Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

15 Eylül '14

 
Kategori
Deneme
 

Umutlandığım umutsuzluğum...

Umutlandığım umutsuzluğum...
 

Bugünlerde hep yazmak, yazmak istiyorum. Çok mu doluyum ne. İçimde biriken, dilimin ucunda dalgalar gibi coşan, köpürüp taşan kelimeler var. Söylersem yıkacağım bir insan yakacağım bir sevda var. Susup kendimi yıkıp, yakıyorum her geçen gün, her geçen an.

Biriktiriyorum dilimde, yüreğimde çoğalan cümleleri ve cevapsız soruları, sessiz cevapları olan soruları ve sessiz cevapların çaresizliğini. Peki ya çoğalan hisler? İşte onlar en kötüsü, en acımasızı ve en değerlisi.

Elimde sihirli bir çubuk olsa bugün. yeniden yazsam bu hikayeyi ve yazdığım gibi yaşasak. Tıpkı yazmak için açılan boş ve temiz bir sayfa gibi. Harf harf yazsak yeniden korkusuzca. Aslında dünyada yaşanan onca acı ve keder varken, ben kendimdeki kederden, acıdan, umutsuzluktan utanıyorum. Ama yine de insan görmezden gelemiyor hislerini ve hayatında eksik olanı bulmuşken göz göre göre kaybetmek istemiyor.

Kimbilir belkide bir kez daha böyle bir sevgi fırtınası, kalp çarpıntısı, gülümseten bir yüreği, huzur kokan bir çift gözü ve güven sağlayan bir kucağı bulamayacağım. Kimseler tümünü veremeyecek bana. Ben kimselere veremeyeceğim. Başka bir tane daha yok. Tıpkı yaşamak için başka bir hayatımız olmadığı gibi. Niye peki bu özlem, bu duvarlar aramızda ve niye bu çaresizlik? Uzatıyotum elimi sana. Korkmasan, tutsan elimi, yürüsen benim ile birlikte bu kısacık hayat yolunda. Tek bir hayatımız var, tek bir şansımız ve tek bir çıkışımız. Ama, amalarımız çok, sessiz sorularımız ve cevaplarımız çok değil mi?

Her geçen saniye hayatı bizden çalıyor, akıp giden zamana dur diyebilirmiyiz, diyebilirmisin? Tekrarı yok hayatın. Ve biz bu tekrarı olmayan hayatımızı bizleri mutsuz edenlerle doldurup duruyoruz ve başucumuzda duran mutluluğu zaman alıp götürüyor bizden. Ne acı, ne acı.

Elimdeki kalemimde, bir bebeğin gülüşünde, minik bir çiçeğin bile renginde, cılız bir ışık hüzmesinde, sabahımın ilk ışıklarında ve geceme son göz yumuşumda sen varsın.

Ben soruyorum hasreti geceye, günü bekleyen geceye. Güneşe soruyorum, ayı bekleyen güneşe. Çölde çatlamış toprağa soruyorum, yağmuru bekleyen çatlamış toprağa. Gece güne sarılabilirmi, güneş ayına sarılabilirmi? Tıpkı bizim gibi. Korkusuzca kavuşabilirmiyiz, sarabilirmiyiz birbirimizi? Biz varız ama biz yokuz.

Bir gönül böyle yanar mı, sevdanın üzerine bir de hasreti, derdi, umutlandığım umutsuzlukları ekler mi? Hem de nasıl...

  

 
Toplam blog
: 61
: 486
Kayıt tarihi
: 16.02.10
 
 

Yazmak, ekmek gibi su gibi.... Ruhumun nefes alması gibi.... Hayatı tanıyabildiğim, kavrayabildiğ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara