- Kategori
- Magazin
Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık?

“Yılmaz Güney’i kendime örnek alıyorum” demişti ya İbrahim Tatlıses.
Sanırım bu topraklardan kazınamayacak orijinalite kalitesi en yüksek cümlelerden birisidir bu cümle.
Başka orijinaliteleri olmadı mı?
Hem de zihinlerimizden kazınamayacak türden orijinaliteler.
Önceleri başı önde eğik, kentli efektler eşliğinde çekilen arabesk filmlerin temiz ve dürüst kişiliği ve kadınlara yan gözle bakmayan varoşların karizmatik erkek tiplemesi.
Kendi doğallığını reddeden ve kentli olma çabası gösteren, sonradan görme kimlikli bir prens olma sevdalısı.
Düzenin besleyip büyütme gayreti içerisinde olduğu ve hayli de başarılı bir şekilde düzenin inşaat işçiliğinden en has zenginliğine ulaşmış şahsiyeti.
Ve bir de baktık, kendisine dönmüş İbrahim Tatlıses.
“İşte ben buyum” diye naralar atıyor, fetvalar veriyor.
Orijinalite kalitesi yüksek laflarından birisi ise tüm zamanların en esprili lafı olmaya adaydır.
“Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık?”.
Doğru lafa ne denir?
Aşkları malumunuz.
Kadınları dövmesi, horlaması, hakir görmesi ve hatta ve hatta hayat arkadaşını dahi ayağından vurdurması!, tanık olduğumuz orijinalite kalitesi yüksek olaylardan.
Ama nedendir bilinmez, düzenin has gülleri bir kez olsun dokunmadı İbo’ya.
Seslerini çıkarmadılar.
Keyfe keder hayatını sürdürdü İbo.
Memleketin en müstesna dokunulmaz şahsiyeti oluverdi.
Ve düzen için ideal bir pazarlama tipiydi.
Ne de olsa İbrahim Tatlıses ve türevleri düzenin en fazla istediği “Kürt” tiplemesiydi.
Hem de en fazla rağbet gören yanından.
Yeri geldi kameralar önünde tekme ile tokat karışık otelinin aşçı başısını dövdü, yeri geldi televizyon ekranlarında en sulu sepken esprileri yaptı.
O nasıl psikolojiydi?
Hep merak etmiştim, en sulu sepken esprilerin arasında, akla gelen her hüzünlü hikâye karşısında gözlerinden akan o çok insancıl gözyaşları ve hemen ardından yine devam ede gelen sulu sepken espriler.
Anlaması güç olsa da, düzenin doğası insana yaptırıyordu bunları.
Ve biz bu yapılanları İbo’nun şahsiyetinde izleme lütfüne erişiyorduk.
O çok insancıl İbo, bir gün, bir de baktık vekilliğe aday olmuş Genç Parti’den.
Ama kırdığı potla Genel Başkan’ı Cem Uzan Beyefendi neye uğradığını şaşırmıştı.
Hatırlar mısınız?
Bilmem.
Genç Parti otobüslerinin tepesinde, neye kısmet, kime hizmet vesilesi ile savurduğu vaatler tüm zamanların en eksantrik vaatleri olmuştu.
Taa ki kırdığı pota kadar.
“Cem Uzan vaatlerine kendisi bile inanmıyor” lafı ülke seçim sathının hangi matrak olaylara gebe olduğuna da işaretti.
İbrahim Tatlıses’in adının geçmediği kaç olay vardır acaba bu topraklarda?
Doğrusu bilmiyorum.
Gündem süsleme abideliğini kimseye kaptırmaya hiçbir dönemde niyeti olmadı.
Kimi zaman memleketin en çok konuşulan ismi olmayı başardı.
Kimi zaman burun kıvırtılan bir tipleme oldu.
“Devlet Sanatçısı” unvanı da mutlaka vardır.
Şayet yoksa feci bir eksiklik.
Ben bilmiyorum var mı, yok mu?
Dediğim gibi, olma olasılığı yüksek.
Yok, eğer varsa “bundan daha doğal ne olabilir ki?” diye düşünmemiz gerekiyor.
Kendi akranları mı desem, yoksa kendisi ile aynı dönemin tozunu atanlar mı desen?
Bilmem.
Ama bir dönemin dörtlü ekolüydü muhteremler.
İbo başta, Orhan yanında, Müslüm Baba ve Ferdi Ağabey bu toprakların tozunu attılar, lakin diğer üçü şimdilerde o kadar çok görünmüyor ortalıkta.
Çocukluk zamanlarımızın kudretli şahsiyetleriydi hepsi.
Bir de Hakkı Bulut vardı.
Ne var ki fazla tutunamadılar müzik piyasasında ve popüler kültürün parçaları olmaları sebebi ile son kullanma tarihleri hepsinin geçti de bir İbo’nunki geçmedi.
Aslında İbo’nun da son kullanma tarihi geçmişti.
Her defasında tekrar ambalajlayıp sürdüler piyasaya.
Bir şekilde o sulu sepken davranış ve tavırları ile raiting hadisesinde başa güreşti her zaman.
Vel hasıl kelam, İbo bu memleketin bir gerçeği olduğunu ve ekonomik gelişim sürecine paralel değişim hadisesinin baş figürü oldu.
Para edene doğru evirilmek.
Yani değişmek!
Paraya endeksli değişim.