ayaklanma hareketi olarak görülmesi idi. Bu arada Kuva-yı Milliye kötüleniyor ve Padişahın sadık tebaasına zulüm edenlerin katledilmeleri gerektiği ileri sürülüyor, fetvada Kuva-yı Milliye’ye karşı savaşırken ölenlerin şehit olacakları da belirtiliyordu.

Ankara Fetvası, “Padişah ve Halife dahi esirdir. Makam-ı hilafet ve Saltanatın kurtarılması gereklidir” noktasından hareketle hazırlanmıştı. Fetvada düşman elinde esir olan halifenin zor ve baskı kullanılarak bir fetva yayınlattırıldığı, haliyle de bu fetvadaki hükümlerin geçersiz olduğu hususları üzerinde durulmuştu.

Her iki fetva, karşılaştırıldığında İstanbul fetvası delil olarak sadece bir ayete dayandırılıyor, verilen bu ayetle, Anadolu’daki asilerin saldırıda bulundukları söyleniyordu. Oysa Ankara’dan böyle bir saldırının söz konusu olmadığı gibi aksine padişah ve halifenin esaretten kurtarılması için; gerekli çalışma yapılmalı, hakiki düşman olan işgal devletlerine karşı birlik ve beraberlik sağlanmalı, onlara karşı mücadele edilmeli düşüncesi işleniyordu. Bu nedenle de; Ankara fetvâsında gösterilen nedenler, verilen icazetler, hükümler daha gerçekçi ve dini yönü daha güçlü idi. Ankara fetvasında delil olarak İslâm fıkıh ve fetvâ kitaplarından örnekler veriliyordu.

Anlaşılacağı üzere İstanbul fetvâsında taraflı, kasıtlı, eksik hatta yanlış bilgiler isnat edilerek hükümler verilmiş, daha önemlisi, ciddi dini delil gösterilememişti. Bu yüzden inandırıcılık yönü zayıf kalmış, fakat Halifelik makamının nüfuzu iyi kullanılmış, Ankara Fetvası ise, gerçekleri daha iyi yansıtan ve “Hareket ve esirliğe maruz kalan İslâm Halifesi’nin kurtarılması” esasından hareket edilerek Şer’i Şerife uygun ve ikna edici delillere dayandırılmıştı.

Pek çok Müftü ve din adamının, ulusal harekatı destekledikleri veya bizzat milli faaliyetlerin içinde bulundukları Anadolu halkı tarafından bilinmekteydi. Onun için, ulema tarafından hazırlanan ve onaylanan Ankara Fetvâsı ile Ankara Fetvâsı’nı hazırlayan Müftü Mehmet Rifat Efendi’nin, ulusal harekat önderi Mustafa Kemal Paşa ile birlikte çalışmasının, ayrıca Mustafa Kemal Paşa’nın yerinde ve zamanında verdiği talimatla fetvânın değişik bölgelere ulaştırılmasının ve yöneticilerin özellikle komutanların aldıkları emirlere uygun hareket etmelerinin rolü de etkili olmuştu.

Sonuç olarak; İstanbul Fetvâsı’nın milli harekat için oluşturduğu büyük tehlike önemli ölçüde bertaraf edilmiş ve isyanlar bastırılmıştır. Ankara Müftüsü ve Ulemanın “Fetvâ-yı Şerife, Şer’i Şerife muvafıktır” sözleri, Şeyhülislâm’ın fetvasını hükümsüz kılmış ve Anadolu’daki birliği pekiştirmiştir.

Ulusal Mücadele’de fetvalar savaşında; Ankara Fetvası, Dürrizâde Abdullah’ın imzasını taşıyan İstanbul Fetvası’na üstün gelmiştir.

Nizamettin BİBER

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..