Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ekim '06

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Uruguay 2

Uruguay 2
 

Avrupalı tarzında dekore edilmiş kafeler iç mekanlarına sığmayıp masalarını yol kenarlarına dizmişler müşteri topluyorlar. Çoğu kişinin elinde “Mate” denilen bir bitki çayı var. Ancak çay dediysemde aklınıza bizim bildiğimiz çayın tadı gelmesin, hiç ilgisi yok. Yeşil bir bitkiyi ezip içine sıcak su katıyor ve özel yapım bir çubukla içiyorlar. Çay bardağı yada bildiğimiz kupadan mate içilmiyor. En orjinali sığırların toynaklarından yapılmış olan mate bardağı. Toynak bulamadıysanız üzülmeyin mate sevgisinde alternatif tükenmez. Özel bir bitki kökünün içini patlıcan oyar gibi oyarak mate bardağı yapabilirsiniz. Kırsal kesimde yaşayan bir Guarani geleneği bu. Kıtanın güneyindeki Paraguay, Brezilyanın güney kesimleri, Arjantinin kuzeyi ve tüm Uruguay’ın milli içeceği bu. Hem bu mate keyfi öyle birkaç dakikada bir kafede içilip kalkılacak bir içecek değil. Sabah evinden çıkan kişi mutlaka mate içeceği bardağını yanıa alıp çıkıyor. Durakta, otobüste, yolda, alışveriş merkezlerinde, bir arkadaşını beklerken, mutlaka bir taraftan mate’sinden bir yudum çekiliyor. Karışımı yaptıktan sonra ne kadar uzun sürede içilirse o kadar tadı iyi oluyor. Bu nednele bir mate ancak beş-altı saatte bitiriliyor. Buralara kadar gelipte bu milli içecekten tatmadan gidilir mi? Güzel kafelerden birine oturup yan masadakilerden nasıl içildiğini kopya çekerek tadımlık deniyorum. Doğrusu memlekette böyle bir tadla karşılaşşam anında bırakırdım içmeyi. Ama şimdi buralarda yıllardır bu içecekle yatıp kalkan insanlara “Yahu bu tatsız tuzsuz mereti nasıl her gün içiyorsunuz” diye söylemeye dilim varmadı. Yüzümü fazla ekşitmeden içerken bir taraftanda rehber kitabımı açıp Neruda’dan sonra Latin Amerika’nın en ünlü şairlerinden biri olan Montevideolu Mario Benedetti’nin birkaç şiirin okuyorum. Bakmayın siz bu ülkenin küçücük toprağı ve azıcık nüfusu olduğuna. Koca kıtada eğitim ve kültür dendiğinde ilk akla gelen ülke Uruguay. Okuma yazma sorunu yaşamayan tek kıta ülkesi. Edebiyat, sanat, siyaset ve tarih konularında diğer latin ülkelerine referans niteliğindeler. Demokrasi ve sosyal haklar bakımından küçük aralıklarla sıkıntı yaşasada kıtanın 19. yüzyılın ilk yarısından bu yana yaşadığı bağımsızlık sonrası çalkantıları en az seviyede yaşayan ülkesi. Bağımsızlıklarının temelini atan Jose Artigas şehrin tam göbeğindeki meydanının ortasında ve atının üzerinde hala halkına yol gösteriyor.

Uruguay bağımsızlığını elde ettikten sora Gümüş Irmağı’nın güneyinde bulunan Arjantin ve kuzeydeki Brezilyanın kıskacı arasında sıkıştırılmaya çalışılan bir ülke olarak varlığını hep tehlike altında sürdürmüş. Montevideo Limanı nehrin öbür yakasındaki Buenos Aires Limanı’na rakip olmaya başlayınca Arjantinliler buraya daha fazla baskı yapmaya başlamışlar. ABD Latin Amerika’yı kendi arka bahçesi olarak kullanırken, bu iki büyük komşuda Uruguay’ı kendi arka bahçeleri olarak görmüşler. Ancak baş aktörler elbetteki ABD ve Avrupalılar. Uruguay’da tıpkı diğer latin Amerika ülkeleri gibi Fransız ihtilalinden etkilenip bağımsızlık bayraklarını çektiklerinde İspanyollar tüm kıtayı dört farklı valiliğe ayırmış ve tam üç yüz yıldır sömürmüş. Uzun yıllar İspanyol valilerin gazabına maruz kalan Ülkeler bağımsızlıklarını elde etmek için çok ağır bedeller ödemişler. Ancak bağımsızlık bu ülkelerin hiç birine umut barış ve ekmek getirmemiş. Savaşta çarpışanların çoğu ezilen halk olmuş. Ancak bağımsızlık halkı değil küçük biri gurubu ödüllendirmiş. Kanlarını dökenlerin bütün umutları boşa çıkmış. Barışla birlikte gündelik sefalet dönemi başlamış. Toprak sahipleri ve özellikle ülke kaynaklarının limanlardan avrupa’ya akmasına göz yuman birkaç yüz kişilik tüccar ve büyük toprak sahipleri servetlerine servet katarken ezilen halk yığınlarının yoksulluğu giderek artmış. Bu duruma kıtadan ilk tepki gösterenler yine Uruguay halkı oldumuş. JoseArtigas tüm kıtada ilk toprak reformunu yapıp yoksul halka arazi dağıttığında özellikle büyük komşudaki toprak sahibi ve tüccarlar sıranın kendi ülkelerinede gelebileceğinden korkup bu ülkeyi kıskaç altına almışlar ve Artigas’ı iktidardan ve hatta ülkesinden uzaklaştırıp göz hapsinde ölümünü beklemişler. Yoksul köylüler reformla aldıkları topraklardan uzaklaştırılmışlar. Açlık ve sefaletten dolayı ölmeye başladıklarında mezarlarından başka bir karış toprakları kalmamış.

Başkentin nüfusu belli ki uzun süre artmadığından sokaklarda yeni bir yapıya rastlamak mümkün değil. Tüm binalar en fazla üç katlı ve oldukça eski görünüyor. Tam bir İspanyol kolonisinin mimari tarzını yansıtıyor. Hem bir yarımada olması ve hem de nüfunun artmamasından dolayı diğer Latin Amerika başkentlerindeki sosyal değişimleri burada görmek mümkün değil. Gecekondunun olmadığı, çirkin yapılaşmanın mantar gibi üremediği tek latin başkenti buras. Hal böyle olunca gece yada gündüz güvenlik açısından pek bir sorun yaşanmıyor. Ama yinede son bir kaç yıldır Arjantinin yaşadığı ekonomik ve siyasi krizden olmusuz olarak etkilenmiş, hatta Buenos Aires sokaklarında2002 başlarında ortaya çıkan kriz ve yağmalamalar kısa bir süre Montevideo’da da görülmşse de olaylar çabuk kontrol altına alınmış. Ayrıca koyu katolik ve çok dindar olan kıta başkentlerine göre dini motiflerin fazla olmadığı bir yer burası. Çoğu kişide akşamları dışarıda yemek kültürü olduğu için akşam vakti resturantlar ve kafelerin önü dolup taşmaya başlıyor. Bir çok yerde olduğu gibi buradada garsonlar ellerindeki menülerin cazibesini deklare aderek müşteri kapmaya çalışıyor. Burada da yemeklerin anası Arjantinde olduğu gibi kalın bifteklerden oluşuyor. Ülkenin iç kısımlarında topraklarının yüzde sekseni meralarla kaplı olunca at sırtından sığır çobanlığı yapan Gaucho yerlilerinin emeğinden gelen lezzetli etler lüks restuarantlarda beğenimize sunuluyor. Siz siz olun bir gün buralara kazaire yolunuz düşerse ve de iki yada üç kişiyseniz sakın ola ki birer prsiyon et söylemeyin. Üç kişi bile olsanız bir porsiyon söyleyin çünkü o porsiyonların her biri masadaki herkesi doyuracak boyutlarda geliyor. Hiç abartmadan söyleyeyim, bizim sofralarımızdaki ekmeğin bir sınırı yada miktarı yoksa buradaki etlerinde sofralarda benzer bir bolluğu var. O etleri tüketenlerin üzerinde ise çoğunlukla etlerin sahibi hayvanların derilerinden yapılmış deri kıyafetler var.

Parklarda, caddelerde, kafelerde, kaldırımlarda birbirine sarılmış ve etrafındakileri umursamaz bir halde dolaşan yada yol ortasında öpüşüp koklşan sevgililere rastlamak mümkün. Hava çok soğuk olmasada Temmuz ayının ortasında olduğumuz için kendilerine göre kış mevsiminin en soğuk günlerini yaşadıkları için bana göre çok daha kalın giyinmişler. Gündüzleri yumuşak olan hava akşam olunca ince giyindiğim için beni ısırmaya başlıyor. Atlas Okyanusu kıyısında bulunması ve dağlık bir ülke olmadığı için 34 derece güney enleminde bulunmasına rağmen kışları ılık geçiyor ve ülkeye hiç kar yağmıyor.


Montevideo’nun dışında ülkede görülmeye değer olan iki yer daha var. Bunlardan biri başkentin iki saat kuzeyindeki Punta del Este kenti. On iki kilometrelik plajı ile deniz turizminin ülkedeki en yaygın olduğu yer burası. Ülkede hali vakti yerinde olanların yazlık saraylar yaptırdığığı, denize girdiği, pahalı partiler ve eğlenceler düzenlediği şıklık ve gösterişlerin sergilendiği bir kent. Rio’nun Copacana plajındaki avuç içi bikinlerinin tüm kıtada rahatlıkla giyildiği ikinci plaj burada bulunuyor. Kent bu meşhur olma özelliğini öyle birkaç yılda almamış, taa ülkenin kuruluş yıllarının birikimiyle bu günlere kadar gelmiş. Büyük toprak ağaları zamanında ve tüccarların ülke kaynaklarını talan edip zengin olduğu dönemlerde (Hatta buna yakın tarihteki diktatörlükte dahil) Avrupa’da sosyetenin kullandığı her türlü araç gereç, kıyafet ve evlerin dekorasyonlarını buraya getirmek için oluk oluk paralar akıtmaktan kaçınmadıkları söylenen kent burası.


Diğer önemli bir kent ise Montevideo’dan çıkıp Gümüş Irmağı boyunca Buenos Airese doğru giderken yol üzerinde bulunan Colonia Del Sacremento kenti. Adındanda anlaşılacağı üzere bir koloni kenti. Ancak saadece İspanyol kolonisi değil aynı zamande Portekiz kolonisinin de izleri var. Çünkü ülke bağımsızlığını ilan etmeden önce İspanya ve Portekizliler arasında birkeç kez el değiştirmiş. (Brezilya sınırına yakın bölgelerde Portekizce’de biliniyor ama herkes İspanyolca konuşuyor.) 18.yüzyıldan bu yana iki büyük limanın arasında olmasından dolayı kent, iç ve dış yatırımcıların, sanayicilerin finans merkezi olarak iz bırakmış. Bol sermayeden dolayı her türlü hizmetin verildiği parlak ve hareketli bir şehir olma özelliğini sürdürmüş bir koloni kenti. Günümüzde eski şatafatlı dönemini kaybetse de geçmişin şatafatlı izlerine bu gün bile rastlamak mümkün. Geniş avlulu evleri, kaldırım taşlı ve rengarek sokakları ile farklı mimari tarzıyla tüm çekiciliğini sürdürüyor.

 
Kayıt tarihi
: 12.07.06
 
 

1970 Adana doğumluyum. Marmara Üniversitesi Coğrafya Öğretmenliğini bitirdim. Türkiye'nin yedi coğra..